Çarşamba, Haziran 28, 2017

TARTIŞMASIZ TARIM ÇOK ÖNEMLİ

"Kim tarımla kalkınmış?", "Sanayiyi bırakıp, tarımla mı yetinelim?" "Ucuz üreten başka ülkeler varken, patatesi, soğanı, pamuğu muzu, sütü, eti biz neden üretelim?", "Otomobil yerine patates üretmeye devam mı edelim?"… Bu sözler dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ait olup, Sakarya Ovasına TOYOTA Otomobil fabrikasının yer seçimi döneminde bürokrasi içerisinde direnen bir takım unsurları direnemez hale getirmek için, hamaset kabilinden TV’lerde, Radyolarda, mitinglerde, yerel yöneticilerin, hükümetin, sendikanın ve halkın fabrikanın yapımına destek verdiği beyanı ile özellikle de gariban halkı gaza getirme planı doğrultusunda verdi mehteri, verdi mehteri, verdi de verdi… Mehter ile mest edilen necip milletimiz de, hem de sanki otomobil fabrikasının patronu edası ile muarızlara karşı yer yer saldırgan tutumlar bile takındı… Oysa ki, dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bürokrasisi, sulanabilir birinci sınıf tarım toprağının sanayi bölgesi olarak değerlendirilmesine şiddetle karşı çıkar, aynı bölgede 11 yer (yazı ile onbir yer) alternatifli olarak önerilir,  Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Bürokrasiye uyarak izin vermemesi üzerine de, hiç ilgisi alakası olmayan Yüksek Planlama Kuruluna bir karar aldırılır, mezkur bakanlık ve de direnen bürokrasi bypass edilerek, otomobil fabrikası inşa edilmesinin önü açılır.
SONUÇ canım yurdum “Patates ithal” eden ülke konumuna geldi, hem de nereden dersiniz, Yunanistan’dan… Sarımsak Çin’den, Pamuk Mısır’dan, vs vs… Ne diyelim şimdi…

Peki, akıl zedelenmesi bununla sınırlı mı, zinhar… Bilahare, aynı Ulu Türk büyüğümüz, Süleyman Bey, FORD Otomobil tesisi için, yine arazinin, jeolojik yapısı göz ardı edilerek, ekolojik ve tarımsal önemi yok sayılarak, direnen ziraat, inşaat ve jeoloji mühendislerini baskı altında tutabilmek, gariban halkın karşısına hedef olarak oturtacak bir yaklaşım göstererek, "Türkiye’nin sesini duydunuz, benim sesim zaten belli, eğer bu sazlık bataklık araziyi, bu tesis için vermezseniz, ben Çankaya Köşkü'nün bahçesini vermeye hazırım" diye konuşmuş idi. Sonuç ortada… Hani kısaca değinelim, bu Ulu Türk Büyüğü aynı zamanda dönemin çok önemli bir miktarı sayılacak parayı da, “verdiysem ben verdim, kime ne” diyerek, sanki babasının parası imiş de, o parayı usulsüz satışa havale etmiş idi…

Peki; bunlar dündü ve bugüne örnek teşkil etmez diyeceğiz ama o da ne, bir başka Ulu Türk Büyüğü, “Zeytin mi daha önemli yapılacak tesis mi daha önemli Türkiye'nin geleceği açısından?” Ne diyelim şimdi… Valla laf tükendi… Sınırlı da olsa bir kesim ki, onlar bu işin radikalleridir ve sürekli “zeytin ağacı, Yahudi ağacıdır” deyip dururlar, bekliyoruz ki karikatürize ederek söylüyorum, taa dünyanın öteki ucunda sokak çocukların bile oyunlarına müdahale edenler bu subukluğa dur desinler, nerde, bırakın, durun oturun oturduğunuz yerde, abuk-subuk konuşmayın demeyi, görünen o ki, çaktırmadan ellerini ovuşturarak durumun keyfini çıkarmaya çalışıyorlar. Peki, bu abilerin içten içe sevinç naraları atıyor olmalarını anlıyoruz da, Yahudileri anlamıyoruz, neden duruma itiraz etmezler, ki o Yahudiler, eften püften nedenler ileri sürerek Filistin’de çocukların bile kollarını taş ile vurarak kıranlar olsun.

Yol güzergah seçimleri, HES seçimleri, RES seçimleri, Endüstriyel Tesis inşa alanı seçimleri, sanayi site alanlarının seçimleri, maden arama tercihleri, imara açılan bölgelerin tayinleri konusunda yapılan “kamu yararı gözetilmektedir” izahlı, “acil kamulaştırma” tatbikatına dayalı hatalar neticesinde, gıda üretiminde ve güvenliğinde yitirilen büyük irtifa, kaybedilen kendi kendine yeterlilik iddiaları, toprak kirlenmesi, erozyonun olumsuz etkileri vs. toprak-tarım-çevre-kalkınma olgularının, akşam akla geldiği biçimi ile liyakatsız ve öğrenimi bol ama eğitimi nerdeyse sıfır ekiplerce değerlendirilmesi neticesi, tarımsal üretim düşmüş, hayvansal üretim düşmüş, çevre kirlenmiş, vs vs… Ne gam, ne keder… Bir takım andevüller hala tarımla kalkınma mı olurmuş deyip ortalıkta, göbeklerini kaşıyarak dolaşırlar.

Ne demiş Kızılderili Kabile reisi Seattle; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”. Bu sözün önünde saygı ile eğiliyorum ve bugünkü deve dişi kabilinden abilere, hem de koca koca üniversiteler bitirdikleri iddiasıyla ortalıkta gerdan kırarak dolaşanlara asla ve kat’a örnek teşkil etmeyeceğini bilerek.


Hani şimdilerde Katar savunuculuğunun paraya tahvilinin en kolay günleri ya, çıkıp bilmem kaç milyar m3 doğalgazları var, kişi başına 130.000 ABD Doları GSMH’ya sahipler gibi, at atabildiğin kadar kimsenin ölçemeyeceği miktarlar ile konuş… Ama bu zevat, Hollanda gibi canım Yurdumun yüzölçüm bazında 20 de biri olup, tarımsal ihracattan yıllık yaklaşık 150 milyar dolar gelir ettiğini söylemez, bilmezler mi domuz gibi bilirler ama işlerine gelmez…. Eeee be hocalarım, eyyyy çok bilmişlerim, Katar’a konulan ambargo ile 2 günde (yazı ile iki günde) inanılmaz bir gıda krizi yaşandığını biliyor musunuz, biliyorsunuz, dua etsinler hayvancılığı dibe vurmuş canım yurduma da, muhteremlere ilk etapta hava yolu ile 400 büyükbaş hayvan başta olmak üzere gıda malzemeleri gönderdiler de, gıda krizi geçici çözüldü… Tüm bunlar övendire ola bata diye beklenir ama nerde… Aaaa bunlar doğru değil mi diyorsunuz, açarsınız muvafık ya da muarız tüm matbuatı da, lütfeder bakarsınız…

Hiç yorum yok: