Pazar, Haziran 17, 2018

“GEL BAKALIM BURAYA”


Malumunuz, tarihçiyim diye gerdan kıran bir muhterem var. İnanılmaz bir şey ama adam gerçekten kendini tarihçi zannediyor, onun bu zannı vasıtasıyla da insanların yanlış bilgilendirilmesinden ikbal medet edenler de kendisine bu minvalde muamele ediyorlar. Çok tesadüfi biçimde kendisine miras, bağış ve hibe yolu ile intikal etmiş, aslında orijinal ve el yazması olmalarından gayri de, okunmadığı ve diğer yazıtlarla kıyaslanmadığı sürece, bir faidesiz hazine olmaktan öteye gitmeyen ciddi bir arşivin sahibi olduğu bilinmektedir, bu muhteremin… Ancak, bu hazine, okunduğu, anlaşıldığı ve diğer benzerleri ile kıyaslandığı ve bu anlamda mealen değerlendirildiği sürece gerçek bir hazinedir. Yoksa Allah muhafaza, ansiklopedilerine göre “kitaplık” siparişi veren benzerlerinden ayırt edilmesi zor olur insanın, aman dikkat. Kendisinin bu sahte bilgiçliğinden istifade etmeyi matah bir şey zanneden medyanın köşe tutmuşları da, bunu bir adam belleyip, program tahsisi yolu ile toplumun zehirlenmesine yol açarlar, hani plan ve hedef te budur ama… Bir sakal ve bir gözlükten oluşan, bu çok bildiğini zanneden aslında bildiği yanıldığına yetmeyen ya da bildiği yanıltmaya yetmeyen, bu kerameti kendinden menkul zat, eleştiriye ya da övgüye tabi tutmak istediği her güncel olayın, devr-i Osmanide bir karşılığını ya da benzerini bulan ya da buldum numarası ile sunan ve de buradan hareketle davranış bekleyen ya da öneren muhterem, zaman zaman da merhabalaşmalarına binaen kendisini kıramayan ünlü bir tarihçimizi de konuk eder programına, programın ve sunduğu sığ bilgilerin bu sayede derinleşmesini hesap eder. Canım benim, bu haliyle de bir cicidir ki sormayın gitsin… Ancak bu hep böyle değildir, sahibinin sıkı takipçisidir, kendisi gibi düşünmeyip te, kendisini eleştiren insanlara da bir o kadar acımasız olabilmektedir, cevap verebilme hakkına sahip olmayan bu eleştiri sahiplerine kendisine tahsis edilen programdan hakaretler yağdırmaktan da geri durmamaktadır. Osmanlı diye diye, devri Osmaniye’nin de en fazla taktığı ya da öne çıkardığı tarafı da, padişahların harem hayatları, yeniçeriler arasındaki tensel münasebetler, hamamlarda tellak ve müşteri muhabbet ve münasebetleri gibi, “cemiyet haberleri” faslından kabul edilebilecek, tarihsel röntgencilikten öte olmayan, tam da bu nedenle bilakis Osmanlı hayranlarının kendisine eleştirel bakması gerekirken, hayranlıkla bakıyor olmalarını da canım Yurdumun bu kabil adam yetiştirmekteki mahareti ve mümbit oluşuna bağlamak gerekmektedir herhalde… Bakıyorum da kendisine yönelen bazı eleştirilerde; “yandaşlığı ilmini hiç etmiştir” gibi eleştiriler bulunmaktadır, ne yazık ki ben böyle düşünenlerden değilim, bana göre, yandaşlığı olmasa bildiğini zannettiği şeyler on pare etmez bir yana kendisini dinleyecek bir kişi bile bulamaz… Kimse kusura kalmasın, kendisine kütüphane miras kaldı diye insan âlim sayılacaksa, kütüphaneye kitap taşıma işinde kullanılan eşekler tasnif dışı tutulmamalıdır bu bapta.

Bu mezkûr zat; geçenler de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin cumhurbaşkanı adayını açıklaması sırasında kullandığı; “Muharrem İnce, gel bakalım buraya” diye seslenip kürsüye çağırışını bir yazı konusu yaparak, bir hayli de küçümseyerek, hatta dudak bükerek olmadı hiçte alakası olmayan örnekler vererek, rezil rüsva bir şey yapılmış edası ile takdim etmiştir. Genel Başkanın üslubu ile ilgili herkes bir şeyler diyebilir şüphesiz, bu konuyu ben şahsen sorun etmem, ama canım yurdumun göz önünde bulunanları arasında üslup problemi yaşayanların başında gelebilecek birinin bunu bu anlamda eleştiri konusu yaparak, köpürtmesi en azından hafiflik sayılmalıdır, esasen de bu muhtereme de çok yakışıyor bu bozuk ve dengesiz üslup…

Şimdi, Genel Başkan’ın üslubu konusunda şahsen benim de çok garipsediğim ama geneldeki davranış ve tutumları incelendiğinde, hayat uyumluluğu gayet net anlaşılan bir yaşanmışlığım var. Genel Başkan’ın Çeşme ziyaretinde Çarşı içinde bir arkadaşımla ile bir yerde oturmuş, ben çay içiyorum, arkadaşım da döner dürüm yemekte idi. Tam o sırada Genel Başkan bizim masaya geldi, “merhaba, ohhh malı götürüyorsunuz” gibi bir kelam etti. Aslında kendisine verilecek cevap, “politikacılardan bize mal kalmıyor ama” gibi olmalı idi ama bir akli fren ile “bunlar değerli mal ise buyurun beraber götürelim o zaman” dedim. Sonra merakla baktım, Genel Başkan’ın bu tür ilişkilerdeki üslubuna, yaklaşımı sorun olmaktan ziyade, tamamen halkımıza uygun ve abartılı samimiyet yansıtan bir biçimde olduğunu müşahede ettim. Tabii ki buradan her türlü imkân değerlendirilerek, “bir babanın oğluna kızışı”, “bir babanın oğlunu azarlayışı” gibi abuk subuk sonuçlar çıkarabilir bu muhterem gibiler, çünkü bunların lügatı ancak fırça, kızma, bağırma ve azarlama ile sınırlı, sevgi, samimiyet, sevinç ve heyecan yok… Mesela, babaların ayaklarının altının öpülüşü konusunda, zat-ı alilerinizin hijyeni öne alan bir yazı yazmasını boşuna bekledi insanlar… Mesela, al ananı da kaybol yaklaşımına yönelik bir kelam etmeni boşuna bekledi insanlar… Daha çok sıralayabilirim bu ve buna benzer harika üsluba yönelik örnekleri ama bunların hiçbiri önemli değil senin için ama konu diğeri ise üslup kaka… Sevsinler senin yazarlığını, sevsinler senin tarihçiliğini, sevsinler senin âlimliğini… Bak ben sana o tavrın ne olduğunu bir kez daha yazayım… Birisinin çok beklediği bir şeyi, ahada bak şimdi oldu, haydi şimdi de sen kendini göster faslından yüksek heyecan perdesinden bir haykırıştır. Bil istedim… Bilir misin bilmem…

 

Hiç yorum yok: