"Kim
tarımla kalkınmış?", "Sanayiyi bırakıp, tarımla mı yetinelim?"
"Ucuz üreten
başka ülkeler varken, patatesi, soğanı, pamuğu muzu, sütü, eti biz neden
üretelim?", "Otomobil yerine patates üretmeye devam mı edelim?"…
Bu sözler dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ait olup, Sakarya Ovasına
TOYOTA Otomobil fabrikasının yer seçimi döneminde bürokrasi içerisinde direnen
bir takım unsurları direnemez hale getirmek için, hamaset kabilinden TV’lerde,
Radyolarda, mitinglerde, yerel yöneticilerin, hükümetin, sendikanın ve halkın
fabrikanın yapımına destek verdiği beyanı ile özellikle de gariban halkı gaza
getirme planı doğrultusunda verdi mehteri, verdi mehteri, verdi de verdi… Mehter
ile mest edilen necip milletimiz de, hem de sanki otomobil fabrikasının patronu
edası ile muarızlara karşı yer yer saldırgan tutumlar bile takındı… Oysa ki,
dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bürokrasisi, sulanabilir birinci sınıf
tarım toprağının sanayi bölgesi olarak değerlendirilmesine şiddetle karşı
çıkar, aynı bölgede 11 yer (yazı ile onbir yer) alternatifli olarak
önerilir, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının Bürokrasiye uyarak izin vermemesi üzerine de, hiç ilgisi alakası
olmayan Yüksek Planlama Kuruluna bir karar aldırılır, mezkur bakanlık ve de
direnen bürokrasi bypass edilerek, otomobil fabrikası inşa edilmesinin önü
açılır.
SONUÇ
canım yurdum “Patates ithal” eden
ülke konumuna geldi, hem de nereden dersiniz, Yunanistan’dan… Sarımsak Çin’den,
Pamuk Mısır’dan, vs vs… Ne diyelim şimdi…
Peki,
akıl zedelenmesi bununla sınırlı mı, zinhar… Bilahare, aynı Ulu Türk büyüğümüz,
Süleyman Bey, FORD Otomobil tesisi için, yine arazinin, jeolojik yapısı göz
ardı edilerek, ekolojik ve tarımsal önemi yok sayılarak, direnen ziraat, inşaat
ve jeoloji mühendislerini baskı altında tutabilmek, gariban halkın karşısına
hedef olarak oturtacak bir yaklaşım göstererek, "Türkiye’nin sesini
duydunuz, benim sesim zaten belli, eğer bu sazlık bataklık araziyi, bu tesis
için vermezseniz, ben Çankaya Köşkü'nün bahçesini vermeye hazırım" diye
konuşmuş idi. Sonuç ortada… Hani kısaca değinelim, bu Ulu Türk Büyüğü aynı
zamanda dönemin çok önemli bir miktarı sayılacak parayı da, “verdiysem ben
verdim, kime ne” diyerek, sanki babasının parası imiş de, o parayı usulsüz
satışa havale etmiş idi…
Peki;
bunlar dündü ve bugüne örnek teşkil etmez diyeceğiz ama o da ne, bir başka Ulu
Türk Büyüğü, “Zeytin mi daha önemli
yapılacak tesis mi daha önemli Türkiye'nin geleceği açısından?” Ne diyelim
şimdi… Valla laf tükendi… Sınırlı da olsa bir kesim ki, onlar bu işin
radikalleridir ve sürekli “zeytin ağacı,
Yahudi ağacıdır” deyip dururlar, bekliyoruz ki karikatürize ederek
söylüyorum, taa dünyanın öteki ucunda sokak çocukların bile oyunlarına müdahale
edenler bu subukluğa dur desinler, nerde, bırakın, durun oturun oturduğunuz
yerde, abuk-subuk konuşmayın demeyi, görünen o ki, çaktırmadan ellerini
ovuşturarak durumun keyfini çıkarmaya çalışıyorlar. Peki, bu abilerin içten içe
sevinç naraları atıyor olmalarını anlıyoruz da, Yahudileri anlamıyoruz, neden
duruma itiraz etmezler, ki o Yahudiler, eften püften nedenler ileri sürerek Filistin’de
çocukların bile kollarını taş ile vurarak kıranlar olsun.
Yol
güzergah seçimleri, HES seçimleri, RES seçimleri, Endüstriyel Tesis inşa alanı
seçimleri, sanayi site alanlarının seçimleri, maden arama tercihleri, imara
açılan bölgelerin tayinleri konusunda yapılan “kamu yararı gözetilmektedir”
izahlı, “acil kamulaştırma”
tatbikatına dayalı hatalar neticesinde, gıda üretiminde ve güvenliğinde
yitirilen büyük irtifa, kaybedilen kendi kendine yeterlilik iddiaları, toprak
kirlenmesi, erozyonun olumsuz etkileri vs. toprak-tarım-çevre-kalkınma
olgularının, akşam akla geldiği biçimi ile liyakatsız ve öğrenimi bol ama
eğitimi nerdeyse sıfır ekiplerce değerlendirilmesi neticesi, tarımsal üretim
düşmüş, hayvansal üretim düşmüş, çevre kirlenmiş, vs vs… Ne gam, ne keder… Bir
takım andevüller hala tarımla kalkınma mı olurmuş deyip ortalıkta, göbeklerini
kaşıyarak dolaşırlar.
Ne
demiş Kızılderili Kabile reisi Seattle; “Son
ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam
paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”. Bu sözün önünde saygı ile
eğiliyorum ve bugünkü deve dişi kabilinden abilere, hem de koca koca
üniversiteler bitirdikleri iddiasıyla ortalıkta gerdan kırarak dolaşanlara asla
ve kat’a örnek teşkil etmeyeceğini bilerek.
Hani
şimdilerde Katar savunuculuğunun paraya tahvilinin en kolay günleri ya, çıkıp
bilmem kaç milyar m3 doğalgazları var, kişi başına 130.000 ABD Doları GSMH’ya
sahipler gibi, at atabildiğin kadar kimsenin ölçemeyeceği miktarlar ile konuş… Ama
bu zevat, Hollanda gibi canım Yurdumun yüzölçüm bazında 20 de biri olup,
tarımsal ihracattan yıllık yaklaşık 150 milyar dolar gelir ettiğini söylemez,
bilmezler mi domuz gibi bilirler ama işlerine gelmez…. Eeee be hocalarım, eyyyy
çok bilmişlerim, Katar’a konulan ambargo ile 2 günde (yazı ile iki günde)
inanılmaz bir gıda krizi yaşandığını biliyor musunuz, biliyorsunuz, dua
etsinler hayvancılığı dibe vurmuş canım yurduma da, muhteremlere ilk etapta
hava yolu ile 400 büyükbaş hayvan başta olmak üzere gıda malzemeleri gönderdiler
de, gıda krizi geçici çözüldü… Tüm bunlar övendire ola bata diye beklenir ama
nerde… Aaaa bunlar doğru değil mi diyorsunuz, açarsınız muvafık ya da muarız
tüm matbuatı da, lütfeder bakarsınız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder