"Fareli köyün kavalcısı" hikayesi
hemen hemen herkes tarafından bilinir, ve zaman zaman "goygoy"luğumuzun
ispatı hatırına binaen de zikredilen görüşün kuvvetlendirilmesi ya da daha iyi
anlatılabilmesi adına anlatılan, eskiden ilkokul Türkçe ders kitaplarında da
bulunan bir hikayedir. Konu Almanya'nın Aşağı-Saksonya eyaletinin Hameln
kasabasında 16. yüzyılda kasabanın fareler tarafından istila edilmesinin hikaye
edilmesi olup, başta Grimm Kardeşler, Johann Wolfgang von Goethe ve Robert
Browning olmak üzere pek çok yabancı ve yerli yazarın eserlerinde, farklı coğrafya
ve dönemleri baz alınarak birer efsane olarak yer aldığı bilinmektedir.
Şimdi mezkur efsaneyi bir de ben yazarak,
Almanya'nın 16. yüzyılına değineyim dedim... Çok şükür artık bunlar 16.
yüzyılda kaldı, günümüzde artık ne kasabalarda, ne ülkelerde, ne belediyelerde
ve ne de iktidarlarda kavalı bu kadar güçlü insanlar yaşamamaktadırlar. Artık
kentlerimizde fare de mezkur miktarlarda üreyememektedir, çok şükür...
Masalımıza efsane girizgah ile başlayalım...
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde,
kalbur zaman içinde develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin
beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam bana melül melül bakar iken, nenem
daha doğmamış iken; Almanya denen ülkede Hameln adında bir kasaba varmış. Hameln
kasabasının halkı fakir ama mutluluk içinde yaşar iken, kasaba evlerinin
kilerlerinin erzak ile dolu olduğu günlerde, mutluluklarını zedeleyecek
miktarda kasabanın bütün evlerine fareler dolmuş. Binlerce fare kasabanın
sokaklarında, evlerinde dolaşıyormuş. ev sahipleri yatak odasına gitseler,
mutfağa girseler ortalık fareden geçilmiyormuş. Fareler evlerde ne bulurlarsa
yiyorlar, yatağa yorgana hatta insana saldırıyormuş. Halk ne yapacağını şaşırıp
kalmış. Kasabanın yöneticisinden bu işe acilen bir çare bulmasını isterler, ama
yöneticisinin de elinden bir şey gelmiyormuş, artık kasabanın adı fareli
kasabaya çıkar ve herkes tarafından bilinir hale gelmiş.
Bir
gün fareli kasabaya bir kavalcı gelir, kasabanın yöneticisine; "Eğer bana 51 kese altın verirseniz,
köyü farelerden temizlerim" der, tüm kasaba halkı bu habere sevinir,
ne de olsa artık, kilerlerdeki erzak fareler tarafından yenmeyecek, sokaklar
artık pislik içinde olmayacak, en önemlisi de çocukların sağlık problemleri bu
kadar olmayacaktır. Yöneticinin delaleti ile salma usulü ile ahaliden kavalcının
istediği 51 kese altını toparlamış ve kavalcıya farelerin def edilmesini
müteakip verilmek üzere emanete alınır. Kavalcı isteğinin kabul edildiğini
öğrenir öğrenmez, başlar sihirli kavalını üflemeye, kavaldan öyle sihirli ve tatlı,
öyle güzel ve ahenkli sesler çıkar ki, fareler saklandıkları yerlerden akın
akın çıkarak kavalcının yanına geliyorlarmış. Kısa bir sürede kavalcının
sihirli üflemesi ile etrafı yüzbinlerce fare ile dolar, kasabadaki tüm fareler kavalcının etrafında toplandığı anda kavalcı
yürümeye başlar, kasabaya gelirken yolda görmüş olduğu dereye doğru yürür,
kavalcı önde kavalını sihirli sihirli üflüyor, fareler peşinden tıpış tıpış geliyormuş.
Kavalcı nihayetinde dere kenarına gelir ve suyun içine yürür, derede o kadar hızlı akan ve çok miktarda su varmış ki, kavalcının ardından suya giren
tüm fareler ölür... Kavalcı tüm farelerin öldüğünden emin olunca, köye hemen
geri döner, kasabayı farelerden temizlemiş olmanın sevinci ve gururu ile ve
anlaştıkları biçimiyle de hakkı olduğunu bildiği ödülünü ister, "51 kese
altınımı alırım, altınlarla şehre gider, işimi kurarım. Bende zengin insanlar
arasına katılır ve rahat yaşamaya başlarım" diye hayal kurmuş. Bu düşüncelerle
kasabanın yöneticisinin yanına varan çalgıcı ödülünü ister, yönetici oyun
bozanlık yapar, "Nasıl olsa farelerden kurtulduk, 51 kese altını vermesem
olur" diye düşünür, kavalcıya çeşitli nedenler göstererek altınlarını
vermez. Kavalcı kandırıldığını anlayınca, "Ben de size bir oyun oynayayım da görün"
diyerek, başlamış kavalını sihirli sihirli üflemeye, kavalın sihirli sesini
duyan tüm çocuklar kavalcının etrafında toplanır, kavalcı hem kavalını üfler,
hem de yürümeye başlar, kavalcı yürümeye başlayınca sihirli kavalın büyüsüne
kapılan çocuklarda düşer kavalcının peşine, kasabada tek bir çocuk kalmaz.
Analar babalar kara kara düşünmeye başlarlar, yöneticiye gidip; "Ne yapıp,
ne edeceğiz. sen kavalcının hakkı olan 51 kese altını vermeliydin. Bak şimdi çocuklarımızı
aldı götürdü" derler. Kavalcı ise kızgın kızgın, peşinde çocuklarla
birlikte ormana varır, kavalcı yaşanan yorgunluk neticesinde bir ağacın altında
uykuya dalar, kavalı elinden düşer, çocuklardan zeki olan biri hemen kavalı
eline alır ve üflemeye başlar, peşine takılan çocuklarla birlikte düşerler
köyün yoluna, hemen kasabaya annelerin babalarının yanına dönerler. Yeterince
uyuyup uyanan, kavalın sahibi, bakar ki çocuklar yok, telaşla köye döner, ahaliden
zılgıtı yemiş yönetici bir daha riske girmez bu konuda ve kavalcının ödülünü
verir, ahali de kavalcı da mutludur, gayri. Onlar erer muradına, biz çıkarız
kerevetine. Ve dileriz ki bu masal gibi tüm karabasana dönüşen diğer masallarda
böyle mutlu sonlanır...
Kim yönetici, kim kavalcı, kaval nerde, kedi
yok mu, kedi varsa bu kadar fare neden var, kedi yoksa neden yok, çocuk kim,
neden kavalını sesine uyar da kasabayı terk eder, vs. vs.
Masal masal olmasına da, dünyamızda elinde tek enstrümanı kaval olan o kadar çok kavalcı var ki, inanılır gibi değil... Futbol, ekonomi, siyaset, bilim, tarım dünyasında sayılamayacak kadar çok... Allah verdikçe veriyor... Hatta bunların en meşhuru da futbol dünyasından idi, nam-ı diğer dürülülü, vs vs. Artık diğerlerini de herkes içinden söylesin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder