Pazartesi, Temmuz 30, 2018

MASALSI ÇOCUKLUKLAR


Çocukluğumuzun en harika, en tılsımlı, en nostaljik ve en akılda kalan bölümleri, bugünden bakıldığında adeta bir arkası yarın tadında idi, hani radyo dönemlerinin “radyo tiyatrosu” devamlılığı içinde desem, dönemin kaliteli ve seviyeli dizi oyunları vardı ya, tam da öyle bir şey… Bir gün önceden kalan, maçın rövanşı ya da yarım kalan maçın devamı, ya da yarım kalan uzuneşek oyunun tamamlanması, ya da çelik çomak rövanşı gibi, tıpkı dizi filmler gibi vallahi… Gerçi her gün kurulan takımlar farklı futbolculardan oluşurdu, olsun, ne gam, ne keder, iddialı olmak, yenmek, yenilmek, şimdilerdeki kadar acıtmazdı bizleri, insanları ve tezahüratlarda asla “vur kır parçala, bu maçı kazan”ın olmadığı dönem idi… Top sahibi olmanın mutlaka bir takımda “has oyuncu” olma garantisi bir kenara, istediği mevkide de, istediği sürede, istediği kadar oynama lüksüne de sahip olması kaçınılmazdı, diğerleri için maharet ve beceri olmazsa olmaz idi. Gerçi maçlar, 6’da devre, 12’de maç ya da çok az da olsa, 12’de devre, 24’te maç gibi atılan gole dayalı sürelere tekabül ederdi ama genellikle 2. si seçilirse maç genellikle tamamlanamazdı, ya evden çağırılır ya artık karanlık basar gözler kifayetsiz kalırdı. Eyy gidi güzel günler, 3 korner 1 penaltı dönemi… Hele hele, en mahir, en becerikli ve en atak 2’sinin hemen karşılıklı takımların kaptanları olarak kendilerini ilan etmesini müteakip, çevrelerinde dizilmiş oyunculardan sıra ile ve birer birer seçmek üzere, aralarında belli mesafe bırakarak ilk seçici olmak üzere adım atışlarının heyecanı nasıl anlatılabilir ki. İlk seçici ilk oyuncuyu seçer ki bu da genellikle en golcü, en iyi kaleci ya da en iyi savunmacı olurdu kaptanın taktik öngörüsüne istinaden, sonra sıra ile kaç kişi var ise bekleyen takımlara dağılır idi zaman zaman yedek oyuncular da olur ve gerektiğinde takım kaptanı gerekli değişikliği yapar idi. Mezkur müsabakalar genellikle sokakta ve nerdeyse herkesin evine yakın olurdu ve bu müsabakalarda sivrilen oyuncular adeta bir üst lig durumundaki “mahalle takımına” davet edilmeye kadar uzanırdı. Bu mahalle takımının sivrilenleri de, Çeşmespor’da top koşturma şerefine nail olmuşlardır. Ben mi? Ara sıra da olsa belki de adam yokluğundan mahalle takımına girmişliğim vardır, bu da bana yetiyor öğünmek için. Yalandan da olsa, gerek antrenör (şimdiki teknik direktör karşılığı) torpili ile, gerekse de oyuncu arkadaşlarımın himmetine istinaden Çeşmespor idmanlarının birkaçına katılabilme şansı elde edebildim.

Birlikte ya da karşılıklı az da olsa oynama şerefine nail olduğum ya da daha doğru ifade ile bana kendileri ile oynama şerefi bahşeden, dönemin efsane Çeşmespor kadrosunda bulunan, Latif Çelebi, Hüseyin Aykın, Ergun Mütevellioğlu, Kadri Karataş, Mustafa Özşahin, Hasan Erküçük başta olmak üzere hemen hemen hepsi ile şimdilerde o güzel hatıraları yad etmekteyim. Yakınlarda kaybettiğimiz, Latif Çelebi ise bizleri büyük bir üzüntüye atarak aramızdan ayrıldı. Bu mahalle takımlarından gelerek, Çeşmespor’un efsane kadrosunda yer alan, Mehmet Erküçük, Hasan Soma, Nail Barutçu, Latif Çelebi, Güngör Yamaner, Hasan Soma, Halim Oranlı, Arif Çilek, Mehmet Vardarlı, Tufan Çınar gibi isimleri de tanımış olmak, arkadaşlık etmek tarafıma kalan önemli bir mirastır. Hele hele, efsane teknik direktör, İsmail Denizli, önemli anılarımdan biridir, bana göre Türkiye’nin dönem itibari ile yurt dışı yayınlar takip eden, yabancı dil bilen ender isimlerinden biridir ve en önemlisi Ege Bölgesinde tanınan ve aranan bir dama ustası idi kendisi. Ve hayatımda ilk kez dama oyununda 15 taşı vererek, oyunu alan kişidir, İsmail Denizli. Halen geriye dönüp baktığımda, dönem itibari ile yetkili ya da etkili olsa idim, tereddütsüz Türkiye Milli Takımının başına atayacağım ya da atanmasına aracılık edeceğim bir futbol adamıdır ve ne yazık ki kendisini de kaybettik, nurlar içinde olsun.

Sokaklardan oluşan statlarımızın yanında mahalle maçlarının yapıldığı, seyircilerin de hiçte azımsanmayacak miktarda yer bulabildiği daha üst düzey alanlar da bulunmakta idi. Mesela, Ali Sami Yen, Eski Hükümet Binasının arkasındaki alan, bilindiği üzere şimdiki Ertürk Feryboat acentesinin, Tokmak Hasan Lokantasının bulunduğu yerde Çeşme’nin nadir güzel binalarından, ahşap kargir sarı iki katlı bir bina idi eski hükümet binası, küçük bir alan olmakla birlikte 6 şar kişilik takımların harika maçlar oynadığı toprak zemin idi. Aklımda kaldığı kadarı ile, kaleci olmasına rağmen lakabı “Sanlı” olan İbrahim Gürsoy’un efsaneleştiği yerdi Ali Sami Yen. Alanın yan tarafındaki yüksek alan ve yıkıntılar ise seyirciler için adeta bir tribün havasında idi, inanın ki şimdiki statları hiç aratmayacak kalite ve tempoda tezahüratlarda yapılırdı bu maçlarda. Hele hele gençleri izlemeye gelen, Çeşmespor’da artık son dönem görevlerini yapan ya da futbol zevki için seyircilik eden, aklımda kaldığı kadarı ile başta Çoşkun Kalkan, Nuri Ertan, Ekrem Çimen, Nuri Tarhan, Mehmet Korkmaz, Atalay Derici, Nejat Albayrak, Yıldıray Derici, İsmet Gökseloğlu olmak üzere büyüklerimizi de bu nedenle bir kez daha anmak istiyorum.

Diğer taraftan, Kale burçlarının arasındaki alan, seyircinin fazlaca rağbet etmediği bir yer olup, bahar aylarında zemini çayır ve haylice korunaklı idi. Ayrıca şimdiki balıkçılar sokağı diye bilinen ve Hulki’nin sinemasının arkasına düşen alan da doğal yapısı gereği stat görevi yapmıştır. Şimdi hatırlayabildiğim 3 mahalle takımı vardı sık sık karşı karşıya gelen, Musalla, Sakarya ve 16 Eylül. Birde “Yağhaneler” arkası sokak vardı ama burada oynama ya da maç izleme şerefine nail olamadım.

Şimdi denilecek ki; bu ne büyük bir eskiye özlem, bu ne konsantre nostalji, memleketin bin bir türlü derdi dururken, sen nelerle uğraşıyorsun, ne yapayım bunlarda benim “penguen belgeselim”. Konu bu kadar basit ve anlaşılır, haaa özlem yok mu var şüphesiz ama bu kadar mı, o tartışılır…

Hiç yorum yok: