“Vakıf
tahrir defterlerinde Çeşme Kazasında biri Çeşme’de, diğeri Karaburun’da olmak
üzere Samut Baba adlı iki zaviyeden
bahis vardır. Bunlardan biri Çeşme’deki körfezin kuzeyinde bugün Tekke koyu
olarak bilinen koyun yakınında 16 Eylül mahallesindedir. Günümüzde Tekkeden
eser kalmamakla beraber sonradan hazırlanmış bir mezar taşı ve tekkenin
haziresi olduğu düşünülen yerde birkaç mezar taşı daha bulunmaktadır. Zaviyenin
yerinin Çeşme Körfezine hâkim oluşu kuruluş yıllarında burayı kontrol
vazifesini yüklenmiş olduğunu göstermektedir.” diye aktarmaktadır Mübahat Kütükoğlu
“XVI. Asırda Çeşme Kazasının sosyal ve
iktisadi yapısı” adlı eserinde, Doç. Dr. Nahide Şimşir tarafından, bir
sempozyum için hazırlanan “Çeşme’de
ziyaret yeri olarak seçilen kabirler” adlı tebliğinden. Aynı tebliğ de zaviyenin
gelirinden, padişah tahsislerinden ve talimatlarından ve sosyal
yükümlülüklerinden detayları ile bahsedilmektedir. Aynı eserde “Samut Baba
Tekkesi ya da Türbesi” adı ile Karaburun’da da bir tekkenin bulunduğu bahse
konudur ancak bildiğim kadarı ile başta Urla’da da hiç ziyaret etmemekle
birlikte bir adet bulunduğu bilmekteyim. Diğer taraftan Anadolu’nun birkaç
yerinde daha aynı adla tekke, zaviye ve türbelerin bulunduğu da kısa bir
araştırma neticesinde anlaşılmaktadır. Gerçi konu etmek istediğim ne türbe, ne
zaviye, ne de tekkedir ama mezkur “koyun
ve plajın” adının nereden geldiği konusunda daha önceleri okuduğum kitap ve
kaynaklardan aldığım notlara istinaden bu girişin faydalı ve anlamlı olacağını düşündüm.
Çok muhtemel ki Alevi ve Bektaşi kültürü ile yoğrulmuş, Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde yerleşmiş Babalar ve Dedeler ve de müritleri, yönetim durumuna göre kâh
otorite ile bağlaşık, kâh dikleniş ve baş kaldırış sergilemişlerdir. Çeşme’deki
Samut Baba ile ilgili, muhtemelen de konumuna binaen, canım Yurdumun insanı ona
bir “gözlemcilik” görevi yaratmıştır, muhayyel olarak hatta bu hayaldeki
sınırsızlık çok çeşitli menkıbeler yaratılmasına sebep olmuştur. Bu menkıbelerden
biri yine Doç. Dr. Nahide Şimşir aktarımına göre; "Samut Baba denilen zat
halk arasında ermiş olarak bilinir. İstiklal Savaşı yıllarında Çeşme'yi düşman
işgal edeceği sırada, tüm sahili yeşil sarıklı savaşçılar kaplar. Düşman bu
sahneyi görünce dağılır. Sonunda Türk ordusu yetişir." şeklindedir. Diğer
taraftan tarihlere bakınca, her ne kadar Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal ve
Börklüce Mustafa ile irtibata uygun bir kaynak bulunmamakla birlikte en azından
ben bilmemekteyim, mezkûr konunun bakiyelerinden olma ihtimalleri de göz ardı
edilemeyecek kadar akla uygundur. Çünkü Osmanlıdaki mezkûr başkaldırışın gerek coğrafi
gerekse de tarihsel tutum alışlar açısından değerlendirilmesi neticesinde de
mutlaka bakiyeleri olmalıdır ve tam da bu yüzden tasnif dışı tutulmamalıdır bu
vaka… Dikleniş, başkaldırı, yenilgi ve biat süreci yaşanmış olabilir. Samut; Arapça
kökenli bir kelime olup, susan ya da surat asarak konuşmayan anlamındadır.
Bir
dönem, Çeşme’nin ve ahalisinin, Hıdrellez kutlamaları için ateşler yakarak
eğleştikleri “Tekke Koyu” şimdilerde
artık yüksek zevatın inayet ve iradeleri kapsamında ranta kurban edilmiş olup
gayri dönüşü yoktur. İmara kapalı iken bir anda canım Yurdumun mütegallibesi ve
yerli avenelerinin, kuşa bak misali, “körfez
silueti projesi” gibi tılsım ve ihtişamı yüksek, hedefi belli, tezvik ve
tezyini ile gözlerimize çektikleri sürme neticesinde gelinen nokta ortadadır.
Savunma ise, orada 1 m2 bile yeri olmayan zevata, sorduğu soruya istinaden, sen
de inşaat yapımı talep et aynı haklara sahip ol, gibi kargaların başta olmak
üzere tüm mahlukatın güleceği ama politikacıların anlayabileceği kuş dili ile
yapılmıştır. Sonuçta kentlerin karakterlerini oluşturan bu tür yerlerin
korunamaması nedeni ile iğdiş işlemi devam etmektedir. Ancak gitti güzelim
Hıdrellez kutlama alanı, gerçi artık eski Hıdrellez kutlamaları da gitti ya
neyse. Ama neresinden başlayıp anlatsam çocukluğumun o güzel Hıdrellez
kutlamalarını, neyse eskiden atı alan Üsküdar’ı geçiyordu ama şimdi Üsküdar’ı
alan karşıya geçiriveriyor oldu, lafz-i tadilat muvacehesinde… Ayrıca,
genellikle herhangi bir Tekke’nin mütemmim cüzü kabilinden bulunan “deliklitaş” hala yerinde midir bilemiyorum
ama çocukluğumuzda biz zayıfların sorunsuz geçtiği hafif kilolu
arkadaşlarımızın geçemediği anlarda, geçenlerin geçemeyenlere takılmaları dün
gibi aklımdadır. Genel manada canım yurdumun insanının inanışına göre, deliklitaşı
sorunsuz geçenler günahsız, geçemeyenler ise tam anlamı ile günahkardırlar…
Artık onlara, adaklar mı adamak düşer, günlerce 7 adet üst üste dizilmiş tuğla
üstünde tuğlalar eriyene kadar yıkanmak mı düşer, tekke’ye bağışlar mı düşer, yoksa
Dedelerin yanında çilehanelere katılmak mı düşer, Allah bilir…
Tekke
plajının bir dönem yerel yönetim tarafından adı beğenilmeyerek “Kadınlar Plajına” da dönüştürülmesi,
hem de Tekke ve Zaviyelerin ihdas edilmesine canı gönülden inanan ve savunanlarca
yapılmış olması da ayrı bir tenakuz konusu iken, kadınlar plajına dönüşen yerde
üstsüz güneşlenmek isteyen kadınları da, yerli ve yabancı tefriki yapılmaksızın
zabıta gücü ile engelleyenler de aynı kafanın takipçileri olmaları bir başka
tenakuzu oluşturmakta idi.
Bir
dönem mezkûr plajın ki, genellikle kısa süreli yüzmek isteyen komşuların yoğunlukla
tercih ettiği bir plaj olması nedeni ile, yoğun müşteri tercihinden ötürü özelleştirme
kapsamında özel işletmelere devredilmesi tam bir rezalet iken şimdilerde
yeniden sınırsız şekilde halkın kullanımına açık olması bu hali ile bile
güzelleştirmiştir orayı. Artık koyun
hemen arkasındaki tepede çam ağaçları ile dolu mesire alanı yoktur ayrıca oraya
dönüş umudu da yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder