Cumartesi, Ocak 14, 2017

KİTAPSIZ FEYLESOF SAKALLI CELAL-3

2 Haftadan beri; Sakallı Celal üstüne güzelleme düzeyinde anılar ve olaylar anlattık; Orhan Karaveli'nin aynı adlı kitabını referans alarak, peki çevresinde bu kadar sevilen, her fırsatta kendisi ile birlikte olunmak istenen bir kişi olmasının yanında kendisinden nefret eden, sevmeyen kişiler yok mu idi? Olmaz mı, yine mezkur kitaptan anlıyoruz ki, başta yobazlar, gericiler ve Atatürk düşmanları olmak üzere bir grup insan da bu cepheyi oluşturuyordu... Muhtemelen Atatürk düşmanlıkları ve Sakallı Celal gibi Atatürk severlere karşı hasımlık, tarihe 31 Mart vakası olarak geçen gerici ayaklanma da, ayaklanmayı bastırmak için Atatürk'ün kurmay başkanı olduğu Hareket Ordusuna destek vermiş olmaları gibi görünmektedir. Son Osmanlı üdebasından (!!!) ve dönemim Ankara Kadısının oğlu Mahir İz, bunları öğrenci iken tuttuğu günlüklerden aktarmış olsa idi, çocukluk dışa vurmuş der güler geçerdik, ama ilerlemiş yaşlarda da aynı çocukluğu yapınca artık bunun düpedüz garez ve husumet olduğu anlaşılmaktadır. Allahtan, yine de okulun masalarını, sandalyelerini çalıyordu demiyor ve sadece fizik bilimine düşkünlüğünü, aydınlamanın önemini sıkıntı yapıyor, Allah muhafaza, emin olun ki bu kabil insanların söyleyeceği her türlü yalan toplumun önemli bir bölümünce makbul ve makul karşılanmaktadır, Allah selamet versin.
Mahir İz, Sultaniye'ye dönüşen Ankara Lisesinde Sakallı Celal'in öğrencisidir ve yıllar sonra anılarını kaleme alır, burada Sakallı Celal ile ilgili olumsuz duygularını ve düşüncelerini anıları imiş gibi aktarırken, hocasını Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olarak göstermekten imtina etmemiş, oysa cümle alem bilir ki, Sakallı Celal el yazısıyla kaleme aldığı vasiyetinde de olduğu üzere, Atatürk'e karşı inanılmaz bir sempati ve bağlılık beslemiştir, fakat bu temelde Cumhuriyete ve Atatürk'e gerçek anlamda içten içe bir husumet besleyenler için bunları yazmak sorun teşkil etmemekteydi. Sakallı Celal ile ilgili olumsuz anıları olan az sayıda insanın olduğunu anlıyoruz ve bunlardan biri de Mahir İz demiştik ya, işte kitaptan aynen aktarıyoruz o anıların anlatıldığı bölümü;
Bunca seveni ve sayanı olan Sakallı Celal'i olumsuz biçimde tanıyıp tanıtmaya çalışanlarda çıkmıştır ve bunlardan biri de Mahir İz'dir. Medine mollası ve Ankara kadısı Külhanizade İsmail Abdülhalim Efendi'nin üçü küçük yaşta ölen dokuz çocuğundan bir olan ve değişik öğrenim kurumlarında hocalık yapan Mahir İz'in, emekliye ayrılmadan önceki son görevi İstanbul imam hatip okulu müdürlüğüydü ve demokrat partinin ünlü Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin görevi bırakmadan önce imzaladığı son kararname, "ilim yayma cemiyeti" tarafından önüne getirilen, Mahir İz tayini kararnamesiydi...
"imtihanda bir mühendis ile müdür muavini Sakallı Celal Bey mümeyyiz olarak bulunuyorlardı. iki sual çektim. biri kamer ve safahat-ı kamer idi, anlattım. diğeri, nısfü'n-nehar-ı rebii noktasının tayini idi.bu bahis müsellasata taallük ediyordu. benim matematiğim zayıf olduğu için düsturları ezberlemiştim. Tahtaya geçtim ve mahfüzatımı izahıyla birlikte tahtaya yazdım. mümeyyiz Celal Bey beni dindarlığımdan ve diğer bazı sebeplerden dolayı sevmezdi. "bu ezberdir, silsin, bir daha yapsın" dedi. ben sildim, tekrar aynını yazdım. şaşıracağımı sanmıştı, canı sıkıldı. "yeter, çıkınız" dediler, çıktım. imtihan odasında  şiddetli münakaşalar olmuş, mümeyyiz Sakallı Celal Bey beni ikmale bırakmak istemiş, diğerleri ise yedi numara takdir etmişler. nihayet 6 numarada müşkilatla kabul ettirmişler. yakayı kurtardık.
Celal Beyin bana olan husumetinin şu hadiseden ileri geldiğini sanırım. Bize Fransızca dersine gelirdi fakat derslerine muntazaman devam etmezdi. bir gün dersimiz Fransızca olduğundan hoca gelmeyecek diye yine başka şeylerle meşguldük. Ben tahtaya her zaman olduğu gibi arkadaşlarımın arzusu ile bir beyit yazmış, okuyup izah ediyordum! tam o sırada ayak sesleri işittiğimiz için derhal yerlerimize oturduk. Celal Bey, her zamanki gibi kolunda bir deste kitapla sınıfa girdi. Kitapları masaya bıraktı, tahtaya bakıp henüz silmeye fırsat bulamadığım Muallim Naci'ye ait beyti okudu ve "bunu kim yazdı" diye sordu. Arkadaşlar bana bakınca haliyle "ben yazdım" dedim. "kimindir" dedi. "naci'nin" diye cevap verdim. "başka adam bulamadın mı?" deyince "münevver Fransızca bilen, açık fikirli bir adamdır" diye cevap verdim. Karanlığa doğru açık diye mukabelede bulunda. Bu muhavere hoşuma gitmedi, ayrıca babamın Ankara Kadısı olduğunu da biliyordu. Müftinin yeğeni ile bana karşı çok haşin tavırlar almaya başladı. Sebebi iki Müslüman çocuğu olup dini inançlarımızın sağlam bulunuşundandı. Bizim de ona karşı sırf bu yüzden antipatimiz vardı. Son derece materyalist olup dindarlara musallattı. Daha evvel yine bu mizacından dolayı Üsküp'ten, arkasından teneke çalarak kaçırdıklarını Üsküplü arkadaşlar anlatmışlardı!. Mektepte aynı zamanda müdür-i sani yani baş muavin olan bu zat fizik ilimine meraklı olup Fransız ihtilalini ve Fransızca'yı çok iyi bilirdi. Çok zeki, sürat-i intikal sahibi, haneberduş, muayyen fikirler besleyen bir adamdı... Kendi inancına göre haksız tanıdığı hususlar için herkesle kavga ederdi... Yaşayışı kimseye benzemezdi... Hemen hemen tanımadığı yoktu... Sevdiğine kul köle olur, sevmediğine ne amansız düşman kesilirdi. Fevkalade hazırcevaptı. Kıyafet Kanununun neşrinden bir müddet sonra tramvayda kendisiyle karşılaştım.  "Efendim, bilmem dikkat ettiniz mi? İlmiye sınıfı şapka kanunundan sonra hep melon şapka giyiyorlar, fötr giyen yok, acaba neden?" deyince hemen "cami kubbesine benzediği için" deyivermişti!...
Yıllar sonra bir gün Kadıköy vapurunda rastlamıştım. "Sizi hala huzura kavuşmuş göremiyorum. Siz ne istiyorsunuz, ne düşünüyorsunuz, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hala memnun değilsiniz?" diye sordum. Bana, "Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar... Aslında ortada ne hasta, ne hemşire, ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden ibarettir. İşte bizim cumhuriyetimiz de "Yaşasın Cumhuriyet" rolünden ibarettir" diye karşılık verdi! Hazılı bazılarına göre "sosyal demokrat" bir adamdı. Kendisi için "Komünist" diyenler de vardı. İhtimal ondan dolayı rejim düşmanı idi ki böyle söylüyordu...

Cumhuryetin "ilmiye sınıfı"ndan (!) Mahir İz Hoca'nın aklı ve ilmi ön planda tutan Sakallı Celal Bey'i "rejim düşmanı" gözüyle görmesini yadırgamamalı. Peki, Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık eden ve onun ülkeye getirdiği aydınlık ortamı bilen Ahmet Haşim ve Haldun Taner gibi edebiyatçılarımızın kalemlerine acaba neden düşmüştü Sakallı Celal Bey'in azametli gölgesi?

Hiç yorum yok: