
Mahir
İz, Sultaniye'ye dönüşen Ankara Lisesinde Sakallı Celal'in öğrencisidir ve yıllar
sonra anılarını kaleme alır, burada Sakallı Celal ile ilgili olumsuz
duygularını ve düşüncelerini anıları imiş gibi aktarırken, hocasını Cumhuriyet
ve Atatürk düşmanı olarak göstermekten imtina etmemiş, oysa cümle alem bilir ki,
Sakallı Celal el yazısıyla kaleme aldığı vasiyetinde de olduğu üzere, Atatürk'e
karşı inanılmaz bir sempati ve bağlılık beslemiştir, fakat bu temelde
Cumhuriyete ve Atatürk'e gerçek anlamda içten içe bir husumet besleyenler için bunları
yazmak sorun teşkil etmemekteydi. Sakallı Celal ile ilgili olumsuz anıları olan
az sayıda insanın olduğunu anlıyoruz ve bunlardan biri de Mahir İz demiştik ya,
işte kitaptan aynen aktarıyoruz o anıların anlatıldığı bölümü;
Bunca seveni ve sayanı olan
Sakallı Celal'i olumsuz biçimde tanıyıp tanıtmaya çalışanlarda çıkmıştır ve
bunlardan biri de Mahir İz'dir. Medine mollası ve Ankara kadısı Külhanizade
İsmail Abdülhalim Efendi'nin üçü küçük yaşta ölen dokuz çocuğundan bir olan ve
değişik öğrenim kurumlarında hocalık yapan Mahir İz'in, emekliye ayrılmadan
önceki son görevi İstanbul imam hatip okulu müdürlüğüydü ve demokrat partinin ünlü
Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin görevi bırakmadan önce imzaladığı son
kararname, "ilim yayma
cemiyeti" tarafından önüne getirilen, Mahir İz tayini kararnamesiydi...
"imtihanda bir mühendis
ile müdür muavini Sakallı Celal Bey mümeyyiz olarak bulunuyorlardı. iki sual
çektim. biri kamer ve safahat-ı kamer idi, anlattım. diğeri, nısfü'n-nehar-ı
rebii noktasının tayini idi.bu bahis müsellasata taallük ediyordu. benim
matematiğim zayıf olduğu için düsturları ezberlemiştim. Tahtaya geçtim ve
mahfüzatımı izahıyla birlikte tahtaya yazdım. mümeyyiz Celal Bey beni
dindarlığımdan ve diğer bazı sebeplerden dolayı sevmezdi. "bu ezberdir,
silsin, bir daha yapsın" dedi. ben sildim, tekrar aynını yazdım.
şaşıracağımı sanmıştı, canı sıkıldı. "yeter, çıkınız" dediler,
çıktım. imtihan odasında şiddetli
münakaşalar olmuş, mümeyyiz Sakallı Celal Bey beni ikmale bırakmak istemiş,
diğerleri ise yedi numara takdir etmişler. nihayet 6 numarada müşkilatla kabul
ettirmişler. yakayı kurtardık.
Celal Beyin bana olan
husumetinin şu hadiseden ileri geldiğini sanırım. Bize Fransızca dersine
gelirdi fakat derslerine muntazaman devam etmezdi. bir gün dersimiz Fransızca olduğundan
hoca gelmeyecek diye yine başka şeylerle meşguldük. Ben tahtaya her zaman
olduğu gibi arkadaşlarımın arzusu ile bir beyit yazmış, okuyup izah ediyordum!
tam o sırada ayak sesleri işittiğimiz için derhal yerlerimize oturduk. Celal
Bey, her zamanki gibi kolunda bir deste kitapla sınıfa girdi. Kitapları masaya
bıraktı, tahtaya bakıp henüz silmeye fırsat bulamadığım Muallim Naci'ye ait
beyti okudu ve "bunu kim yazdı" diye sordu. Arkadaşlar bana bakınca
haliyle "ben yazdım" dedim. "kimindir" dedi.
"naci'nin" diye cevap verdim. "başka adam bulamadın mı?"
deyince "münevver Fransızca bilen, açık fikirli bir adamdır" diye
cevap verdim. Karanlığa doğru açık
diye mukabelede bulunda. Bu muhavere hoşuma gitmedi, ayrıca babamın Ankara Kadısı
olduğunu da biliyordu. Müftinin yeğeni ile bana karşı çok haşin tavırlar almaya
başladı. Sebebi iki Müslüman çocuğu olup dini inançlarımızın sağlam
bulunuşundandı. Bizim de ona karşı sırf bu yüzden antipatimiz vardı. Son derece
materyalist olup dindarlara musallattı. Daha evvel yine bu mizacından dolayı
Üsküp'ten, arkasından teneke çalarak kaçırdıklarını Üsküplü arkadaşlar
anlatmışlardı!. Mektepte aynı zamanda müdür-i sani yani baş muavin olan bu zat fizik ilimine meraklı olup Fransız
ihtilalini ve Fransızca'yı çok iyi bilirdi. Çok zeki, sürat-i intikal
sahibi, haneberduş, muayyen fikirler besleyen bir adamdı... Kendi inancına göre
haksız tanıdığı hususlar için herkesle kavga ederdi... Yaşayışı kimseye
benzemezdi... Hemen hemen tanımadığı yoktu... Sevdiğine kul köle olur,
sevmediğine ne amansız düşman kesilirdi. Fevkalade hazırcevaptı. Kıyafet Kanununun
neşrinden bir müddet sonra tramvayda kendisiyle karşılaştım. "Efendim, bilmem dikkat ettiniz mi?
İlmiye sınıfı şapka kanunundan sonra hep melon şapka giyiyorlar, fötr giyen
yok, acaba neden?" deyince hemen "cami
kubbesine benzediği için" deyivermişti!...
Yıllar sonra bir gün Kadıköy
vapurunda rastlamıştım. "Sizi hala huzura kavuşmuş göremiyorum. Siz ne
istiyorsunuz, ne düşünüyorsunuz, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin
hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hala memnun değilsiniz?" diye
sordum. Bana, "Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? Perde açılır, karyolaya
uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz
sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar... Aslında ortada ne
hasta, ne hemşire, ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden
ibarettir. İşte bizim cumhuriyetimiz de "Yaşasın Cumhuriyet" rolünden
ibarettir" diye karşılık verdi! Hazılı bazılarına göre "sosyal
demokrat" bir adamdı. Kendisi için "Komünist" diyenler de vardı.
İhtimal ondan dolayı rejim düşmanı idi ki böyle söylüyordu...
Cumhuryetin "ilmiye sınıfı"ndan
(!) Mahir İz Hoca'nın aklı ve ilmi ön planda tutan Sakallı Celal Bey'i
"rejim düşmanı" gözüyle görmesini yadırgamamalı. Peki, Cumhuriyetin
kuruluşuna tanıklık eden ve onun ülkeye getirdiği aydınlık ortamı bilen Ahmet
Haşim ve Haldun Taner gibi edebiyatçılarımızın kalemlerine acaba neden düşmüştü
Sakallı Celal Bey'in azametli gölgesi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder