Pazar, Ocak 08, 2017

KİTAPSIZ FEYLESOF SAKALLI CELAL-2


Bir önceki yazımda belirttiğim üzere, yaratıcısı olduğu bir sürü sözden birisi de "bir insan ancak okuyarak bu kadar cahil olabilir" olan, geriye yazılı bir eser bırakmayan ancak bir o kadar da etkili anılar bırakan, Osmanlı İmparatorluğu Bahriye Nazırı, Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu, Galatasaray Lisesi, 1907 mezunu Sakallı Celal (Yalınız), son sınıf öğrencisi iken, tarihe "31 Mart vakası" diye geçen gerici ayaklanmanın bastırılması için Selanik'ten gelen Hareket Ordusuna okuldan kaçarak gönüllü olarak  katılmıştır. Hayatı, çevresindeki her şeye duyarlı davranışlar göstererek geçen, Sakallı Celal, Fransa'da bulunduğu tarihlerde İtalya'nın Libya'ya saldırması sırasında edindiği bir Fransız Pasaportu ile hemen Libya'ya giderek oradaki savunma ve direnme harekatına gözünü kırpmadan katılmıştır. Tüm bunların yanında kendisini kendi deyimi ile hayata bağlayan en önemli değerlerin başında "Galatasaray'ın" geldiğini mütemadiyen beyan etmiştir. Bu bağlılığın yegane ölçüsü de, Galatasaray'ın dönem itibari ile yönetsel açıdan da özgürlük rüzgarlarının estiği yerin merkezi olması olup, kendisi de tüm Galatasaraylılar gibi bir hürriyet aşığı idi.

Fransa'daki Öğrenimini yarıda keserek yurda dönünce; Galatasaray lisesi müdürü Hocası Tevfik Fikret'in kapısını çalmayı düşünür, fakat Galatasaray’daki özgürlükçü hava yüzünden Okul Müdürü Tevfik Fikret’ten rahatsız olan çevreler baskılarını arttırınca Tevfik Fikret görevden alınmıştır. Öğretmenlik yapma isteği, soluğu Maarif Nazırı Emrullah Bey'in kapısına getirmiştir kendisini ve o dönemlerde hürriyet rüzgarlarının delice estiğini düşündüğü Üsküp kenti tercihidir, böylece Fransızca ve Felsefe öğretmeni olarak Üsküp'e atanır. Ne yazık ki, bundan sonraki hayatında da olacağı üzere, açık sözlü, doğrucu ve bilimselliğe verdiği önem nedeniyle, gerici ama etkili çevrelerce hiç sevilmemiştir, sürekli kendisinden şikayet edilmiştir. Hele bir de fazla geniş vizyonu ve ileri görüşlülüğü nedeni ile öğrencilerine hurafelere inanmamaları yönünde verdiği telkinler ve derslerin yanında sporun da önemli olduğunu düşünmesinden ötürü, Üsküp'te öğrencilerden müteşekkil bir futbol takımı kurması ve bir futbol sahası düzenlemesi yüzünden egemen çevrelerin derhal hedefi olmuştur. Çünkü bu egemen çevrelere göre bu "fransız monşeri" çocuklara sık sık büyük Fransız Devriminden söz eden bir zındık idi. Ayrıca bu monşer oruçta tutmuyordu, namazda  kılmıyordu, hatta cuma namazlarına bile gitmiyordu. Öğrenciler onu seviyormuş, sıradan Üsküp halkı onu büyük bir iştahla dinliyormuş, egemenler için, hem en tehlikeli durum, hem de ne gam ne keder, onlar için varsa yoksa kendi bildikleri. Egemen çevrelerin "şeytan oyunu" ve "komünist icadı" diye niteledikleri ve "futbol dine aykırıdır ve Kerbela'da şehit edilen İmam Hüseyin'in başını düşmanları böyle tekmelemişlerdir" propagandası ile görevine son verilir.

Peki, Sakallı Celal, bu yaptıklarından vazgeçer mi, asla. Bilahare de Fransızca ve Felsefe Öğretmeni olarak atandığı Kastamonu'da, yine gerici egemen çevrelerin karşı propagandası ile karşılaşır, yine iddia bir yobaz hocanın "Bu oyun dine aykırıdır. Kerbela'da şehit edilen İmam Hüseyin'in başını düşmanları böyle tekmelemişlerdi" sözleri üzerine bu sefer de yobaz hocayı bir güzel döver ve yine görevine son verilir, İzmit'e öğretmen olarak tayin olunur.

Oradan da; Ankara Sultanisine Müdür olarak atanır, burada da ders programlarını değiştirip din derslerini azalttığı ve erkek öğrencilere bayan öğretmen atadığı için uyarılar alır ama onun umurunda değildir bu uyarılar o doğru bildiğini yapmaktadır ve yapacaktır da. Burada gelen büyük tepkileri göğüslemiş ve savuşturmuştur. Ancak bir gün, okula bakanlıktan bir yazı gelir, Hukuk Fakültesinin öğrenci ihtiyacını karşılamak üzere son sınıf öğrencilerinin acil olarak okuldan mezun edilmeleri ve hatta bunun yanında bir alt sınıflarında bir formalite sınav uydurularak mezun edilmeleri gerektiği belirtilmektedir.  Sakallı Celal bu yazıyı okuyunca çok sinirlenir ve "… Ankara sultanisi "boyacı küpü" olmadığı cihette Vekaletin talebi kabili tatbik görülmemiştir. Hem bendeniz, Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte "mucize" devrinin sona erdiğini sanıyordum. Demek ki yanılmışım. İstifamın derhal kabulünü veya Vekalet emrine alınmama emirlerinizi arz ederim efendim. Mahmut Celal." şeklinde bir istifa mektubu kaleme alır.

Öğretmenlik hayatında, gençlik döneminde çok önem verdiği hürriyet fikrinin devamı kabilinden edindiği fikirler gereği, öğrencilerin insan muamelesine tabi tutulması gereğine inanır ve öğrenci dövülmesine açıktan karşıdır. Okula geldiği bir gün Sakallı Celal, bir öğretmenin bir öğrenciyi bahçede dövdüğünü görür ve o da gider o öğretmene okkalı 2 tokat yapıştırır, şikayet üzerine de Okul Müdürünün karşısına çıkınca, "bir öğrencinin hayvan muamelesi göremeyeceğini okulda bu şekilde dayak yiyemeyeceğini göstermek için bende ona iki tane asıldım der." Sonuçta öğretmenler topluca Bakanlığa şikayette bulunarak Sakallı Celal'in gönderilmesini talep ederler ve Bakanlıkta Sakallı Celal'i Eskişehir'de başka bir okula tayin eder. Fakat Sakallı Celal "öğretmen olmamı istediniz öğretmen oldum. İstanbul'a gönderdiniz eşşekler arasında öğretmenlik yaptım. Şimdide Eskişehir'e gönderiyorsunuz kim bilir orada ne eşşekoğlu eşşekler arasında öğretmenlik yapmak zorunda kalacağım" diye bir telgraf yazarak istifasını verir. Artık öğretmenlik ya da herhangi bir memuriyet yapamayacağını anlamıştır. Evet, Orhan Karaveli'nin "Sakallı Celal" adlı kitabını okumaya devam, muhteşem anılar var.

Hiç yorum yok: