Pazartesi, Nisan 03, 2017

KORE MEKTUPLARI

Canım Yurdumun yurt dışına asker gönderme konusundaki ilk deneyimi "Kore savaşı" adı altında, kimilerine göre zafer, kimilerine göre ise hezimet olan ve aslında canım yurdumun dönem itibari ile yöneticilerinin; 2. paylaşım savaşının emperyalist blok tarafındaki muzaffer devletlerinden ABD'ye yaranma, yapışma ya da sığınma saikleri ve temelde de, Truman ya da Marshall yardımlarından faydalanarak memleketi yardım sahiplerinin sufle ve istemleri doğrultusunda bir evrime tabi tutarken ne kadar antikomünist olduklarının ispatına matuf uğraşı, mezkur nema ve mamalar sayesinde de kendi iktidar ömürlerinin uzun tutulabilmesi peşindedirler. Onların umurunda değildir, toplumun bağrında şehitler ve gaziler üstünden oluşan travmalar, insan psikolojisinin ve konsantrasyonun hem de kendisini hiçte ilgilendirmeyen bir savaş yüzünden derinden etkilenerek heder ediliyor olması, onlar için yegane önemli şey, şahsî menfaatlerinin, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edilmesidir.

Neyse, asıl maksada gelelim, yazının başlığını oluşturan; "Kore mektupları" adlı kitabın yazarı Gündoğdu Kayal'ın anılarından oluşan ve aile ve akraba efradı ile mektuplaşmaları üstünden, savaş sonrası dönem olmakla birlikte, hem canım yurdumdaki genel hava, hem de insanların savaşa bakışları, hem de seyahat esnasındaki gözlemleri ve tespitleri çok ilginç tablolar oluşturmaktadır. Öğretmen emeklisi babanın esnaflığa soyunması ile oluşan ticari hayat ve bağlı sorunlar, kendisi ve abisi üstünden askeri zümrenin durumu ve oluşan hakim zihniyet ve hayat tarzı, ABD hayranlığı, Irak darbesinin canım yurduma yansımaları, tüm cilalamalara rağmen sırıtan Menderes döneminin günü kurtarma politikaları ile gelinen nokta.

Kitapta enteresan anılar bulunmakta olup benim için en şaşırtıcı olanı ise, savaşın sona ermiş olduğu dönemde, gönüllü olarak Kore'ye asker giden yazarın ailesine, anladığım kadarı ile her türlü işlerde kullanılmak üzere, "emir eri" adı altında "hizmet eri" tahsis edilmiş olmasıdır, oysa bizim bildiğimiz "emir eri" uygulaması belli bir komuta düzeyindeki subayların tamamen üzerinden yük alma kabilinden sayılabilecek düzeyde şahsi işlerinin deruhte edilmesinden ibaret iken, buradan anlıyoruz ki, subayın anne ve babasının evinde bulaşık yıkama faaliyetlerine kadar en geniş maksada matuf oluşudur. Diğer taraftan tüm sağ iktidarlarda olduğu üzere, popüler uygulamalar ile mali disiplin, plan ve programların göz ardı edilmesidir ki sonuçları, üstelikte izlenen harici ve dahili tüm politikalardan memnun olan babanın oğluna yazdığı mektupta şu şekilde yer buluyor; "iflaslar, protestolar, hercümerç içinde kalan ticaret ve sanayi beni de şaşırtmış bir haldedir,. Bankalar alacaklarını, muameleye tevessülle istiyor, hatta tediyede kolaylığa dahi yanaşmıyorlar. Doların 9 (dokuz) liraya iblağı Burhan'ın ideallerine bir Çin seddi çekmiştir. 4.260 liraya 1952'de aldığım makine, bugün 18.600 liraya etiket taşıyor..... Gıda maddelerini hiç sorma. Milli koruma mevzuatı (tüm sağcılar tarafından bilahare aleyhte kullanılmıştır) çerçevesinde serbest bırakılan pirinç 4, fasulye 5, zeytinyağı 10 liradır. Çok şeylerin karaborsanın kat kat fevkine yükselmesi, hayat şartlarını vahim bir hale koymuştur." Görüldüğü üzere, bugün bize hala nurlu ufuklar diye kakalanmaya çalışılan dönemin, üstelikte bir taraftar tarafından nasıl tekzip niteliğinde anlatıldığı ortadadır, işte aklı kullanmada basiretsizlik öne çıkarsa, doğruları eğri, eğrileri doğru diye kolaylıkla yuttururlar adama... Mezkur kitapta, farklı farklı dönemlere ait çok ciddi yakınmalar vardır, bu mealde... Ama aynı iktidar, toplumda oluşan memnuniyetsizliği yumuşatmak üzere, 1959 yılında, maaşlara %100 zam yapmayı kararlaştırır, babanın mektubunda da konu aynen, "maaşlara yüzde yüz zam konusundaki Kanun lahiyası meclise verilmiş, Zabitanın tayin bedellerine de yüzde elli zam kabul etmişler" biçimi ile geçmektedir.

Kitap, dönemin en önemli iletişim aracı olan mektuplar vasıtası ile, özel ilişkilerin detaylı anlatılması, yurt dışından temin edilmesi gereken gereçlere, gezilen görülen yerlerin görmeyenlere aktarılması gibi görünüyor olsa da, bence en önemli tarafı, canım yurdumun yönetiminin Menderes döneminde ABD'ye nasıl ihale edildiği ya da edilmek istendiği ile başlayan, bilahare de ABD'nin soğuk savaş belası, yalanları ve politikaları ile canım yurdumun başını nasıl belaya soktuğunun arka planıdır adeta... Bunu da yazar; " Kore'deyken Türkiye'deki yarınlarım için zihnimde oluşan, ailemden mektuplarla desteklenen, telkinlerle şekillenmiş projelerim; bunlara dayalı düşüncelerim, hayallerim döner dönmez bir sis bulutunun gerisinde sönüverdi. Kore'ye gitmezden önce ve sonrasında iki lira seksen kuruş olan doların Kore'ye varışımdan yaklaşık bir ay sonra dokuz lira üç kuruşa yükselmesi, Türkiye'de yıkım yaratmıştı." diyerek özetlemiştir. Oysa ki yazar; Kore'de bulunmasını başlardaki mektuplarında; "... insanlık, demokrasi, hürriyet ve Birleşmiş Milletler idealleri uğruna" diye anlatmıştır. Bir diğer önemli not ise, yerli kaynaklarımızda 750 olarak verilen şehit sayısının, Kore'deki bir anıtta 1005 olarak gösterilmiş olmasıdır.

Şimdilerde aynı, ABD Orta Doğu'da taşeronları ile birlikte, Kore'ye getirmiş olduğu "demokrasi ve hürriyeti" getirmekle meşgul iken yazar da Seferihisar'daki evinde artık Nazım Hikmet şiirleri ile tanışmışlıktan mülhem bir şiir yazar. Ve der ki; Nazım Hikmet bugün bile haklı çıktı.

Yirmi yaşlarında bir tane insandım ben,
Erkek,
Ağzım burnum, elim ayağım yerinde,
Üniformam, otomatiğim üzerimde,
Yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
İnsanlık ve Birleşmiş Milletler idealleri uğruna.

 

Hiç yorum yok: