“Atalarımızın
izinde” adını verdiğimiz geziye birkaç arkadaşımla birlikte Balkanlardan sonra Orta
Asya’da devam ettik, bu duraklardan biri de Kırgızistan’ın başkenti, “Tien-Şan”
ya da “Tanrı Dağlarının” adeta bir kolyesi durumunda konuşlanmış hali,
parkları ve özellikle de heykelleri, baklava dilimi dizayn edilmiş cadde ve yolları
ile, “İpek Yolu” üstünde yer alan Bişkek oldu. Kente daha önce defalarca
gitmiş olmama rağmen, yine de bize rehberlik edecek, bizi gezdirecek, Türkiye’de
üniversite okumuş ve Türkçe’yi en az bizim kadar düzgün konuşan bir arkadaşımız,
Azad hep yanımızda olacaktı, bu vesile ile kendisine de teşekkür ediyorum.
Öncelikle
herkesin bilebileceği ansiklopedik bilgilerle başlamak istiyorum, kenti
anlatmaya. İpek yolu üzerinde bulunan şimdiki kentin bulunduğu yere Özbek Kralı
1825 yılında bir “Kale” yaptırır, bilahare Rus Çarlığına bağlı kuvvetler
bölgeyi ve Kaleyi ele geçirirler. Önceleri kale bir askeri garnizon olarak
kullanılır, sonraları verimli toprakları tarıma kazandırmak adına bölgeye
yerleştirilen Rus köylüleri, alanı geliştirip “Pişpek” adı verilen kenti
oluşturmaya başlarlar, bilahare bölgede Sosyalist Devrimde önder rol üstlenmiş,
“Mikhail Frunze’nin” adına ithafen “Frunze” haline dönüşür, en sonda da
1991 yılındaki bağımsızlık sonrası “Bişkek” adına geri dönülür. Bugünkü
kentin temelleri sosyalist süreçte atılır ve ortaya, modern görünümlü, geniş
caddeleri, ağaçlıklı yolları, geniş kaldırımları, kaldırımları ile yolları
arası çift sıra dizilmiş ağaçları, hem drenaj hem de sulama amaçlı tesis
edilmiş su kanalları, parkları ve havuzları ile eşsiz bir kent çıkar. İlk
gittiğimde bir ilkbahar idi, kent yer yer kar ile kaplı olmasına rağmen başta
öğrencilerinde katıldığı bir temizlik süreci yaşıyordu. İlk başta öğrenciler
kent mi temizlermiş tepkisinin ardından anladık ki, kente, o kentte yaşayan
herkesin emek vermesi halinde kentin içselleştirilmesinin ve benimsenmesinin
tadı ve ruhu sinmektedir insanlara. Hele ayrılan devasa park ve yeşil alanlara
bakılınca bu miktar tahsislerin modern insana ne kadar da uygun düşmekte olduğu
kolayca anlaşılmaktadır. Hele mezkur coğrafyalarda insanların boş zamanlarında,
çoluk çocuk ya da arkadaş grupları ile buralarda uzun süreler geçirdiğine
tanıksanız, bu alanların önemini bir kez daha görerek yaşıyorsunuz, bu
planlamaları kim yapmışsa iyilikle yad ediyorsunuz, her birini, doğu da ya da
batı fark etmez… Bişkek parkları sadece çeşit çeşit ağaçlar ile mi donatılmış,
hayır yüzlerce heykel bulunmaktadır, başta edebiyatçılar, ressamlar, siyasal
hayata katkı yapmış siviller olmak üzere az da olsa askeri şahsiyetlerin heykelleri
ile doldurulmuştur, adeta bir heykeller şehri görünümündedir. Lenin Heykelini
koruyan nadir ülkelerden biridir Kırgızistan, gerçi Türkmenistan’da da bir
Lenin heykeli vardır. Kapitalizm bizim gibi ülkelere “eski ne varsa atın”
suflesi ile yaklaşınca, yeni görmüşlüğün de sarhoşluğu ile bu tılsıma kapılıp,
kapitalizm ile uyuşmayan ama ülke tarihini oluşturan ne varsa gözden
çıkarılmaktadır maalesef… Gerçi Türkmenistan’da neden “Lenin heykeli
kaldırılmıyor diye sorulunca”, yönetimin bu heykel halkın parası ile yapıldı bu
yüzden kaldırmıyoruz gibi cevap vermiş olmasına rağmen neden sadece 1 tane
bıraktınız diye de kimse sormuyor. Faşizmi alt etmenin heykelleri ve anıtları
her kentte olduğu gibi burada da bir gurur abidesi olarak sönmeyen ateşi ile
öne çıkmaktadır. Amerika istediği kadar savaştan kendilerinin başarılı
çıktığını yazsalar da, söyleseler de, Sovyetlerin Nazizmi alt etmekteki
faturasını bilenler için bunun doğru olmadığı gayet sarihtir.
Tepelerinde
yaz-kış karın eksik olmadığı Tanrı Dağları'nın eteğinde bulunan Bişkek, bu
nedenle yazları serin kışları da ılık geçirmektedir ve bu durum her ziyarete
gelmiş insana iç rahatlığı, huzur ve umut zerk etmektedir. Şehrin yollarının, birbirine paralel, baklava
dilimi, güneyden kuzeye, doğudan batıya planlanması şehrin havalandırması,
trafiğin sirkülasyonu açısından ciddi konfor sağlamasına rağmen sosyalist
dönemde gayet iyi işleyen bu yapı kapitalist dönemde farklı ve olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır, kanaatimce… Sosyalizmin tercihleri ve topluma sundukları ile
kapitalizmin farkı tam da bu noktada fazlaca çarpıcı biçimde göze batıyor,
toplu taşıma ve bireysel taşıma… Sosyalist süreç, toplu taşımayı öne çıkarıyor,
bu yüzden bir dönem bizde de olan ama ANAVATAN Partisi önderliğinde tüm yurtta tukaka
ilan edilip tarumar edilen “troleybüs”ler, otobüsler ve nüfusa göre metro
tercihleri yapılarak ilerlerken, kapitalist süreç hızlı ve anlamsız bireysel ulaşımı
öne çıkararak şehri adeta otomobile gark etmiş olup bu yüzden artık tek yönlü
taşıt trafiği olan bulvarlar bile ihdas edilmiştir. Aslında bulvarları sağlı
sollu kaplayan, batının ve emperyalizmin alameti farikası durumundaki markalardan
geçilmez iken, taşıt trafiğinin tek yönlü olması kapitalizmin ruhuna aykırıdır
ama yapılacak bir şey kalmamıştır, bu evrilmenin karşısında. Şehri planlayan
mimar ve mühendisler “sosyalizm” umdeleri ile plan yapar iken normalde ve
batıda akla gelmeyen bir sürü detay düşünülmüş iken, kapitalizmin bir gün
hakimiyet kurup bireyselliği bu kadar öne çıkaracağını düşünememişler, nerden
akıllara gelsin batının bu kadar çok arabayı şehre yığabilecek bir politika
tutturacaklarını. Artık, bizimkilerin çok memnun kaldıkları minibüsçülük te
Bişkek sokaklarında hakimiyet sürmektedir. Gerçi onlar bizim gibi gaza gelip “troleybüsleri”
söküp atmamışlar ve ekosisteme daha faydalı olan bu taşımacılığı korumuşlar ama
o kadar işte…
Tien
Shan dağlarında alpinist faaliyetleri, Issık kul üstüne, Alatoo meydanı, Kurmancan-Datka
heykeli, Manas destanı ve heykelleri, Cengiz Aytmatov’un bu sefer de farklı bir
rol ile toplum gözünde yer alıyor olması, devlet büyükleri için tahsis edilen
arazi ve inşa edilen abartılı mezarlıklar, Karahanlıların başkenti “Balasagun”
ve geriye kalabilen “Burana Kulesi” ve müzesi, bir köy kabristanına
yaptığımız ziyaret, hala büyük ölçüde ekolojik tarımın ürünlerinden yediğimiz “çilek”ler
ve kırmızı benekli alabalıkları ve kımız imalatı ve tüketimi konusunu bir başka
yazıda yazmayı planlamaktayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder