Cumartesi, Nisan 21, 2018

ÇEŞME KALESİ


Evliya Çelebi meşhur “Seyahatname”sinde şöyle anlatıyor Çeşme Kalesini; Çeşme kalesi denizin dudağında bir alçak kaya üzerine yapılmıştır. Batı tarafı deniz, doğu tarafı bayırlı bir sahra ve dağlardır. Dağların üstleri tamamen bağdır. Kalenin içindeki bütün evler, batı tarafında, Sakız Adasına ve denize bakan yerlere yapılmıştır. Elli kadar olan bu evlerin damları toprak örtülüdür. Kalenin dizdarı ve 185 kale muhafızı erler bu evlerde otururlardı. Dört köşeli kalesi safi taştan yapılmış çok güzel hoş âbâdır. Kale doğudan batıya doğru uzunca yapılmıştır. Uzunluğu yokuş aşağı hendek kenarınca 200, eni 150 adımdır.

Kalenin çepeçevre yüzölçümü 700 adımdır. Üç tarafı derin ve büyük hendektir. Lâkin batı tarafını teşkil eden kayaları deniz dövdüğü için burada hendek yoktur. Kalenin kıbleye bakan çok sağlam demir kapısı varoşa açılır. Kapı önünde hendeğin üstünde zemberekli bir asma köprüsü vardır. Bu kapıdan sonra içeride bir kat demir kapı daha vardır. İç Kaleye iki kapıdan girilmiş olur. İkinci kapı kuzeye açılır. Bu kapının üzerinde Sultan Beyazıt Velinin fevkâni camii vardır. Venedik gemileri buraya gelmiş, kaleyi boş bulmuş ve işgal etmişlerdi. Kalenin demir kapılarını camiinin altın âlemlerini almışlar ve kaleyi yer yer yıkarak savuşup gitmişlerdi. Sonra padişahın fermanı ile Ak Mehmet Paşa Sakız Adası muhafızı iken bu çeşme kalesini tamir etmiş bir ak inci haline getirmiştir. Bu sırada camiyi esaslı bir şekilde tamir ettirmiş, altın âlemlerle süslemiştir. Kale kapılarını da 50 şer kantar ağırlığında yeniden demirden yaptırmıştır. Hendekleri 20 şer arşın derinleştirmek sureti ile temizlettirmiştir. Kalenin deniz tarafına bakan yerine iki büyük tabya yaparak her birine balyemez topu yerleştirmiştir. Mahzenlerini de binlerce kantar siyah barutla doldurmuştur.”
Çeşme’nin önemli tarihi miraslarından biri mezkûr Kale olup, okuduğum kaynaklardan öğrenebildiğim kadarı ile yapımı, tadili ve ihyası ile ilgili çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgilerden, 14. Yüzyılda Cenevizliler tarafından yapıldığı, Osmanlı Padişahı II. Beyazıt tarafından 1508 yılında önemli ekler yaptırılarak bugünkü haline getirildiği, 18. Yüzyılda ciddi bir şekilde restore edildiği şeklinde kale tarihine yönelik olanların, sanki daha makul olduğu söylenebilir. Ve maalesef her tarihi eserin başına gelen burada da tekerrür etmektedir, süreç içerisinde, gerek yapılan ekler, gerekse de restorasyonlarda, antik yerleşimlerin taşlarının kullanılmış olduğu rivayet edilmektedir, diğer yerler ve uygulamalara da bakınca bu durum akla fazla da aykırı gelmemektedir.

1965 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kale içerisinde, sergilenen eserlerin çok büyük çoğunluğu İstanbul Topkapı Sarayından getirilen, kılıçlar, kalkanlar, miğferler, zırhlar, kolçaklar ve dizceklerden oluşan bir müze haline getirilmiş iken, bugün ruhuna daha uygun düştüğü düşünülen 12 İyon Kentinden biri olan civardaki Erythrai (Ildırı) antik kentinden getirilen buluntularla arkeoloji müzesine dönüşmüştür. İlaveten düzenlenen Osmanlı-Rus Savaşı bölümünde ise haritalar, savaşı anlatan kitaplar, afişler, bayraklar, madalyalar, sikkelerden ağırlıklı oluşan bir koleksiyon bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, korunaksız bulunan sahillerde yerleşim yerlerinin kurulması, ani korsan saldırı ve baskınlarına hedef olmamak adına tercih edilmeyen bir durumdur ama geçmişte kaldı tüm bunlar şimdi leb-i derya tercihimiz olmuştur. Bu nedenle en eski Çeşme yerleşim yeri, “Çeşme Köy” Limandan yaklaşık 3 km ötededir. Çeşme limanının, donanmanın iaşe temini ve güvenli beklemesi adına çok uygun olması nedeni ile bir Kale ile tahkim edilmesi ilk planlayıcıları tarafından gerçekleştirilmiştir. Çeşme Limanı Kale ile birlikte Kale sahiplerinin kim olduğuna bağlı olarak aynı tarafa güvenli bir askeri liman hizmeti vermektedir artık. Yakınlarında yerleşim ve konaklama mekânları da gelişmektedir… Buraya kadar yazılanları hemen herkes Kale ile ilgili tanıtımlarda bulabilmektedir.

 “Çeşme Müzik Yarışmalarının” meşhur olduğu dönemlerde, yarışmalara ev sahipliği yapmıştır mezkûr Kale… Hatta tarihi eserlerin bu hoyratça kullanımı o kadar ileri gitmiş idi ki, Çeşme Kalesi bir dönem restoran olarak bile kullanılmıştır. Eeee tabii ki, dönemde, tarihine, geçmişine ve değerlerine çok önem verdiğini söyleyenlerin dönemi idi ya, para kokusu var ise bir yerde bu değerlerin hiçbir önemi yoktur uygulamasını gözümüzün içine soka soka gerçekleştirdiler. Söz konusu ticaret ise her yol mubahtır…

Şu andaki giriş kapısının açıldığı avlu, çocukluğumuzda zaman zaman futbol oynamak için kullandığımız bir alan idi, ne güzel idi, saha sınırları duvarlardan oluşmuş doğal bir yapı, duvarların yüksekliğinden topun kaçması mümkün değildi, zemin özellikle baharda çim idi, en önemlisi de, hafiye gibi dolaşıp futbol oynayan çocukları görüp hafta başında okulda sorgusuz sualsiz, “eşek sudan gelene kadar döven” Çeşme Ortaokulu Müdür Yardımcısı Ahmet Uğur’a yakalanmadan top oynamak idi.

Dönemin Kale görevlisi Hacı İbrahim abimiz (İbrahim Özbay), mesai saatleri içinde sürekli olarak, şu anda sergi salonu olarak kullanılan Ceneviz Kulesinin alt kısmındaki kapının önünde, sandalyede oturur idi… Bizde yeni yetmeler olarak giderdik abimizin yanına, onun iyi niyetinden ve hoşgörüsünden faydalanarak, gelen yabancı turistlere Kale içinde gezmelerine, bildiğimiz ve hatta her gün geliştirdiğimiz İngilizcemiz ile rehberlik eder, turistlerden veren olursa ki, hemen hemen hepsi verirdi aldığımız bahşişler ile de, bahşişin miktarına bağlı olmak kaydıyla rakı ya da şarap ve Birinci ya da Bafra sigarası satın alırdık. Bunu da matah bir şey zannederdik. O tarihte, alkolü ben yasakladım, sigara içmeyin diyen büyüklerimiz yoktu ne de olsa…

Hiç yorum yok: