Perşembe, Kasım 08, 2018

İMPARATOR


Böyle davrandıkça her şeyi arapsaçına çeviriyordu. Amcasının yetkilerini ele geçirir geçirmez, artık yönetiminde bulunan hazine parasını uluorta, keyifle saçıp savurmaya başladı... Ülkenin zenginliğinin tadına varan bu yabancılar, başkentin yolundan bir türlü uzaklaştırılamadılar. Ayrıca deniz kıyısında dalgaları kırabilecek yapılar için hiç çekinmeden büyük paralar harcadı. Deniz kıyısına kayalar ve taşlar yığdırdı, denizin saldırısını ve gücünü, zenginliğin gücüyle alt ermek istedi.

Ya işlemedikleri bir suçla itham ederek ya da dil döküp armağan ettiklerine inandırarak ülkenin bütün özel mülkünü kendi elinde topladı. Cinayetten mahkûm olanlar ya da başka bir ağır cürüm işleyenlerin çoğu, bütün mallarını devrederek cezadan kurtuldular. Komşularının toprağından gerekçesiz hak iddia edenler, hukuk yoluyla kendi lehlerine bir hüküm elde etmeyi imkânsız bulunca, anlaşmazlık konusu olan araziyi İmparator’a armağan edip işin içinden çıktılar. Hiçbir şey yitirmedikleri bu eli açıklık karşılığında, Majestelerine takdim edilebilmek lütfuna eriştiler ve düşmanlarından alabileceklerinden daha fazlasını yasadışı yollardan sağladılar. Burada, İmparator’un kişisel görünümünü anlatmak yerinde olur sanırım... Çekici, yuvarlak bir yüzü vardı ve iki günlük oruçtan sonra bile sağlıklı rengini korurdu. Kısaca genel görünümünü anlatmak gerekirse, daha önceki bir imparatorun oğluna yakın bir benzerliği vardı. Bu imparatorun canavarca işleri vatandaşlar üzerinde öyle bir iz yaratmıştı ki, bütün vücudunu kesip parçaladıkları halde kızgınlıklarını giderememişlerdi. Parlamento ayrıca bu imparatorun adının yazıtlardan silinmesine, heykel ve portrelerin ortadan kaldırılmasına karar vermişti.

İmparatorun dış görünüşü böyleydi. Niteliklerine gelince, uygun bir tanımlama yapmak benim yeteneğimin dışındadır. Çünkü hem şeytana uymaya hazır hem kolayca baştan çıkarılabilir bir huydaydı. Hem dolandırıcı hem aptaldı. Yanındakilere hiçbir zaman doğru bir şey söylemezdi. Söylediği şeylerse daima dürüstlükten uzak amaçlara yönelikti. Ama aynı zamanda onu aldatmak isteyenler için kolay lokmaydı. Doğuştan, birbirinden ayrılmaz biçimde ahmaklıkla hilekarlığın olağanüstü bir karışımıydı. Belki de Aristocu filozoflardan birinin yıllarca önce söylediklerinin bir örneğini görüyorduk: “Kimi zaman insan doğasındaki renklerin karışımı gibi karşıt nitelikler de bulunabilir” diyordu filozof. Bununla birlikte, tanımlamamı, doğru olduğuna inandığım gerçek örneklerle sınırlandırmam gerekir.

Her neyse, bu imparator, huyları bakımından gerçek düşüncelerini saklayan, düzenci, yüze gülücü, ağzı sıkı bir insandı. Gerçek görüşlerini örtmeyi çok iyi beceren ikiyüzlü bir kimseydi. Sevinç ya da üzüntü nedeniyle değil de, durumlar gerektirdiği zaman hemen gözyaşı dökebilirdi. Her zaman yalan söylerdi. Bu konuda dikkatsiz davranmaz, uyruklarıyla uğraşırken bile yalanlarını hem imzasıyla hem de en büyük yeminlerle onaylardı. Az önce yeminle inkâr eniği kusurlarını işkence altında açığa vuran tutsaklar gibi, yaptığı anlaşmaları da, verdiği sözleri de kısa zamanda unutuverirdi. Hain bir dost ve yorulmaz bir düşman gibi kendini tutkuyla cinayete ve soyguna adadı. Aşırı derecede kavgacı ve saman altından su yürüten bir insandı. Kolayca şeytan işi yollara sürüklenir, ama doğru yolu izlemesi gerektiği konusundaki her öğüde karşı çıkardı. Alçakça düzenler kurmakta ve bunları uygulamakta eli çabuktu. İyilik yapmaktansa içgüdüyle uzak dururdu.

İmparator'un niteliklerini anlatmak için insan yeteri kadar kelime bulamıyor. Bir insanın olamayacağı kadar günah işlemeye düşkün biriydi. Sanki doğa, insanlığın geri kalanından bütün şeytanlık eğilimlerini kaldırmış ve bu adamın ruhunda toplamıştı. Bütün bunların dışında, yalan suçlamaları dinlemeye ve hemencecik ceza uygulamaya hazırdı. Yargıya varmadan önce iddiaları inceleyeceği yerde, suçlamaları dinler dinlemez kararını açıklardı. Duraksamadan, kasabaların yakılması, kentlerin yerle bir edilmesi, ulusların tutsak edilmesi için ortada hiçbir neden yokken emirler verirdi. Biri çıkıp da ülkenin eskiden başına gelen felaketleri, İmparator’un sorumlu olduklarıyla karşılaştırırsa, eminim ki bütün geçmiş yüzyıllardakinden çok daha fazla insanın, bu tek adamın yönetiminde boğazlandığını görürdü. Başkalarının servetine hiç tereddütsüz, açıkça el koyar, kendine ait olmayan şeyleri ele geçirirken bir özür, bir gerekçe öne sürmeyi gerekli görmezdi. Ama ele geçirdiği servetleri, sanki bunlara karşı hiç ilgi duymadığını göstermek istermiş gibi, hovardaca harcar, hiç gerek yokken olası düşmanların ceplerini doldururdu. Kısacası ne kendi para tutar ne de dünyada başkasının parası olmasına göz yumardı. Sanki para hırsıyla değil de para sahibi olanlara karşı duyduğu hayranlık nedeniyle böyle davranıyordu. Böylece ülke toprağında zenginliği ya sakladı ve millet çapında bir yoksulluğun yaratıcısı oldu.

Evet; yukarıdaki satırlar Bizans tarihçisi Prokopios’un “Bizans’ın gizli Tarihi” adlı kitabından alınmış olup yahu dünyada ne imparatorlar varmış dedirtip dudak uçuklatırcasına bir serüvendir. Söz konusu imparator Justinianus olup aynı zamanda 1. Justinianus ya da Justinyen olarak ta bilinmektedir ve Bizans’ı 527 ile 565 tarihleri arasında yönetmiştir. Çok şükür bu kabil olaylar günümüzden 1.500 yıl öncesinde yaşanmış ve kalmıştır ve de çok şükür ki artık bu tür insanlar ülkeleri yönetmiyor lakin yine de bu yaşananların bugün yaşadığımız bir coğrafyada geçmiş olması itibariyle de enteresandır.

Hiç yorum yok: