Bir
önceki yazımda belirttiğim üzere, yaratıcısı olduğu bir sürü sözden birisi de "bir insan ancak okuyarak bu kadar
cahil olabilir" olan, geriye yazılı bir eser bırakmayan ancak bir o
kadar da etkili anılar bırakan, Osmanlı İmparatorluğu Bahriye Nazırı, Hüseyin
Hüsnü Paşa’nın oğlu, Galatasaray Lisesi, 1907 mezunu Sakallı Celal (Yalınız),
son sınıf öğrencisi iken, tarihe "31
Mart vakası" diye geçen gerici ayaklanmanın bastırılması için Selanik'ten
gelen Hareket Ordusuna okuldan kaçarak gönüllü olarak katılmıştır. Hayatı, çevresindeki her şeye
duyarlı davranışlar göstererek geçen, Sakallı Celal, Fransa'da bulunduğu
tarihlerde İtalya'nın Libya'ya saldırması sırasında edindiği bir Fransız
Pasaportu ile hemen Libya'ya giderek oradaki savunma ve direnme harekatına
gözünü kırpmadan katılmıştır. Tüm bunların yanında kendisini kendi deyimi ile
hayata bağlayan en önemli değerlerin başında "Galatasaray'ın" geldiğini mütemadiyen beyan etmiştir. Bu
bağlılığın yegane ölçüsü de, Galatasaray'ın dönem itibari ile yönetsel açıdan
da özgürlük rüzgarlarının estiği yerin merkezi olması olup, kendisi de tüm
Galatasaraylılar gibi bir hürriyet aşığı idi.
Fransa'daki
Öğrenimini yarıda keserek yurda dönünce; Galatasaray lisesi müdürü Hocası
Tevfik Fikret'in kapısını çalmayı düşünür, fakat Galatasaray’daki özgürlükçü hava
yüzünden Okul Müdürü Tevfik Fikret’ten rahatsız olan çevreler baskılarını
arttırınca Tevfik Fikret görevden alınmıştır. Öğretmenlik yapma isteği, soluğu
Maarif Nazırı Emrullah Bey'in kapısına getirmiştir kendisini ve o dönemlerde
hürriyet rüzgarlarının delice estiğini düşündüğü Üsküp kenti tercihidir,
böylece Fransızca ve Felsefe öğretmeni olarak Üsküp'e atanır. Ne yazık ki,
bundan sonraki hayatında da olacağı üzere, açık sözlü, doğrucu ve bilimselliğe
verdiği önem nedeniyle, gerici ama etkili çevrelerce hiç sevilmemiştir, sürekli
kendisinden şikayet edilmiştir. Hele bir de fazla geniş vizyonu ve ileri görüşlülüğü
nedeni ile öğrencilerine hurafelere inanmamaları yönünde verdiği telkinler ve derslerin
yanında sporun da önemli olduğunu düşünmesinden ötürü, Üsküp'te öğrencilerden
müteşekkil bir futbol takımı kurması ve bir futbol sahası düzenlemesi yüzünden
egemen çevrelerin derhal hedefi olmuştur. Çünkü bu egemen çevrelere göre bu "fransız monşeri" çocuklara sık sık
büyük Fransız Devriminden söz eden bir zındık idi. Ayrıca bu monşer oruçta
tutmuyordu, namazda kılmıyordu, hatta
cuma namazlarına bile gitmiyordu. Öğrenciler onu seviyormuş, sıradan Üsküp
halkı onu büyük bir iştahla dinliyormuş, egemenler için, hem en tehlikeli durum,
hem de ne gam ne keder, onlar için varsa yoksa kendi bildikleri. Egemen
çevrelerin "şeytan oyunu" ve "komünist icadı" diye
niteledikleri ve "futbol dine aykırıdır ve Kerbela'da şehit edilen İmam
Hüseyin'in başını düşmanları böyle tekmelemişlerdir" propagandası ile
görevine son verilir.
Peki,
Sakallı Celal, bu yaptıklarından vazgeçer mi, asla. Bilahare de Fransızca ve
Felsefe Öğretmeni olarak atandığı Kastamonu'da, yine gerici egemen çevrelerin karşı
propagandası ile karşılaşır, yine iddia bir yobaz hocanın "Bu oyun dine
aykırıdır. Kerbela'da şehit edilen İmam Hüseyin'in başını düşmanları böyle
tekmelemişlerdi" sözleri üzerine bu sefer de yobaz hocayı bir güzel döver
ve yine görevine son verilir, İzmit'e öğretmen olarak tayin olunur.
Oradan
da; Ankara Sultanisine Müdür olarak atanır, burada da ders programlarını
değiştirip din derslerini azalttığı ve erkek öğrencilere bayan öğretmen atadığı
için uyarılar alır ama onun umurunda değildir bu uyarılar o doğru bildiğini
yapmaktadır ve yapacaktır da. Burada gelen büyük tepkileri göğüslemiş ve
savuşturmuştur. Ancak bir gün, okula bakanlıktan bir yazı gelir, Hukuk Fakültesinin
öğrenci ihtiyacını karşılamak üzere son sınıf öğrencilerinin acil olarak
okuldan mezun edilmeleri ve hatta bunun yanında bir alt sınıflarında bir
formalite sınav uydurularak mezun edilmeleri gerektiği belirtilmektedir. Sakallı Celal bu yazıyı okuyunca çok
sinirlenir ve "… Ankara sultanisi "boyacı
küpü" olmadığı cihette Vekaletin talebi kabili tatbik görülmemiştir.
Hem bendeniz, Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte "mucize" devrinin sona
erdiğini sanıyordum. Demek ki yanılmışım. İstifamın derhal kabulünü veya Vekalet
emrine alınmama emirlerinizi arz ederim efendim. Mahmut Celal." şeklinde
bir istifa mektubu kaleme alır.
Öğretmenlik
hayatında, gençlik döneminde çok önem verdiği hürriyet fikrinin devamı
kabilinden edindiği fikirler gereği, öğrencilerin insan muamelesine tabi tutulması
gereğine inanır ve öğrenci dövülmesine açıktan karşıdır. Okula geldiği bir gün
Sakallı Celal, bir öğretmenin bir öğrenciyi bahçede dövdüğünü görür ve o da
gider o öğretmene okkalı 2 tokat yapıştırır, şikayet üzerine de Okul Müdürünün
karşısına çıkınca, "bir öğrencinin hayvan muamelesi göremeyeceğini okulda
bu şekilde dayak yiyemeyeceğini göstermek için bende ona iki tane asıldım der."
Sonuçta öğretmenler topluca Bakanlığa şikayette bulunarak Sakallı Celal'in gönderilmesini
talep ederler ve Bakanlıkta Sakallı Celal'i Eskişehir'de başka bir okula tayin
eder. Fakat Sakallı Celal "öğretmen olmamı istediniz öğretmen oldum. İstanbul'a
gönderdiniz eşşekler arasında öğretmenlik yaptım. Şimdide Eskişehir'e
gönderiyorsunuz kim bilir orada ne eşşekoğlu eşşekler arasında öğretmenlik
yapmak zorunda kalacağım" diye bir telgraf yazarak istifasını verir. Artık
öğretmenlik ya da herhangi bir memuriyet yapamayacağını anlamıştır. Evet, Orhan
Karaveli'nin "Sakallı Celal" adlı kitabını okumaya devam, muhteşem
anılar var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder