Pazartesi, Temmuz 09, 2018

RÜYA GİBİ HATIRALAR


Benzer yaşlarda olduğumuz Çeşmelilerin kolayca hatırlayacağı üzere, şimdilerde tam kalenin karşısında, deniz kenarında Kale Kafe adı ile faaliyet yürütülen alanda 4 adet tek katlı bina vardı. Mezkûr binalar ile kale arasında şimdi yerinde yeller esen kara Selviler uzanırdı gökyüzüne adeta delercesine. Bu binalardan önce aklımda kaldığı kadarı ile, Sağlık Ocağı görevi (adı böyle değildi) gören bir sağlık birimi vardı, işte o bina yıkıldı, sonra da diğer 3ü birden, kime nasıl ve neden bir rahatsızlık verdi bilinmez, biri PTT, diğeri Gümrük Muhafaza, bir diğeri de Sahil Sıhhiye idi… Hele kara Selvilerin Kale tarafındaki güzelim mermer kaplı Çeşme… Evet önce şehrin fizik bölümü yok edilecek ki, bağlaşık ve ardışık içindekiler, sonra bu günler… Ben Çeşme’nin bu halinin korunmasının taraftarı idim ama güç kimde o düdük çalıyor malum olduğu üzere… Artık ne o ağaçlar, ne o binalar ve de ne o insanlar var… Bu binalar özelinde ve genelde de kentlerin bu kadar değişikliğinin sosyolojiyi nasıl oluşturduğunu, önce kentin sonra da insanların nasıl dumura uğratıldığını yazmak istiyorum… Çamların bulunduğu bölüm yaz aylarında bir takım tiyatro, illüzyon gösterilerin yapıldığı bir yer olarak anılarımızı süslemeye devam edecektir şüphesiz ama bizden sonraki nesillere aktarılamamış olarak… 12 Eylül’ün Çeşme özelinde tarihe, topluma ve arkeolojiye attığı kazıklardan birisidir ne yazık ki, ama cambaza bak misali dikkatlerin başka yerlere çekilmesi neticesinde konu 66’ya bağlanmıştır gayri, ne gam ne keder…

Dönem itibari ile Canım Yurdumun en önemli ve yaygın haber alma ve eğlence aleti “Radyo”dur ancak aynı zamanda bir almaç değil bir göndermeçtir de ve daha da önemlisi frekans ayarları ile oynanırsa kolluk kuvvetlerinin haberleşmelerine bile muttali olunabilir daha da önemlisi “kerim devlet” tarafından zararlı ve siyasi ahlaka mugayir yayınlardan da korunmalı idi ahali… Tam da bu nedenlerle yıllık “radyo vizeleri” ihdas olunmalıdır, netekim olunmuştur, telsiz telgraf kanunun bilmem kaçıncı maddelerine göre, yani her radyonun bir kimlik kartı bulunmakta ve kartın muhteviyatında da bugünkü otomobil ruhsatlarında bulunan vize bölümlerine benzer bölümleri olan ve A6 büyüklüğünde bir defterdir. Radyo sahipleri her yıl radyolarını PTT’ye götürür, radyolar itina ile tutanak karşılığı teslim alınır, sahibinin yanında Amerikan bezinden yapılmış küçük bir çuval içine konulur, çuvalın ağzı güzelce kurşun ile mühürlenir, kontrol edilmesi için ilgili birimlere sevk edilir, birkaç gün içinde eğer bir sorun yoksa bulgular ve tespitler radyonun künyesi sayılan kimliğe işlenerek iade edilir idi. Aaaaa bir sorun ya da kerim devletimizin hoşuna gitmeyecek bir şeyler olursa ne yapılırdı, vallahi bilmiyorum ama biz böyle bir durum ile karşılaşmadık. Hay Allah, ne günler değil mi, bunları görmeyenler hatta daha önce hiç duymayanlar nasıl gülüyorlardır… İşte toplumsal zapt-ı rapt adına ihtiyaçlar ne ise, kanun o, yani kanun bu ne yapalım yok, güç elinde ise kanunu yaparsın sonra da bu kanuna göre denetliyorum dersin olur biter… Soran olursa da kanun nizam der geçersin…

Radyoların, şimdiki gibi FM kanalından yayını yok, “Uzun dalga” (LW) ya da “Orta dalga” (MW) gibi frekans aralıkları var, oralardan ilgili düğmeleri çevirerek istenilen kanallar bulunur, dinlenirdi… Sabahları “Gününüz aydın Ürününüz bol olsun çiftçi kardeşlerim” spotu ile tarımsal yenilikler, ürün ve yetiştirme metotları üstüne, bilim adamları destekli, türkü katkısı ile de eğlenceli, saat başlarında ajanslar, sabah ve akşamları radyo tiyatroları, arkası yarın adı ile maruf bugünkü TV dizilerinin audio versiyonları, ama bugünkü kadar toplumdan uzak ve kalitesiz olmayan programlar öne çıkmakta idi… Hele bir de, daha sonraları da olsa,  “Orhan Boran ve Yuki” vardı ki, içeriği tartışılsa bile kalite ve seviyesi tartışılmayan eğlence programları idi… Hafta sonları Futbol maç yayınlarını, tutulan takım futbolcularının gazetelerden görülen fotoğrafları, renkli formaları hayal edilerek sanki sahada maç izliyormuşçasına dinlemek ayrı bir güzellikti, rüya gibi hatıralardır. Hani şimdi kalitesi çok yükseltilmiş dijital ekranlarda, örümcek kameralarla zenginleştirilmiş yayınlar ile yeni bir yol tutturmuşlar var ya, o güzellikleri hayal bile edemezler…

Radyonun her ne kadar, devlet ricalinin bugünkü ardıllarının TVler için sarf ettikleri misali “temel işlevi eğitim ve bilgilendirmedir” gibi tılsımlı kelamlar etse de temelde tarih boyunca propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Propagandanın zirve yaptığı döneminde “soğuk savaş” dönemi olduğunu söylemeye de gerek yoktur zannederim, adeta “radyo savaşları” denilebilecek biçimi ile hatta artan bir fonksiyon ile bugün de devam etmektedir. Ben şahsen dinlemesem de kim unutabilir, Türkiye Radyolarında DP tarafından organize edilen “Vatan Cephesine” katılanların listelerinin isim isim saatlerce yayınlanmış olduğunu. İsteyen özellikle, İzmir’i doğuya doğru çıkıp diyelim ki Kayseri, diyelim ki Adana yolcuğu yapsın, yolda aracında radyosunu açsın, denesin, küçücük ilçelerden bile geçerken dini yayınlar yapan en az 3 radyo istasyonu bulacaklardır. Evet soğuk savaş döneminin, burası “Amerika’nın sesi”, ya da burası “Sofya radyosu”, ya da burası “bizim radyo” ya da burası “BBC” anonsları ile başlayan, kendince kendinin cilalı durumlarını anlatan, yoğun propaganda dönemleri unutulmayacaktır. Kurumu ve yayını çok zor olmayan radyo, her ne kadar ülkelerini yönetenlerin ellerindeki beyin yıkama araçları gibi bulunsa da, ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele edenlerin, yönetimlere karşı muhalif olanların ve dikta rejimlerine karşı direnen ve savaşanların da sıklıkla kullandığı bir araç olmuştur.

Kim unutabilir Üniversite sınavlarından sonra ön kayıtlar için üniversitelerin her gün açıkladıkları, ihtiyaç duyulan öğrenci sayısına ulaşılana kadar puan düşürerek yaptıkları anonsları… Ben üniversite genel sınavından sonra bir yıl radyo başında ön kayıt puanlarını düşüren üniversiteleri takip etmiştir. Gerçi o yıl bir işime yaramamıştı ama…

Eğer bir daha radyo yazısı yazarsam, Dünyada ve Türkiye’de ilk yayınlar ile propaganda amaçlı ve liderler tarafından kullanılış biçimi üstüne yazmak istiyorum.

Hiç yorum yok: