Çeşme Liman’ının hoyratça
doldurulduğu malumudur tüm herkesin, hem de muhalif ve muarızlarına nispet
yaparcasına hatta tam da onların canını yakıyormuşçasına yapılan bir muameledir
kanaatime göre… Peki, bu sadece benim kanaatim midir? Tabii ki hayır. Gazetemiz
arşivinde, 23. Haziran 1988 tarihli Başbakanlık makamına yazılmış ve dağıtımı
Cumhurbaşkanlığı, Devlet Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Yükseltme Kurulu
Başkanlığı’na yapılmış ve Y. Mimar Mesut Kaynak, Y. Mimar Erol Güçiz, Armatör
Vehbi Ertürk, Y. Mimar Cemil Çınar, Tüccar Çoşkun Vural, Kaptan Yaşar Çoşkun
tarafından kaleme alınmış ve Çeşme Liman’ının tarihi, arkeolojik ve kültürel
önemine vurgu yapılmış bir dilekçe ve ekleri haritalar ve fotoğraflar
bulunmaktadır. Mezkûr dilekçede konunun bu anlamdaki önemine vurgu yapılan şu
cümle çok çarpıcıdır; “Bilindiği gibi 1770 tarihli Osmanlı –
Rus savaşı Çeşme’de cereyan etmiş ve Osmanlı savaş gemi batıklarının bir kısmı
bu körfezde yatmaktadır. Bizlerin tespit edebildiği, iskele dolgu sahasının
altında kalan, ilişikteki harita ve fotoğraflarda batıkların yeri ile resmi
görülen, T.C. Deniz Kuvvetlerinin malı olan Osmanlı Savaş Gemileri enkazı yok
olacaktır. Haritada (A) ile işaretleneni 10 metre genişlik ile 24 metre
uzunluğunda, (B) ile işaretlenen 7 metre genişlik ve 18 metre uzunluğunda ahşap
kadırgalar gülleri ile birlikte o tarihi canlandırmaktadır. Turizm ve arkeoloji
açısından da ne derece önemli oldukları açık bir gerçektir.” Mezkûr dilekçede,
limanın nasıl sirkülasyonu azalarak köreleceği, yaklaşık 58.000 m2 dolgu alanı
için yeniden taş ocaklarının açılacağı, turizm iskelesi diye sunulup RO-RO
taşımacılığı iskelesi olmanın öne çıkacağı gibi sayısız sakıncalar sıralanarak
bitirildiği müşahede edilmiştir. Bugün öngörüleri gerçekleşmiş, ortaya çıkan
olumsuz görüntünün kapatılabilmesi adına Marina hamlesi yapılmış Çeşme limanı
için kaygı duyan ve bu kaygılarını çekinmeden ilgili makamlara sonuç
alınamayacağını bile bile ama çıkmamış candan umut kesilmez sözü uyarınca ileten
adı geçen büyüklerimize sonsuz teşekkür ediyoruz. Diğer taraftan tüm Çeşme’de
dağıtımı yapılmış, 01.06. 1988 tarihli bir de “Çeşme’de Yapılması planlanana RO-RO İskelesi ve getireceği sorunlar”
başlıklı bildiri bulunmaktadır. Mezkûr bildiride “Feribot, Şilep ve benzeri
Uluslararası gemilerin yağ, mazot gibi bıraktıkları atıklar, TIR trafiğinin
artması sonucu oluşacak trafik ve hava kirliliği” başta olmak üzere diğer sorun
ve sonuçlar ele alınmış, ancak tüm bu tespitlere rağmen sonuç değişmemiştir.
Kerim devlet, menkuliyeti kendinden kerametini yeniden göstermiştir, vatandaş
ne diyor, ne talep ediyor, ne bekliyor yok hükmündedir, keen nem yekûndür
hülasa. Ne hazindir ki; tarihimize sahip çıkıyoruz diye diye, tarihi, doğayı
yok etmek bir marifet sayılıp, bir de iltifata tabi olunmak isteniyor, vay ki
vay, canım yurdumun halleri… İşte ilgili ve yetkililerin bilgisiz, bilgililerin
de ilgisiz, etkisiz ve yetkisiz olduğu yerin harmanı da böyle oluyor. Ne yazık
ki siyasi hayatımız bu kabil mart ayı politikasını bir türlü aşamıyor ve
korkarım ki, aşamayacak ta…
Peki;
Çeşme limanı sadece Osmanlı – Rus Deniz Savaşı kalıntıları açısından mı
önemlidir, şüphesiz hayır, bakın ünlü seyyah ve yazar Evliya Çelebi meşhur
eseri “Seyahatname”sinde ne diyor; “Bir defa kaleye saldırmak isteyen küffarın kapudane gemisi kaleden
atılan bir topla suyun dibine batmıştır. Bundan sonra küffar gemileri bir daha
çeşmeden sulanmaya tövbe etti. Mağlup ve perişan dönüp gitti. Sonra sömbeki
dalgıçları batan düşman gemisinden birçok para, cephane, iki yatırtma tunç top
ve daha başka toplar çıkardırlar. Bütün toplarla çeşme kalesini zenginleştirdiler.
Allah evvelce düşmanın kaleden aldıklarının on mislini ihsan etmiş oldu. Çeşme
Kalesinin çok güzel limanı vardır. Bütün büyük Barca ve Karavala kalyonlar
burada yatarlar. Zira bu liman gayet iyi demir tutar. Çok güzel yatak limandır.
Fakat batı ve karayel ve yıldız rüzgârlarından sakınmak gerektir. Böyle
havalarda demir atarken dikkat etmek lazımdır. Zira limanın ağzı bu üç rüzgâra
karşı açıktır. Bu rüzgârlar burasını çok şiddetli tutar ama hamis rüzgârından
çok emindir. Bir Mürsel paresi (gemi) ip ile bir kalyon yatsa korkulmaz.” Bu anlatımdan kolayca anlaşılacağı üzere,
arkeoloji açısından son derece mümbit bir alan olan Çeşme Limanı yeterince
değerlendirilememiştir ya da değerlendirilmek istenmemiştir. En azından
anlıyoruz ki; Seyahatname 17. Yüzyılı konu aldığına göre, Çeşme Limanı Osmanlı –
Rus deniz savaşı öncesi de çeşitli savaşlara sahne olmuştur.
Sonuçta, gelip
dayandığımız nokta hep aynı, “dostluklar ya da düşmanlıklar üstünden
politika yapmak”, ne yazık ki böyle
bir gelenek oluştu ve gidiyor. Herhangi bir şeyi “diye diye” tam tersini yapmak,
vukuat-ı adiyedendir gayri, benzer siyasi kavrayış ve donanımlara
sahip muktedirler açısından. Osmanlı’dan bu yana nizamnameler, kanunlar çıkarıp
sadece lehlerine kullanma söz konusu ise meri, yoksa gel beri tarzından
yaklaşımlar göstermekten ileri gitmemişlerdir. Örneğin; ilki 1869, ikincisi
1874 ve üçüncüsü 1884 yılında, görüleceği üzere birbirine çok yakın tarihlerde “asar-ı atika nizamnamesi” neşredilir,
ama Bergama Zeus Tapınağının 1878 Almanlar tarafından kaçırılıp Berlin’e
kurulmasına engel teşkil etmez, gerçi kaçırılma deyip te gerçek bir hırsızlık
vakası dillendiriyor olmayalım, tevatür o ki, hani bazılarının deyimi ile
“sultanlar sultanı” Sultan II. Abdülhamid’in talimatı ile “biz de bunlardan çok
var” saikı ile Almanlara hediye edilmiştir. Peki, bu hediye ile sınırlı
kalınmış mıdır? Zinhar, Milet Güney Agora Kuzey Kapısı, Bergama Athena Tapınağı
Propylonu, Ksanthos Nereidler Anıtı başta olmak üzere daha neler, neler… Neyse
konuyu çok dallandırıp budaklandırmadan asıl konumuza dönelim ama o günden bu
güne miras ve tereke siyasi akrabalığa dikkat çekmeden olamazdı… Padişahlar
tabii ki yeryüzünün önemli muktedirleri olarak bunların yok olmasına fetva
eylerken, bu kabil büyük yok oluş kararlarına sahip olamayacak bugünkü mizahi
ve küçük mirasçıları ne yapacaklardı, tabii ki “dostlukları-düşmanlıkları”
üstünden politika yürütmeye devam edecekler ve dolaylı da olsa tarihin tahrip
ve yok olmasına sebep, senarist olmaya devam edeceklerdi, netekim öyle olmaya
da devam ettiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder