Adım
attığı genç kızlık girişinin küçük burjuva, nihayetinde de Nikaragua’nın
özgürleşme sürecinde başından sonuna devrimci yaşam, deyim yerinde ise bluejean
ve tshirtle başlayan, haki askeri elbise ve postallarla nihayetlenen bir yaşam ve
şair ve yazar, Gioconda Belli’nin “Tenimdeki
Ülke Nikaragua” kitabını okuyorum, konu devrim, silahlı mücadele,
propaganda ve kadın ve kadının büyümesi, anneleşmesi ve aşk, bir sevdalı ve
nihayetinde de kadın ve iktidar ilişkisinin hikâyesi… Kadının postalları ile
devrime katkısı ve romantizmi ve de Nikaragua’nın 70’li yıllar boyunca yaşadığı
iç savaş ve bu iç savaşı dün gibi hatırlayan, kendisini emperyalizmin
jandarması tayin eden ABD’nin kayıtsız şartsız desteklediği faşist Somoza iktidarı
ve onun ordusu ve askerileşmiş sivil kontralar eli ile yaptığı katliamları
yüreğinde ve vicdanında hissetmiş, devrimin
başarısı ile de gururlanmış, bizlere de nostaljisini yaşatmaktadır mezkûr kitap…
Dünyaya, “dünya’nın beş’ten” büyük
olduğunu gerçek manada ispatlamış olan, dünyayı değiştirmenin mümkün olduğunu
ya da hiç değilse bunun için hayatın vakfı, bilahare de devrimin kendi
çocuklarını yemesi ve sonra da belki de çoğumuza ironik gelecek bir şekilde bir
ABD’li ile evlilik ve mezkûr ülkede yaşamaya başlamak… Halkına ve Devrime aşık Gioconda
Belli, devrimci bir yazar ve şair olarak, pek çok devrimci hareket önderleri
yanında Küba lideri Fidel Castro’dan, Panama Diktatörü General Omar Torrijos’a
önemli pek çok ülke lideri ve Gabriel Garcia Marquez gibi önemli yazarlarla tanıştı,
onların dönemine ve önderliklerine tanıklık etti, günün ruhuna uygun sohbetleri
oldu, işte bu yaşanmışlıkların önemli bölümü de bu kitapta yer almaktadır.
“Hayatımda iki şeyin
kaderimi belirlediğini düşünüyorum; ülkem ve cinsiyetim”
diye hayat özeti çıkaran Yazar Gioconda Belli; kitabın önsözünde, “Çok ağladım bir o kadar da güldüm. “Ben”den
feragat ederek “Biz”i kucaklamanın sevincini keşfettim. Hiçbir değere bağlı
kalmamamızın vaaz edildiği, kolayca yılgınlığa kapıldığımız, inancımızı
yitirdiğimiz ve hayallerimizi inkâr ettiğimiz bugünlerde hayatı -hatta ölümü- değerli
kılan türden bir mutluluğu savunmak adına bu anıları yazıyorum." demektedir.
Nikaragua’daki Sandinista hareketinin, hareketi oluşturan eğilim ve unsurların
birlikteliğinin yarattığı müthiş enerji ile yerle bir edilen ABD emperyalizmi
ve yerli ortakları, siyasi liderliğini Somoza’nın üstlendiği oligarşi, Sandinista
hareketi tarihinin yeniden ve içtenlikle, yükselişi ve çöküşü, nihayetinde de
kişiselleşmesi temelindeki gelişimi, Gioconda Belli’nin siyasi hayatı, devrimin
yüklendiği propaganda faaliyetlerinin iç içe geçmişliği çerçevesinde son derece
öğretici bir biçimde yazılmıştır mezkûr kitapta. Kitaptan akılda kalanlar, “Herkesin mutluluğu için verilen
mücadelede, her şeyden önce insan kendi mutluluğunu buluyordu.” İle bir adanmışlık, “Dünyayı
değiştirmek gibi bir hayaliniz varsa, onu gerçekleştirebileceğinizi hissetmenizden
daha üstün bir güç yoktur ve o gün, orada her şey mümkündü, gerçekleşmeyecek
hiçbir hayal yoktu.” İle bir inanmışlık, “Birden düşünme, düşüncelerimi yansıtma
özgürlüğüne sahip olmuştum. Mutluluk arayışının devrim yapmak kadar meşru bir
amaç olduğu fikrindeydim; aklımı kendi mutluluğumu kazanmakta kullanamazsam,
dünyayı kurtarmaya nasıl kalkışabilirdim?” ile
idealistlik, “Asıl
üstesinden gelinmesi gereken kendine uygun eşi bulmak değil, bir yere
yerleşmeyi, eksiğiyle, kusuruyla birbirini kabullenmiş iki varlığın özverili
emeğiyle toprağı işlemeyi, köprüler kurmayı ve toprağın ilk titreyişinde kaçmamayı
göze almaktı.” İle
bir mutlu gelecek tarifi yapılmasındadır, bana göre…
Kitaptan
altını çizdiğim bölümlerle baş başasınız.
Devrim’in olumlu yanlarını
göstermeye çalışıyorduk. Küçük başarılar bile enerjimizi yenilemeye yetiyordu.
Kimin yazdığı bilinmeyen bir Vietnam şiiri benim düsturum oldu.
"Bombaların açtığı
çukurları dolduruyoruzYeniden şarkılar söylüyoruz
Yeniden ekip biçiyoruz
Hayattan ümit kesilmez çünkü."
Öylesine bir yalnızlıktı ki
ölüm! Ölülere başkalarıyla yola çıkma tesellisi bahşedilemezdi. Hayatta
kalanlara ise nihai, mutlak çaresizliğin ıstırabını tahayyül etmek düşüyordu
sadece.
Kitap düşüncedir. Toplumun
içinde özgürce dolaşması gerekir. Bilginin sadece onu satın alabilenlerin
tekelinde olmasından büyük rezalet olamaz. Bilgi evrenseldir. Hepimizindir.
Bir fikir uğruna,
başkalarının özgürlüğü için canlarını vermelerini mümkün kılan nasıl bir
dürtüydü? Kahramanlık güdüsü nasıl böylesine güçlü olabiliyordu? En çok hayret
ettiğim ve olağanüstü bulduğum, adanmışlıkla birlikte gelen gerçek mutluluk ve
doyumdu. Hayat, benzersiz bir anlam, amaç ve yön kazanıyordu. Dört başı mamur
bir duygu, olağanüstü bir dayanışma, içten, duygusal bir bağ, tanımadığın
yüzlerce insanla, kalabalıklarla paylaşılan, yalnızlığın ya da tecrit edilmişliğin
buharlaştığı bir yakınlık,
İktidar, erkekleri hak
sahibi olduklarına inandırıyor. Başlarını döndüren bu güçlü inançla göğüslerini
şişirip halklara ve kadınlara saldırıyorlar.
Barışın ve dirliğin
doğasında var olan ulaşılabilir, gündelik, bizi her an ölümle tehdit etmeyen,
ama hayatın her imkânını değerlendirmemiz, aynı zaman içinde bir değil birkaç
hayat yaşamamız için mücadeleyi gerektiren bir kahramanlık türü de vardı.
Kişinin zaman ve uzamda çok yönlü bir varlık olduğunu kabul etmesi modern
hayatin bir gereği, teknolojinin yabancılaştırıcı değil özgürleştirici bir güç
olarak benimsendiği bir çağda yaşayanların faydalandığı imkânlardan biriydi.
Ben de bunun için mücadele
etmiştim; kızlarım Che'nin dediği gibi, "Dünyanın herhangi bir yerinde,
herhangi bir insana karşı yapılan, herhangi bir haksızlığı yüreklerinde
duysun." diye mücadele etmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder