Canım
Yurdumun yurt dışına asker gönderme konusundaki ilk deneyimi "Kore savaşı" adı altında,
kimilerine göre zafer, kimilerine göre ise hezimet olan ve aslında canım
yurdumun dönem itibari ile yöneticilerinin; 2. paylaşım savaşının emperyalist
blok tarafındaki muzaffer devletlerinden ABD'ye yaranma, yapışma ya da sığınma
saikleri ve temelde de, Truman ya da Marshall yardımlarından faydalanarak memleketi
yardım sahiplerinin sufle ve istemleri doğrultusunda bir evrime tabi tutarken
ne kadar antikomünist olduklarının ispatına matuf uğraşı, mezkur nema ve
mamalar sayesinde de kendi iktidar ömürlerinin uzun tutulabilmesi
peşindedirler. Onların umurunda değildir, toplumun bağrında şehitler ve gaziler
üstünden oluşan travmalar, insan psikolojisinin ve konsantrasyonun hem de
kendisini hiçte ilgilendirmeyen bir savaş yüzünden derinden etkilenerek heder
ediliyor olması, onlar için yegane önemli şey, şahsî menfaatlerinin,
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edilmesidir.
Neyse,
asıl maksada gelelim, yazının başlığını oluşturan; "Kore mektupları" adlı kitabın yazarı Gündoğdu Kayal'ın
anılarından oluşan ve aile ve akraba efradı ile mektuplaşmaları üstünden, savaş
sonrası dönem olmakla birlikte, hem canım yurdumdaki genel hava, hem de
insanların savaşa bakışları, hem de seyahat esnasındaki gözlemleri ve
tespitleri çok ilginç tablolar oluşturmaktadır. Öğretmen emeklisi babanın
esnaflığa soyunması ile oluşan ticari hayat ve bağlı sorunlar, kendisi ve abisi
üstünden askeri zümrenin durumu ve oluşan hakim zihniyet ve hayat tarzı, ABD
hayranlığı, Irak darbesinin canım yurduma yansımaları, tüm cilalamalara rağmen
sırıtan Menderes döneminin günü kurtarma politikaları ile gelinen nokta.
Kitapta
enteresan anılar bulunmakta olup benim için en şaşırtıcı olanı ise, savaşın
sona ermiş olduğu dönemde, gönüllü olarak Kore'ye asker giden yazarın ailesine,
anladığım kadarı ile her türlü işlerde kullanılmak üzere, "emir eri"
adı altında "hizmet eri" tahsis edilmiş olmasıdır, oysa bizim
bildiğimiz "emir eri" uygulaması belli bir komuta düzeyindeki
subayların tamamen üzerinden yük alma kabilinden sayılabilecek düzeyde şahsi işlerinin
deruhte edilmesinden ibaret iken, buradan anlıyoruz ki, subayın anne ve
babasının evinde bulaşık yıkama faaliyetlerine kadar en geniş maksada matuf
oluşudur. Diğer taraftan tüm sağ iktidarlarda olduğu üzere, popüler uygulamalar
ile mali disiplin, plan ve programların göz ardı edilmesidir ki sonuçları, üstelikte
izlenen harici ve dahili tüm politikalardan memnun olan babanın oğluna yazdığı
mektupta şu şekilde yer buluyor; "iflaslar, protestolar, hercümerç içinde
kalan ticaret ve sanayi beni de şaşırtmış bir haldedir,. Bankalar alacaklarını,
muameleye tevessülle istiyor, hatta tediyede kolaylığa dahi yanaşmıyorlar.
Doların 9 (dokuz) liraya iblağı Burhan'ın ideallerine bir Çin seddi çekmiştir.
4.260 liraya 1952'de aldığım makine, bugün 18.600 liraya etiket taşıyor.....
Gıda maddelerini hiç sorma. Milli koruma mevzuatı (tüm sağcılar tarafından
bilahare aleyhte kullanılmıştır) çerçevesinde serbest bırakılan pirinç 4,
fasulye 5, zeytinyağı 10 liradır. Çok şeylerin karaborsanın kat kat fevkine
yükselmesi, hayat şartlarını vahim bir hale koymuştur." Görüldüğü üzere,
bugün bize hala nurlu ufuklar diye kakalanmaya çalışılan dönemin, üstelikte bir
taraftar tarafından nasıl tekzip niteliğinde anlatıldığı ortadadır, işte aklı
kullanmada basiretsizlik öne çıkarsa, doğruları eğri, eğrileri doğru diye
kolaylıkla yuttururlar adama... Mezkur kitapta, farklı farklı dönemlere ait çok
ciddi yakınmalar vardır, bu mealde... Ama aynı iktidar, toplumda oluşan
memnuniyetsizliği yumuşatmak üzere, 1959 yılında, maaşlara %100 zam yapmayı
kararlaştırır, babanın mektubunda da konu aynen, "maaşlara yüzde yüz zam
konusundaki Kanun lahiyası meclise verilmiş, Zabitanın tayin bedellerine de
yüzde elli zam kabul etmişler" biçimi ile geçmektedir.
Kitap,
dönemin en önemli iletişim aracı olan mektuplar vasıtası ile, özel ilişkilerin
detaylı anlatılması, yurt dışından temin edilmesi gereken gereçlere, gezilen
görülen yerlerin görmeyenlere aktarılması gibi görünüyor olsa da, bence en
önemli tarafı, canım yurdumun yönetiminin Menderes döneminde ABD'ye nasıl ihale
edildiği ya da edilmek istendiği ile başlayan, bilahare de ABD'nin soğuk savaş
belası, yalanları ve politikaları ile canım yurdumun başını nasıl belaya
soktuğunun arka planıdır adeta... Bunu da yazar; " Kore'deyken
Türkiye'deki yarınlarım için zihnimde oluşan, ailemden mektuplarla desteklenen,
telkinlerle şekillenmiş projelerim; bunlara dayalı düşüncelerim, hayallerim
döner dönmez bir sis bulutunun gerisinde sönüverdi. Kore'ye gitmezden önce ve
sonrasında iki lira seksen kuruş olan doların Kore'ye varışımdan yaklaşık bir
ay sonra dokuz lira üç kuruşa yükselmesi, Türkiye'de yıkım yaratmıştı."
diyerek özetlemiştir. Oysa ki yazar; Kore'de bulunmasını başlardaki
mektuplarında; "... insanlık, demokrasi, hürriyet ve Birleşmiş Milletler
idealleri uğruna" diye anlatmıştır. Bir diğer önemli not ise, yerli
kaynaklarımızda 750 olarak verilen şehit sayısının, Kore'deki bir anıtta 1005
olarak gösterilmiş olmasıdır.
Şimdilerde
aynı, ABD Orta Doğu'da taşeronları ile birlikte, Kore'ye getirmiş olduğu
"demokrasi ve hürriyeti" getirmekle meşgul iken yazar da
Seferihisar'daki evinde artık Nazım Hikmet şiirleri ile tanışmışlıktan mülhem
bir şiir yazar. Ve der ki; Nazım Hikmet bugün bile haklı çıktı.
Yirmi
yaşlarında bir tane insandım ben,
Erkek,Ağzım burnum, elim ayağım yerinde,
Üniformam, otomatiğim üzerimde,
Yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
İnsanlık ve Birleşmiş Milletler idealleri uğruna.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder