Pazar, Nisan 29, 2018

İZZET


 “Gerçek bilgelik deliliktir. Kendini bilge kabul etmek ise gerçek deliliktir.” diyor büyük usta Aziz Nesin… İşte, yaşamımızın geldiği bu noktada, sorgulamamız gereken en önemli ayrıntı bu olmalı, delilik bir kişilik çökmesi midir? Yoksa aklın bulunduğu irtifadan büyük bir sıçrama yapması mıdır? Yoksa aklın etraftaki tahakküm edici ve baskıcı yaklaşımlara isyan ederek özgürleşmesi midir? Yoksa akıllılık ya da delilik insanın işgal ettiği hacimde “topyekûn” tariflenir bir şey midir? Yoksa akıl üstü az delilik midir ya da delilik üstü az akıl mıdır? Peki, bu nasıl bir tariftir, bu uğurda yüzlerce dahi, deli ithamları altında çökertilmiş ya da tam tersi nice deli, dahi diye âdemoğlunun önüne büyük payeler verilerek çıkarılmış, var olan akli muvazenemiz ve selametimiz yerinden depreştirilmiştir. Tarihin gördüğü en önemli dâhilerden ittifakla kabul edilen Albert Einstein’ın deli olarak itham edilmesi ile yine tarihin eli en kanlı diktatörü 10 numara deli Adolf Hitler’in de dahi diye sunulması bile tek başına durumumuzu sorgulamanın yegâne gerekçesini oluşturabilir. Peki, onun için “deli oluyorum” gibi başlayarak, ya ünlü bir sanatçıyı, ya ünlü bir futbolcuyu ya da güzel bir modeli kast ederek tebarüz ettirişimiz, azıcık da özlenen ya da güzel bir şeyi ifade etmez mi? Diğer taraftan, bizi kızdıran olaylar ile yüz yüze gelince “delirtme beni” denilmiyor mu? Vs vs… Görüleceği üzere delilik zannedildiği kadar da kötü bir durum olmasa gerek… Ya da Cem Karaca’nın “beni siz delirttiniz” adlı eserinde dediği üzere, deliliğin salt kendi çabaları ile oluşmadığı, dikkat çekilen konulara bakınca da, dışarıdan empoze edilen ve sonradan ya içselleştirilen ya da öyle imiş gibi davranılan bir hal olduğunun ispatı değil midir?

Neyse bu konuda sayfalar dolusu yazabileceğimi söylüyor içimdeki ses ama konuyu uzmanlarına bırakıp, biz başlıktaki konumuza dönelim. Ünlü yazar ve şair Samuel Beckett’in bir sözü ile bu faslı sonlandıralım; “Delilik çoğunlukla başka bir kılığa bürünmüş akıldan başka bir şey değildir.”

“Hadi oradan şapşal” diyerek kendisine takılanlara bir hayli ironik cevap verirdi, sözde kendisi deli olarak bilinirdi ama gel gör ki o da bu kabil takılan insanlara hiç te akıllı muamelesi yapmazdı. Tüm gençliğimiz boyunca hatta şimdilerde de kendisini yâd ederken “Deli İzzet” diye adlandırdığımız ama şimdiden o günlere baktığımda da aslında tam da öyle olmayabileceğini düşündüğüm, Çeşme’mizin önemli kişilerinden sayılan bu muhteremden hatırlayabildiğim kadarı ile bahsetmek ve kendisini bu anlamda da yâd etmek istiyorum.

Sürekli birlikte dolaştığı, aslında kendisinde de ne bulduğu da hiç anlaşılmadığı halde, kendisinin peşinden ayrılmayan “köpek” ile olan müthiş iletişiminin asla ve kat’a başka bir yaklaşım ile izah edilemeyeceğinin adeta ispatıdır onun hayvanseverliği. Ancak bugünlerde sosyal medya ortamlarında büyük bir sitayiş ile paylaşılan, kedi ya da köpeklerle aynı kaptan yemek yeme, su içme ya da birbirlerine sarılarak yatma gibi alışkanlıkların prototipidir, “Deli İzzet” ya da hayvan sever İzzet.

Parmaklarındaki, ya taşı düşmüş ya da sağı solu kırık ya da eğri büğrü ama bir hayli gösterişli yüzükleri ile adeta “Michael Jackson” tarzı dansın öncülü olan bu büyüğümüz, ağzından eksik olmayan gümüş sigara ağızlığı ile bazen 1 bazen de 2 camı da düşmüş güneş gözlüğü ve boynuna direk bağladığı kravatı ile hep aklımızda ve hatıralarımızda olacaktır. Bütün bu eksik halleri ile öne çıkıp, bazılarımızın anlam yükleyemediği ya da kolaycılıkla deli deyip geçtiği hallerin, kendisinde yarattığı mutluluğu ve rahatı, bugünlere kendimizi mutlu hissetmenin ön koşulu gibi görerek taşıdığımız “aman deliye her gün bayram” sözü ile kâindir sanki… Hayatında asla tembelliğin yer almadığı muhterem sürekli bir işler yapıyordu, boş durma boşa çalış sanki onun saklı bir ilkesi imiş gibi… Kahvehane temizliği, çimento indirme yükleme, tüp indirme yükleme ve taşıma, vs gibi her verilen iş için elinden gelen ne ise yapardı, tüm bu işlerde en önemli ekürisi de Köste’li Nezir idi… “Gübreye gübreye” diye kendisine seslenenlere, “Hadi oradan şapşal” diyerek, bir yandan ters tekme atarak, çalışılacak işte seçicilik yapardı, nedense sadece bu tür bir iş kendisine söylendiğinde bu kabil tepki verirdi…

Kendisine en fazla takıldığımız konu ise, maç anlatması ile 23 Nisan şiiri okuması olurdu. Çarşı içinden geçen muhterem, hemen uzatılan sandalyeye çıkar, başlardı ateşli ateşli maç anlatmaya, futbolcuların hepsi yüzde 100 yerli idi şüphesiz. Futbolcuların neredeyse tamamı, Balıkçı Seydiahmet, Köse İbrahim, Kaporo Kemal, Arap Mehmet gibi şimdilerde tıpkı kendisi gibi artık yaşamayan büyüklerimiz olup kadrolar genellikle balıkçılardan oluşurdu… Genellikle de o anda dükkânının önünde hangi esnafı görürse top ondadır, o topu alır, çalım atar, topu sürer, sürer, sürer ve sahayı bitirir idi, tabii ki ara sıra da gol ile sonuçlanan ataklar da anlatırdı. Şiir okuması da benim bildiğim sadece 23 Nisan üzerine idi, sandalyenin üzerinde duruşu ise tıpkı tecrübeli bir politikacı edası ile olur ve mutlaka “23 Nisan, 23 Nisan neşe doluyor insan”, tekerlemesi ile başlar, arada yer ve zaman ve de ruh hali ile ilgili olarak farklı mısralara yer verir ama sonu mutlaka    “kuzular me me dedi” ile nihayetlenir idi.

Her düğünün, davetsizi olmasına rağmen en müstesna katılımcısı olurdu, mutlaka dans edecek bir alan yaratır, ama mutluluk patlaması içinde olduğundan asla şüphe edilmezdi… Ulusal bayramlarda çalınan davulların en önde gelen oyuncusu idi aynı zamanda…

Çeşmeli önemli gördüğüm kişileri yazmaya devam edeceğim, bu fasıl deli lakabı ile müsemma  “İzzet”e ayrılmıştır. Bu vesile ile kendisini mekânının cennet olması dileği ile özlemle anıyorum… Önemli bir şahsiyet mi idi, evet hem de hiç şüpheniz olmasın ki, tıpkı ortalıklarda akıllıyım diye gerdan kıran bir dolu insan kadar… Tercihimiz, ortalıkta hem de rol alarak dolaşıp kendinden başkasına hiçbir hayrı dokunmayan akıllılar yerine herkese hayvanseverliği, çalışkanlığı ve mutlu yaşamı ile bir nebze de olsa yol ve iz göstermiş bu kabil delileri yazmaktır…

Hiç yorum yok: