Böyle
davrandıkça her şeyi arapsaçına çeviriyordu. Amcasının yetkilerini ele geçirir
geçirmez, artık yönetiminde bulunan hazine parasını uluorta, keyifle saçıp
savurmaya başladı... Ülkenin zenginliğinin tadına varan bu yabancılar,
başkentin yolundan bir türlü uzaklaştırılamadılar. Ayrıca deniz kıyısında
dalgaları kırabilecek yapılar için hiç çekinmeden büyük paralar harcadı. Deniz
kıyısına kayalar ve taşlar yığdırdı, denizin saldırısını ve gücünü, zenginliğin
gücüyle alt ermek istedi.
Ya
işlemedikleri bir suçla itham ederek ya da dil döküp armağan ettiklerine
inandırarak ülkenin bütün özel mülkünü kendi elinde topladı. Cinayetten mahkûm
olanlar ya da başka bir ağır cürüm işleyenlerin çoğu, bütün mallarını devrederek
cezadan kurtuldular. Komşularının toprağından gerekçesiz hak iddia edenler,
hukuk yoluyla kendi lehlerine bir hüküm elde etmeyi imkânsız bulunca,
anlaşmazlık konusu olan araziyi İmparator’a armağan edip işin içinden çıktılar.
Hiçbir şey yitirmedikleri bu eli açıklık karşılığında, Majestelerine takdim
edilebilmek lütfuna eriştiler ve düşmanlarından alabileceklerinden daha
fazlasını yasadışı yollardan sağladılar. Burada, İmparator’un kişisel
görünümünü anlatmak yerinde olur sanırım... Çekici, yuvarlak bir yüzü vardı ve
iki günlük oruçtan sonra bile sağlıklı rengini korurdu. Kısaca genel görünümünü
anlatmak gerekirse, daha önceki bir imparatorun oğluna yakın bir benzerliği
vardı. Bu imparatorun canavarca işleri vatandaşlar üzerinde öyle bir iz
yaratmıştı ki, bütün vücudunu kesip parçaladıkları halde kızgınlıklarını
giderememişlerdi. Parlamento ayrıca bu imparatorun adının yazıtlardan
silinmesine, heykel ve portrelerin ortadan kaldırılmasına karar vermişti.
İmparatorun
dış görünüşü böyleydi. Niteliklerine gelince, uygun bir tanımlama yapmak benim
yeteneğimin dışındadır. Çünkü hem şeytana uymaya hazır hem kolayca baştan
çıkarılabilir bir huydaydı. Hem dolandırıcı hem aptaldı. Yanındakilere hiçbir
zaman doğru bir şey söylemezdi. Söylediği şeylerse daima dürüstlükten uzak
amaçlara yönelikti. Ama aynı zamanda onu aldatmak isteyenler için kolay
lokmaydı. Doğuştan, birbirinden ayrılmaz biçimde ahmaklıkla hilekarlığın
olağanüstü bir karışımıydı. Belki de Aristocu filozoflardan birinin yıllarca
önce söylediklerinin bir örneğini görüyorduk: “Kimi zaman insan doğasındaki
renklerin karışımı gibi karşıt nitelikler de bulunabilir” diyordu filozof.
Bununla birlikte, tanımlamamı, doğru olduğuna inandığım gerçek örneklerle
sınırlandırmam gerekir.
Her
neyse, bu imparator, huyları bakımından gerçek düşüncelerini saklayan, düzenci,
yüze gülücü, ağzı sıkı bir insandı. Gerçek görüşlerini örtmeyi çok iyi beceren
ikiyüzlü bir kimseydi. Sevinç ya da üzüntü nedeniyle değil de, durumlar
gerektirdiği zaman hemen gözyaşı dökebilirdi. Her zaman yalan söylerdi. Bu
konuda dikkatsiz davranmaz, uyruklarıyla uğraşırken bile yalanlarını hem
imzasıyla hem de en büyük yeminlerle onaylardı. Az önce yeminle inkâr eniği
kusurlarını işkence altında açığa vuran tutsaklar gibi, yaptığı anlaşmaları da,
verdiği sözleri de kısa zamanda unutuverirdi. Hain bir dost ve yorulmaz bir
düşman gibi kendini tutkuyla cinayete ve soyguna adadı. Aşırı derecede kavgacı
ve saman altından su yürüten bir insandı. Kolayca şeytan işi yollara
sürüklenir, ama doğru yolu izlemesi gerektiği konusundaki her öğüde karşı
çıkardı. Alçakça düzenler kurmakta ve bunları uygulamakta eli çabuktu. İyilik
yapmaktansa içgüdüyle uzak dururdu.
İmparator'un
niteliklerini anlatmak için insan yeteri kadar kelime bulamıyor. Bir insanın
olamayacağı kadar günah işlemeye düşkün biriydi. Sanki doğa, insanlığın geri
kalanından bütün şeytanlık eğilimlerini kaldırmış ve bu adamın ruhunda
toplamıştı. Bütün bunların dışında, yalan suçlamaları dinlemeye ve hemencecik
ceza uygulamaya hazırdı. Yargıya varmadan önce iddiaları inceleyeceği yerde,
suçlamaları dinler dinlemez kararını açıklardı. Duraksamadan, kasabaların
yakılması, kentlerin yerle bir edilmesi, ulusların tutsak edilmesi için ortada
hiçbir neden yokken emirler verirdi. Biri çıkıp da ülkenin eskiden başına gelen
felaketleri, İmparator’un sorumlu olduklarıyla karşılaştırırsa, eminim ki bütün
geçmiş yüzyıllardakinden çok daha fazla insanın, bu tek adamın yönetiminde
boğazlandığını görürdü. Başkalarının servetine hiç tereddütsüz, açıkça el
koyar, kendine ait olmayan şeyleri ele geçirirken bir özür, bir gerekçe öne
sürmeyi gerekli görmezdi. Ama ele geçirdiği servetleri, sanki bunlara karşı hiç
ilgi duymadığını göstermek istermiş gibi, hovardaca harcar, hiç gerek yokken
olası düşmanların ceplerini doldururdu. Kısacası ne kendi para tutar ne de
dünyada başkasının parası olmasına göz yumardı. Sanki para hırsıyla değil de
para sahibi olanlara karşı duyduğu hayranlık nedeniyle böyle davranıyordu.
Böylece ülke toprağında zenginliği ya sakladı ve millet çapında bir yoksulluğun
yaratıcısı oldu.
Evet;
yukarıdaki satırlar Bizans tarihçisi Prokopios’un
“Bizans’ın gizli Tarihi” adlı kitabından alınmış olup yahu dünyada ne
imparatorlar varmış dedirtip dudak uçuklatırcasına bir serüvendir. Söz konusu
imparator Justinianus olup aynı zamanda 1. Justinianus ya da Justinyen olarak ta
bilinmektedir ve Bizans’ı 527 ile 565 tarihleri arasında yönetmiştir. Çok şükür
bu kabil olaylar günümüzden 1.500 yıl öncesinde yaşanmış ve kalmıştır ve de çok
şükür ki artık bu tür insanlar ülkeleri yönetmiyor lakin yine de bu
yaşananların bugün yaşadığımız bir coğrafyada geçmiş olması itibariyle de enteresandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder