Pazartesi, Ocak 08, 2018

TENİMDEKİ ÜLKE NİKARAGUA


Adım attığı genç kızlık girişinin küçük burjuva, nihayetinde de Nikaragua’nın özgürleşme sürecinde başından sonuna devrimci yaşam, deyim yerinde ise bluejean ve tshirtle başlayan, haki askeri elbise ve postallarla nihayetlenen bir yaşam ve şair ve yazar, Gioconda Belli’nin “Tenimdeki Ülke Nikaragua” kitabını okuyorum, konu devrim, silahlı mücadele, propaganda ve kadın ve kadının büyümesi, anneleşmesi ve aşk, bir sevdalı ve nihayetinde de kadın ve iktidar ilişkisinin hikâyesi… Kadının postalları ile devrime katkısı ve romantizmi ve de Nikaragua’nın 70’li yıllar boyunca yaşadığı iç savaş ve bu iç savaşı dün gibi hatırlayan, kendisini emperyalizmin jandarması tayin eden ABD’nin kayıtsız şartsız desteklediği faşist Somoza iktidarı ve onun ordusu ve askerileşmiş sivil kontralar eli ile yaptığı katliamları yüreğinde ve vicdanında hissetmiş,  devrimin başarısı ile de gururlanmış, bizlere de nostaljisini yaşatmaktadır mezkûr kitap… Dünyaya, “dünya’nın beş’ten” büyük olduğunu gerçek manada ispatlamış olan, dünyayı değiştirmenin mümkün olduğunu ya da hiç değilse bunun için hayatın vakfı, bilahare de devrimin kendi çocuklarını yemesi ve sonra da belki de çoğumuza ironik gelecek bir şekilde bir ABD’li ile evlilik ve mezkûr ülkede yaşamaya başlamak… Halkına ve Devrime aşık Gioconda Belli, devrimci bir yazar ve şair olarak, pek çok devrimci hareket önderleri yanında Küba lideri Fidel Castro’dan, Panama Diktatörü General Omar Torrijos’a önemli pek çok ülke lideri ve Gabriel Garcia Marquez gibi önemli yazarlarla tanıştı, onların dönemine ve önderliklerine tanıklık etti, günün ruhuna uygun sohbetleri oldu, işte bu yaşanmışlıkların önemli bölümü de bu kitapta yer almaktadır.

“Hayatımda iki şeyin kaderimi belirlediğini düşünüyorum; ülkem ve cinsiyetim” diye hayat özeti çıkaran Yazar Gioconda Belli; kitabın önsözünde, “Çok ağladım bir o kadar da güldüm. “Ben”den feragat ederek “Biz”i kucaklamanın sevincini keşfettim. Hiçbir değere bağlı kalmamamızın vaaz edildiği, kolayca yılgınlığa kapıldığımız, inancımızı yitirdiğimiz ve hayallerimizi inkâr ettiğimiz bugünlerde hayatı -hatta ölümü- değerli kılan türden bir mutluluğu savunmak adına bu anıları yazıyorum." demektedir. Nikaragua’daki Sandinista hareketinin, hareketi oluşturan eğilim ve unsurların birlikteliğinin yarattığı müthiş enerji ile yerle bir edilen ABD emperyalizmi ve yerli ortakları, siyasi liderliğini Somoza’nın üstlendiği oligarşi, Sandinista hareketi tarihinin yeniden ve içtenlikle, yükselişi ve çöküşü, nihayetinde de kişiselleşmesi temelindeki gelişimi, Gioconda Belli’nin siyasi hayatı, devrimin yüklendiği propaganda faaliyetlerinin iç içe geçmişliği çerçevesinde son derece öğretici bir biçimde yazılmıştır mezkûr kitapta. Kitaptan akılda kalanlar, “Herkesin mutluluğu için verilen mücadelede, her şeyden önce insan kendi mutluluğunu buluyordu.” İle bir adanmışlık, “Dünyayı değiştirmek gibi bir hayaliniz varsa, onu gerçekleştirebileceğinizi hissetmenizden daha üstün bir güç yoktur ve o gün, orada her şey mümkündü, gerçekleşmeyecek hiçbir hayal yoktu. İle bir inanmışlık, “Birden düşünme, düşüncelerimi yansıtma özgürlüğüne sahip olmuştum. Mutluluk arayışının devrim yapmak kadar meşru bir amaç olduğu fikrindeydim; aklımı kendi mutluluğumu kazanmakta kullanamazsam, dünyayı kurtarmaya nasıl kalkışabilirdim? ile idealistlik, “Asıl üstesinden gelinmesi gereken kendine uygun eşi bulmak değil, bir yere yerleşmeyi, eksiğiyle, kusuruyla birbirini kabullenmiş iki varlığın özverili emeğiyle toprağı işlemeyi, köprüler kurmayı ve toprağın ilk titreyişinde kaçmamayı göze almaktı. İle bir mutlu gelecek tarifi yapılmasındadır, bana göre…

Kitaptan altını çizdiğim bölümlerle baş başasınız.

Devrim’in olumlu yanlarını göstermeye çalışıyorduk. Küçük başarılar bile enerjimizi yenilemeye yetiyordu. Kimin yazdığı bilinmeyen bir Vietnam şiiri benim düsturum oldu.
"Bombaların açtığı çukurları dolduruyoruz
Yeniden şarkılar söylüyoruz
Yeniden ekip biçiyoruz
Hayattan ümit kesilmez çünkü."

Öylesine bir yalnızlıktı ki ölüm! Ölülere başkalarıyla yola çıkma tesellisi bahşedilemezdi. Hayatta kalanlara ise nihai, mutlak çaresizliğin ıstırabını tahayyül etmek düşüyordu sadece.

Kitap düşüncedir. Toplumun içinde özgürce dolaşması gerekir. Bilginin sadece onu satın alabilenlerin tekelinde olmasından büyük rezalet olamaz. Bilgi evrenseldir. Hepimizindir.

Bir fikir uğruna, başkalarının özgürlüğü için canlarını vermelerini mümkün kılan nasıl bir dürtüydü? Kahramanlık güdüsü nasıl böylesine güçlü olabiliyordu? En çok hayret ettiğim ve olağanüstü bulduğum, adanmışlıkla birlikte gelen gerçek mutluluk ve doyumdu. Hayat, benzersiz bir anlam, amaç ve yön kazanıyordu. Dört başı mamur bir duygu, olağanüstü bir dayanışma, içten, duygusal bir bağ, tanımadığın yüzlerce insanla, kalabalıklarla paylaşılan, yalnızlığın ya da tecrit edilmişliğin buharlaştığı bir yakınlık,

İktidar, erkekleri hak sahibi olduklarına inandırıyor. Başlarını döndüren bu güçlü inançla göğüslerini şişirip halklara ve kadınlara saldırıyorlar.

Barışın ve dirliğin doğasında var olan ulaşılabilir, gündelik, bizi her an ölümle tehdit etmeyen, ama hayatın her imkânını değerlendirmemiz, aynı zaman içinde bir değil birkaç hayat yaşamamız için mücadeleyi gerektiren bir kahramanlık türü de vardı. Kişinin zaman ve uzamda çok yönlü bir varlık olduğunu kabul etmesi modern hayatin bir gereği, teknolojinin yabancılaştırıcı değil özgürleştirici bir güç olarak benimsendiği bir çağda yaşayanların faydalandığı imkânlardan biriydi.

Ben de bunun için mücadele etmiştim; kızlarım Che'nin dediği gibi, "Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir insana karşı yapılan, herhangi bir haksızlığı yüreklerinde duysun." diye mücadele etmiştim.

 

Hiç yorum yok: