Malumunuz,
tarihçiyim diye gerdan kıran bir muhterem var. İnanılmaz bir şey ama adam
gerçekten kendini tarihçi zannediyor, onun bu zannı vasıtasıyla da insanların
yanlış bilgilendirilmesinden ikbal medet edenler de kendisine bu minvalde
muamele ediyorlar. Çok tesadüfi biçimde kendisine miras, bağış ve hibe yolu ile
intikal etmiş, aslında orijinal ve el yazması olmalarından gayri de, okunmadığı
ve diğer yazıtlarla kıyaslanmadığı sürece, bir faidesiz hazine olmaktan öteye
gitmeyen ciddi bir arşivin sahibi olduğu bilinmektedir, bu muhteremin… Ancak,
bu hazine, okunduğu, anlaşıldığı ve diğer benzerleri ile kıyaslandığı ve bu
anlamda mealen değerlendirildiği sürece gerçek bir hazinedir. Yoksa Allah
muhafaza, ansiklopedilerine göre “kitaplık”
siparişi veren benzerlerinden ayırt edilmesi zor olur insanın, aman dikkat.
Kendisinin bu sahte bilgiçliğinden istifade etmeyi matah bir şey zanneden
medyanın köşe tutmuşları da, bunu bir adam belleyip, program tahsisi yolu ile
toplumun zehirlenmesine yol açarlar, hani plan ve hedef te budur ama… Bir sakal
ve bir gözlükten oluşan, bu çok bildiğini zanneden aslında bildiği yanıldığına
yetmeyen ya da bildiği yanıltmaya yetmeyen, bu kerameti kendinden menkul zat, eleştiriye
ya da övgüye tabi tutmak istediği her güncel olayın, devr-i Osmanide bir
karşılığını ya da benzerini bulan ya da buldum numarası ile sunan ve de buradan
hareketle davranış bekleyen ya da öneren muhterem, zaman zaman da merhabalaşmalarına
binaen kendisini kıramayan ünlü bir tarihçimizi de konuk eder programına,
programın ve sunduğu sığ bilgilerin bu sayede derinleşmesini hesap eder. Canım
benim, bu haliyle de bir cicidir ki sormayın gitsin… Ancak bu hep böyle
değildir, sahibinin sıkı takipçisidir, kendisi gibi düşünmeyip te, kendisini
eleştiren insanlara da bir o kadar acımasız olabilmektedir, cevap verebilme
hakkına sahip olmayan bu eleştiri sahiplerine kendisine tahsis edilen
programdan hakaretler yağdırmaktan da geri durmamaktadır. Osmanlı diye diye, devri
Osmaniye’nin de en fazla taktığı ya da öne çıkardığı tarafı da, padişahların
harem hayatları, yeniçeriler arasındaki tensel münasebetler, hamamlarda tellak
ve müşteri muhabbet ve münasebetleri gibi, “cemiyet haberleri” faslından kabul
edilebilecek, tarihsel röntgencilikten öte olmayan, tam da bu nedenle bilakis
Osmanlı hayranlarının kendisine eleştirel bakması gerekirken, hayranlıkla bakıyor
olmalarını da canım Yurdumun bu kabil adam yetiştirmekteki mahareti ve mümbit
oluşuna bağlamak gerekmektedir herhalde… Bakıyorum da kendisine yönelen bazı
eleştirilerde; “yandaşlığı ilmini hiç etmiştir” gibi eleştiriler bulunmaktadır,
ne yazık ki ben böyle düşünenlerden değilim, bana göre, yandaşlığı olmasa
bildiğini zannettiği şeyler on pare etmez bir yana kendisini dinleyecek bir
kişi bile bulamaz… Kimse kusura kalmasın, kendisine kütüphane miras kaldı diye
insan âlim sayılacaksa, kütüphaneye kitap taşıma işinde kullanılan eşekler
tasnif dışı tutulmamalıdır bu bapta.
Bu
mezkûr zat; geçenler de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin
cumhurbaşkanı adayını açıklaması sırasında kullandığı; “Muharrem İnce, gel bakalım buraya” diye seslenip kürsüye
çağırışını bir yazı konusu yaparak, bir hayli de küçümseyerek, hatta dudak
bükerek olmadı hiçte alakası olmayan örnekler vererek, rezil rüsva bir şey
yapılmış edası ile takdim etmiştir. Genel Başkanın üslubu ile ilgili herkes bir
şeyler diyebilir şüphesiz, bu konuyu ben şahsen sorun etmem, ama canım yurdumun
göz önünde bulunanları arasında üslup problemi yaşayanların başında gelebilecek
birinin bunu bu anlamda eleştiri konusu yaparak, köpürtmesi en azından hafiflik
sayılmalıdır, esasen de bu muhtereme de çok yakışıyor bu bozuk ve dengesiz
üslup…
Şimdi,
Genel Başkan’ın üslubu konusunda şahsen benim de çok garipsediğim ama geneldeki
davranış ve tutumları incelendiğinde, hayat uyumluluğu gayet net anlaşılan bir
yaşanmışlığım var. Genel Başkan’ın Çeşme ziyaretinde Çarşı içinde bir
arkadaşımla ile bir yerde oturmuş, ben çay içiyorum, arkadaşım da döner dürüm
yemekte idi. Tam o sırada Genel Başkan bizim masaya geldi, “merhaba, ohhh malı
götürüyorsunuz” gibi bir kelam etti. Aslında kendisine verilecek cevap,
“politikacılardan bize mal kalmıyor ama” gibi olmalı idi ama bir akli fren ile
“bunlar değerli mal ise buyurun beraber götürelim o zaman” dedim. Sonra merakla
baktım, Genel Başkan’ın bu tür ilişkilerdeki üslubuna, yaklaşımı sorun olmaktan
ziyade, tamamen halkımıza uygun ve abartılı samimiyet yansıtan bir biçimde
olduğunu müşahede ettim. Tabii ki buradan her türlü imkân değerlendirilerek,
“bir babanın oğluna kızışı”, “bir babanın oğlunu azarlayışı” gibi abuk subuk
sonuçlar çıkarabilir bu muhterem gibiler, çünkü bunların lügatı ancak fırça,
kızma, bağırma ve azarlama ile sınırlı, sevgi, samimiyet, sevinç ve heyecan
yok… Mesela, babaların ayaklarının altının öpülüşü konusunda, zat-ı
alilerinizin hijyeni öne alan bir yazı yazmasını boşuna bekledi insanlar…
Mesela, al ananı da kaybol yaklaşımına yönelik bir kelam etmeni boşuna bekledi
insanlar… Daha çok sıralayabilirim bu ve buna benzer harika üsluba yönelik
örnekleri ama bunların hiçbiri önemli değil senin için ama konu diğeri ise
üslup kaka… Sevsinler senin yazarlığını, sevsinler senin tarihçiliğini,
sevsinler senin âlimliğini… Bak ben sana o tavrın ne olduğunu bir kez daha
yazayım… Birisinin çok beklediği bir şeyi, ahada bak şimdi oldu, haydi şimdi de
sen kendini göster faslından yüksek heyecan perdesinden bir haykırıştır. Bil
istedim… Bilir misin bilmem…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder