Türkiye’nin “muasır medeniyeti” anlama, kavrama ve hedef tutma şiarı
çerçevesinde “Eğitim davasının” ehil eller ve dimağlar vasıtasıyla uzun
araştırmalar ve deneyimler neticesinde ortaya çıkan kollektif eğitimde atılım
hatta sıçrama tahtası “Köy Enstitülerini” tarihsel ve sosyolojik açıdan
inceleyen ve bunu akademik kariyeri için “tez konusu” yapan ve her nasılsa yolu
da bizim köye düşen, Kanadalı Kadın olarak bilinen Fay Kirby’nin yaşam
öyküsünden bir küçük kesiti, kendi hatırladıklarım ya da hatırlayabildiklerim ile
Çiftlik Köy’e katkılarından ötürü teşekkür
babında ve gecikmiş olarak bu yazı ile aktarmak istedim, şüphesiz ki çok eksik
kalmış tarafı vardır…
Orijinal adı “The Village Institute Movement
of Turkey: An Educational Mobilization for Social Change” olan doktora tezinin,
bir takım sadeleştirmelerle “Türkiye’de
Köy Enstitüleri” adı ile kitaplaştırmış ve mezkûr kitabın önsözünde “Köy
Enstitüleri, bu toplumsal geçişin niteliğini en iyi kavramış olan Kemalizm
prensiplerine dayanılarak bir yandan batı uygarlığını anlama, diğer yandan da
bu uygarlığa geçişin yollarını, Türk toplumunun kendi ihtiyaçlarına göre bulma
fikrinin bir zaferi olmuştur. Bundan ötürüdür ki, Türkiye’nin eğitim tarihinde
girişilmiş deneylerin hiçbiri, Enstitülerin büyük güçlüklerin arasında ve kısa
zamanda gösterdikleri başarıları gösterememiştir.” diyerek canım yurdumun gereksinim
gerçekliğinin bir kez daha altını çizmiştir.
Kanadalı Kadın olarak bilinen Fay Kirby; kendisi
ile ilgili ansiklopedik bilgilere göre; 1926'da Amerika'da doğmuş, yükseköğrenimini
Cornell ve Columbia Üniversitelerinde tamamlamış, 1947 de Türkiye’ye gelmiş, yaklaşık
3 yıl öğretmenlik yapmış ve bu dönemde de tanıştığı Köy Enstitüleri hakkında,
tez konusunu oluşturan bu mektepleri incelemiş ve bu çerçevede Türkiye’nin neredeyse
tüm illerini dolaşmıştır. Bu yıllarda, canım Yurdumun yetiştirdiği çok önemli
sosyologlardan biri olduğu tartışmasız, Prof. Dr. Niyazi Berkes ile tanışmış ve
evlenmiştir ancak sonraları Niyazi Berkes’in Kanada’ya yerleşmesinden sonra
eşlerin yolları ayrılmıştır. 1962 yılından sonra da Türkiye’ye kesin olarak
yerleşmiş, 1960’lı yılların ortalarında yolu, Çeşme Çiftlik Köy’e düşmüş ve burada bir tavuk çiftliği kurarak
yeni bir hayata başlamıştır. Tavukçuluk işletmesinin yönetilmesinde, Çiftlik
köyün dinamik ve girişken “Gâvur Ali”
lakaplı Ali Türken ile birlikte çalışmıştır. Gâvur Ali de, bu girişimcilik ve
dinamizmi ile bir sonraki yazımın konusunu oluşturacak diye planlamaktayım. Fay
Kirby, daha sonraları tekrar Ankara’ya döner ve yaşamını İngilizce öğretmenliği
yaparak sürdürür, 1990 yılında da Ankara’da yaşamını yitirir.
Ben kendisini, en belirgin özelliği kurşuni
saçları, kalın camlı gözlükleri ve yine yanlış hatırlamıyorsam gördüğüm araba
süren ilk kadın olarak Volkswagen minibüsünü kullanışı ile dün gibi
hatırlıyorum. Kanadalı Kadın, bugünden baktığımda, sanki yalnızdı ya da
kendisini yalnız hissediyordu ya da fazlaca temkinli idi, şüphesiz kolay değil
ülkesinden uzakta olması insanın ama görebildiğim bu ruh halini, yaşama
cesareti ve paylaşımcı ruhu ve de etrafına faydalı olabilme isteği ile fazlası
ile kapatıyordu. O tarihlerde çok fazla bilemediğim ama sonradan okumalar ile
edindiğim bilgilere göre kendisi, tüm dünyada olduğu üzere Canım Yurduma da
Marshall planı çerçevesinde gönderilen, özel eğitimli, toplumsal hareketleri ve
gelişmeleri izlemek ve sosyolojik ve tarihsel araştırmalarda bulunmak gibi
görevleri olanlardan birisi imiş. Gerçi, “Köy Enstitülerinin deneysel
başarısını” tezinde detayları ile anlatan Fay Kirby, hem kendisini donatıp ve formatlayıp
ulvi görev ile gönderen uluslararası kurum ya da kuruluşları, hem de onların canım
yurdumdaki dâhili bedhahlarını büyük hayal kırıklığına uğratır ve tam da bu
yüzden de siyaseten ve sosyal olarak aforoz edilmiştir gayri… Tüm yalnız
görüntüsü ve kırgınlığına rağmen, hayata bağlılığı ve enerjisi müthişti diye
hatırlarım. Yazılanlara bakılırsa kanser olmuştu ve kendisine anlatılan 6 aylık
ömür bakiyesine aldırmadan daha uzun yaşayıp “tıp literatüründe” yer alma
isteğinin olduğunu bir yerlerde okumuştum…
Ancak kendisine yüklenen misyonun gereğini
yerine getirmeyince, olanlar olur, artık harici ve dâhili bedhahlar, devreye
iyi saatte olsunları sokar, bazen CIA, bazen de KGB ajanlığı ithamları ile sürekli
bir rahatsız etme, sorgulama ve araştırma fasılları açılır, tıpkı benzerlerine
olanlar gibi… Pek tabii ki, itaat edip görev yapsa rahat edecek ama bu kelamın
daha icat edilmediği günlerdir ve kerametinden kendisi de hiç
faydalanamamıştır. Yazdığı kitabı KGB sufleleri ile yazdığı, olmadı Niyazi
Berkes’in yazdığı gibi uyduruk tevatürlere inanılmaması gerektiği sonraki
çalışma ve ilişkilerden de anlaşılmış görünmektedir, hatta daha da abuk olarak
kitap CIA tarafından yazılmıştır gibi iddialar da duymuştum… At çamuru kalsın
izi, nasıl olsa bu fani dünyada kimin söylediğine bağlı her türlü yalanı en
doğru gibi yutturma kabiliyeti ve becerisine sahip muktedirler de var… Oysaki
çok sevdiğim ve sık kullandığım, Anadolu’da “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalı” diye bir söz vardır ama
nerdeeee…
Çiftlik Köy’de; tavukçuluk yaptığı ilk
dönemlerde, şimdi deniz kenarında yer alan, dönemine göre bir hayli güzel
ilkokul binasında akşamları, isteyen köylülere model motorlar, traktörler,
uçaklar ve ilgili araçlar üstünden, kullanım, bakım, tamir gibi temel makine ve
işletme bilgileri ile zirai bilgilerde verdiği kursları hatırlıyor olmama
rağmen, yaşımdan ötürü herhangi birisinde dinleyici olarak bulunmamış olmanın üzüntüsünü
yaşıyor gibiyim hafiften… Daha önceki bir yazımda bahsettiğim “Arka Deniz-Altınkum” tarafında kurduğu
tavuk çiftliğinin, iyi saatte olsunları, gerek o dönemde gerekse de şimdi
dinlediğim hikâyelerde fazlaca meşgul ettiği de açıktır.
Tezinde, Köy Enstitülerini toplumsal gelişim
ve değişimin önemli bir aracı olarak gören ve kabul eden ve konunun evrensel
boyutlarını bilimsel yöntemlerle inceleyip, değerlendiren ve yolu köyümüze de
düşen bu değerli akademisyeni hatırlamak, hatırlatmak ve hayırlarla yâd etmek
istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder