Pazar, Temmuz 01, 2018

TEKKE KOYU ve PLAJI


“Vakıf tahrir defterlerinde Çeşme Kazasında biri Çeşme’de, diğeri Karaburun’da olmak üzere Samut Baba adlı iki zaviyeden bahis vardır. Bunlardan biri Çeşme’deki körfezin kuzeyinde bugün Tekke koyu olarak bilinen koyun yakınında 16 Eylül mahallesindedir. Günümüzde Tekkeden eser kalmamakla beraber sonradan hazırlanmış bir mezar taşı ve tekkenin haziresi olduğu düşünülen yerde birkaç mezar taşı daha bulunmaktadır. Zaviyenin yerinin Çeşme Körfezine hâkim oluşu kuruluş yıllarında burayı kontrol vazifesini yüklenmiş olduğunu göstermektedir.” diye aktarmaktadır Mübahat Kütükoğlu “XVI. Asırda Çeşme Kazasının sosyal ve iktisadi yapısı” adlı eserinde, Doç. Dr. Nahide Şimşir tarafından, bir sempozyum için hazırlanan “Çeşme’de ziyaret yeri olarak seçilen kabirler” adlı tebliğinden. Aynı tebliğ de zaviyenin gelirinden, padişah tahsislerinden ve talimatlarından ve sosyal yükümlülüklerinden detayları ile bahsedilmektedir. Aynı eserde “Samut Baba Tekkesi ya da Türbesi” adı ile Karaburun’da da bir tekkenin bulunduğu bahse konudur ancak bildiğim kadarı ile başta Urla’da da hiç ziyaret etmemekle birlikte bir adet bulunduğu bilmekteyim. Diğer taraftan Anadolu’nun birkaç yerinde daha aynı adla tekke, zaviye ve türbelerin bulunduğu da kısa bir araştırma neticesinde anlaşılmaktadır. Gerçi konu etmek istediğim ne türbe, ne zaviye, ne de tekkedir ama mezkur “koyun ve plajın” adının nereden geldiği konusunda daha önceleri okuduğum kitap ve kaynaklardan aldığım notlara istinaden bu girişin faydalı ve anlamlı olacağını düşündüm. Çok muhtemel ki Alevi ve Bektaşi kültürü ile yoğrulmuş, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yerleşmiş Babalar ve Dedeler ve de müritleri, yönetim durumuna göre kâh otorite ile bağlaşık, kâh dikleniş ve baş kaldırış sergilemişlerdir. Çeşme’deki Samut Baba ile ilgili, muhtemelen de konumuna binaen, canım Yurdumun insanı ona bir “gözlemcilik” görevi yaratmıştır, muhayyel olarak hatta bu hayaldeki sınırsızlık çok çeşitli menkıbeler yaratılmasına sebep olmuştur. Bu menkıbelerden biri yine Doç. Dr. Nahide Şimşir aktarımına göre; "Samut Baba denilen zat halk arasında ermiş olarak bilinir. İstiklal Savaşı yıllarında Çeşme'yi düşman işgal edeceği sırada, tüm sahili yeşil sarıklı savaşçılar kaplar. Düşman bu sahneyi görünce dağılır. Sonunda Türk ordusu yetişir." şeklindedir. Diğer taraftan tarihlere bakınca, her ne kadar Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ile irtibata uygun bir kaynak bulunmamakla birlikte en azından ben bilmemekteyim, mezkûr konunun bakiyelerinden olma ihtimalleri de göz ardı edilemeyecek kadar akla uygundur. Çünkü Osmanlıdaki mezkûr başkaldırışın gerek coğrafi gerekse de tarihsel tutum alışlar açısından değerlendirilmesi neticesinde de mutlaka bakiyeleri olmalıdır ve tam da bu yüzden tasnif dışı tutulmamalıdır bu vaka… Dikleniş, başkaldırı, yenilgi ve biat süreci yaşanmış olabilir. Samut; Arapça kökenli bir kelime olup, susan ya da surat asarak konuşmayan anlamındadır.

Bir dönem, Çeşme’nin ve ahalisinin, Hıdrellez kutlamaları için ateşler yakarak eğleştikleri “Tekke Koyu” şimdilerde artık yüksek zevatın inayet ve iradeleri kapsamında ranta kurban edilmiş olup gayri dönüşü yoktur. İmara kapalı iken bir anda canım Yurdumun mütegallibesi ve yerli avenelerinin, kuşa bak misali, “körfez silueti projesi” gibi tılsım ve ihtişamı yüksek, hedefi belli, tezvik ve tezyini ile gözlerimize çektikleri sürme neticesinde gelinen nokta ortadadır. Savunma ise, orada 1 m2 bile yeri olmayan zevata, sorduğu soruya istinaden, sen de inşaat yapımı talep et aynı haklara sahip ol, gibi kargaların başta olmak üzere tüm mahlukatın güleceği ama politikacıların anlayabileceği kuş dili ile yapılmıştır. Sonuçta kentlerin karakterlerini oluşturan bu tür yerlerin korunamaması nedeni ile iğdiş işlemi devam etmektedir. Ancak gitti güzelim Hıdrellez kutlama alanı, gerçi artık eski Hıdrellez kutlamaları da gitti ya neyse. Ama neresinden başlayıp anlatsam çocukluğumun o güzel Hıdrellez kutlamalarını, neyse eskiden atı alan Üsküdar’ı geçiyordu ama şimdi Üsküdar’ı alan karşıya geçiriveriyor oldu, lafz-i tadilat muvacehesinde… Ayrıca, genellikle herhangi bir Tekke’nin mütemmim cüzü kabilinden bulunan “deliklitaş” hala yerinde midir bilemiyorum ama çocukluğumuzda biz zayıfların sorunsuz geçtiği hafif kilolu arkadaşlarımızın geçemediği anlarda, geçenlerin geçemeyenlere takılmaları dün gibi aklımdadır. Genel manada canım yurdumun insanının inanışına göre, deliklitaşı sorunsuz geçenler günahsız, geçemeyenler ise tam anlamı ile günahkardırlar… Artık onlara, adaklar mı adamak düşer, günlerce 7 adet üst üste dizilmiş tuğla üstünde tuğlalar eriyene kadar yıkanmak mı düşer, tekke’ye bağışlar mı düşer, yoksa Dedelerin yanında çilehanelere katılmak mı düşer, Allah bilir…

Tekke plajının bir dönem yerel yönetim tarafından adı beğenilmeyerek “Kadınlar Plajına” da dönüştürülmesi, hem de Tekke ve Zaviyelerin ihdas edilmesine canı gönülden inanan ve savunanlarca yapılmış olması da ayrı bir tenakuz konusu iken, kadınlar plajına dönüşen yerde üstsüz güneşlenmek isteyen kadınları da, yerli ve yabancı tefriki yapılmaksızın zabıta gücü ile engelleyenler de aynı kafanın takipçileri olmaları bir başka tenakuzu oluşturmakta idi.

Bir dönem mezkûr plajın ki, genellikle kısa süreli yüzmek isteyen komşuların yoğunlukla tercih ettiği bir plaj olması nedeni ile, yoğun müşteri tercihinden ötürü özelleştirme kapsamında özel işletmelere devredilmesi tam bir rezalet iken şimdilerde yeniden sınırsız şekilde halkın kullanımına açık olması bu hali ile bile güzelleştirmiştir orayı.  Artık koyun hemen arkasındaki tepede çam ağaçları ile dolu mesire alanı yoktur ayrıca oraya dönüş umudu da yoktur.

Hiç yorum yok: