Evliya Çelebi
meşhur “Seyahatname”sinde şöyle
anlatıyor Çeşme Kalesini; “Çeşme
kalesi denizin dudağında bir alçak kaya üzerine yapılmıştır. Batı tarafı deniz,
doğu tarafı bayırlı bir sahra ve dağlardır. Dağların üstleri tamamen bağdır.
Kalenin içindeki bütün evler, batı tarafında, Sakız Adasına ve denize bakan
yerlere yapılmıştır. Elli kadar olan bu evlerin damları toprak örtülüdür.
Kalenin dizdarı ve 185 kale muhafızı erler bu evlerde otururlardı. Dört köşeli
kalesi safi taştan yapılmış çok güzel hoş âbâdır. Kale doğudan batıya doğru
uzunca yapılmıştır. Uzunluğu yokuş aşağı hendek kenarınca 200, eni 150 adımdır.
Kalenin
çepeçevre yüzölçümü 700 adımdır. Üç tarafı derin ve büyük hendektir. Lâkin batı
tarafını teşkil eden kayaları deniz dövdüğü için burada hendek yoktur. Kalenin
kıbleye bakan çok sağlam demir kapısı varoşa açılır. Kapı önünde hendeğin
üstünde zemberekli bir asma köprüsü vardır. Bu kapıdan sonra içeride bir kat
demir kapı daha vardır. İç Kaleye iki kapıdan girilmiş olur. İkinci kapı kuzeye
açılır. Bu kapının üzerinde Sultan Beyazıt Velinin fevkâni camii vardır. Venedik
gemileri buraya gelmiş, kaleyi boş bulmuş ve işgal etmişlerdi. Kalenin demir
kapılarını camiinin altın âlemlerini almışlar ve kaleyi yer yer yıkarak savuşup
gitmişlerdi. Sonra padişahın fermanı ile Ak Mehmet Paşa Sakız Adası muhafızı
iken bu çeşme kalesini tamir etmiş bir ak inci haline getirmiştir. Bu sırada
camiyi esaslı bir şekilde tamir ettirmiş, altın âlemlerle süslemiştir. Kale
kapılarını da 50 şer kantar ağırlığında yeniden demirden yaptırmıştır.
Hendekleri 20 şer arşın derinleştirmek sureti ile temizlettirmiştir. Kalenin
deniz tarafına bakan yerine iki büyük tabya yaparak her birine balyemez topu
yerleştirmiştir. Mahzenlerini de binlerce kantar siyah barutla doldurmuştur.”
Çeşme’nin önemli tarihi
miraslarından biri mezkûr Kale olup, okuduğum kaynaklardan öğrenebildiğim
kadarı ile yapımı, tadili ve ihyası ile ilgili çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bu
bilgilerden, 14. Yüzyılda Cenevizliler tarafından yapıldığı, Osmanlı Padişahı
II. Beyazıt tarafından 1508 yılında önemli ekler yaptırılarak bugünkü haline
getirildiği, 18. Yüzyılda ciddi bir şekilde restore edildiği şeklinde kale
tarihine yönelik olanların, sanki daha makul olduğu söylenebilir. Ve maalesef
her tarihi eserin başına gelen burada da tekerrür etmektedir, süreç içerisinde,
gerek yapılan ekler, gerekse de restorasyonlarda, antik yerleşimlerin taşlarının
kullanılmış olduğu rivayet edilmektedir, diğer yerler ve uygulamalara da
bakınca bu durum akla fazla da aykırı gelmemektedir.
1965
yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kale içerisinde, sergilenen
eserlerin çok büyük çoğunluğu İstanbul Topkapı Sarayından getirilen, kılıçlar,
kalkanlar, miğferler, zırhlar, kolçaklar ve dizceklerden oluşan bir müze haline
getirilmiş iken, bugün ruhuna daha uygun düştüğü düşünülen 12 İyon Kentinden
biri olan civardaki Erythrai (Ildırı) antik kentinden getirilen buluntularla
arkeoloji müzesine dönüşmüştür. İlaveten düzenlenen Osmanlı-Rus Savaşı bölümünde ise haritalar, savaşı anlatan kitaplar,
afişler, bayraklar, madalyalar, sikkelerden ağırlıklı oluşan bir koleksiyon bulunmaktadır.
Bilindiği
üzere, korunaksız bulunan sahillerde yerleşim yerlerinin kurulması, ani korsan
saldırı ve baskınlarına hedef olmamak adına tercih edilmeyen bir durumdur ama
geçmişte kaldı tüm bunlar şimdi leb-i derya tercihimiz olmuştur. Bu nedenle en
eski Çeşme yerleşim yeri, “Çeşme Köy”
Limandan yaklaşık 3 km ötededir. Çeşme limanının, donanmanın iaşe temini ve
güvenli beklemesi adına çok uygun olması nedeni ile bir Kale ile tahkim
edilmesi ilk planlayıcıları tarafından gerçekleştirilmiştir. Çeşme Limanı Kale
ile birlikte Kale sahiplerinin kim olduğuna bağlı olarak aynı tarafa güvenli
bir askeri liman hizmeti vermektedir artık. Yakınlarında yerleşim ve konaklama mekânları
da gelişmektedir… Buraya kadar yazılanları hemen herkes Kale ile ilgili
tanıtımlarda bulabilmektedir.
“Çeşme Müzik Yarışmalarının”
meşhur olduğu dönemlerde, yarışmalara ev sahipliği yapmıştır mezkûr Kale… Hatta
tarihi eserlerin bu hoyratça kullanımı o kadar ileri gitmiş idi ki, Çeşme
Kalesi bir dönem restoran olarak bile kullanılmıştır. Eeee tabii ki, dönemde,
tarihine, geçmişine ve değerlerine çok önem verdiğini söyleyenlerin dönemi idi
ya, para kokusu var ise bir yerde bu değerlerin hiçbir önemi yoktur
uygulamasını gözümüzün içine soka soka gerçekleştirdiler. Söz konusu ticaret
ise her yol mubahtır…
Şu
andaki giriş kapısının açıldığı avlu, çocukluğumuzda zaman zaman futbol oynamak
için kullandığımız bir alan idi, ne güzel idi, saha sınırları duvarlardan
oluşmuş doğal bir yapı, duvarların yüksekliğinden topun kaçması mümkün değildi,
zemin özellikle baharda çim idi, en önemlisi de, hafiye gibi dolaşıp futbol
oynayan çocukları görüp hafta başında okulda sorgusuz sualsiz, “eşek sudan gelene kadar döven” Çeşme
Ortaokulu Müdür Yardımcısı Ahmet Uğur’a
yakalanmadan top oynamak idi.
Dönemin
Kale görevlisi Hacı İbrahim abimiz
(İbrahim Özbay), mesai saatleri içinde sürekli olarak, şu anda sergi salonu
olarak kullanılan Ceneviz Kulesinin alt kısmındaki kapının önünde, sandalyede
oturur idi… Bizde yeni yetmeler olarak giderdik abimizin yanına, onun iyi
niyetinden ve hoşgörüsünden faydalanarak, gelen yabancı turistlere Kale içinde
gezmelerine, bildiğimiz ve hatta her gün geliştirdiğimiz İngilizcemiz ile rehberlik
eder, turistlerden veren olursa ki, hemen hemen hepsi verirdi aldığımız bahşişler
ile de, bahşişin miktarına bağlı olmak kaydıyla rakı ya da şarap ve Birinci ya
da Bafra sigarası satın alırdık. Bunu da matah bir şey zannederdik. O tarihte,
alkolü ben yasakladım, sigara içmeyin diyen büyüklerimiz yoktu ne de olsa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder