Kitap okumaya devam
ediyoruz; “Koruyan el” adı ile yayınlanan ve Almanya’da yerel ve uluslararası
gizli servisler ve Neonaziler (dazlaklar-sağcılar-faşistler-Alman
milliyetçileri) arasındaki derin, mahrem ve müphem ilişkiler arka planlı ama
temelde ve genelde yabancı düşmanlığını esas alan özelde de Türkiye kökenli
insanlara yönelik ölümlü saldırıları konu edinen bir kitap, yazarı da Wolfgang
Schorlau… Almanya’da 2000 ile 2006 yılları arasında 1 Yunanistan, 9 Türkiye
kökenli göçmen ile Almanya vatandaşı 1 polis memuru hunharca katledilir, mezkur
cinayetler serisi, medyaya servis edilen biçimi ile Türkiye kökenli göçmenlerin
“mafyozi ilişkilerinden” kaynaklıdır ve çaktırmadan kapatılmaya çalışılır. Hem
de Şansölye Angela Merkel’in “23.02.2012 tarihinde cinayetlere kurban giden
kişilerin anma törenlerinde; “Federal Almanya Cumhuriyetinin Şansölyesi olarak size
söz veriyorum; cinayetleri aydınlatmak, azmettirenleri ve katillerin
yardakçılarını ortaya çıkarmak ve mücrimlerin hak ettikleri şekilde
cezalandırılmalarını sağlamak için her şeyi yapacağız” diye söz vermesine rağmen
cinayetler aydınlatıl(a)maz ve yapanların ve yaptıranların yanına kâr kalır. Peki; bu alçakların bu yaptıklarının yanlarına kâr kalmaları aklı selim cenahı şaşırtır mı, zinhar, çünkü
onlar bilirler ki derin devletin koruyan eli devrededir. Bu cinayetlerin
failleri diye medyaya servis edilen biçimi ile tabii ki, Neonazi oldukları
müseccel kişiler bir banka soygunu akabinde, bulundukları yer tespit edilince ve
kaçamayacaklarını anlarlar ve intihar ederler, bulundukları karavanı yakarlar.
Olay bu kadar basittir ve çok yönlü ve derin araştırmalar ve soruşturmalar neticesinde
koskoca Almanya Yerel ve Federal Polis Teşkilatı, Almanya Federal Haberalma Teşkilatı,
Almanya Anayasayı Koruma Yerel ve Federal Teşkilatı bir şeyler bulamamıştır. Sonra
bir nedenle kıskanç ve meraklı bir kadın aynı zamanda derin devletin önemli adamlarından
birinin eşi, eski ama çok yetenekli bir polis ve yeni dedektif birini
görevlendirene kadar, her şey sakindir. Ne zaman ki dedektif, soygunu
yapanların karavanda intihar eden kişiler olmadığını hatta fail diye servis
edilenlerin intihar değil de öldürüldüklerini dosyalara, zabıtlara, otopsi
raporlarına ve vaka tanıklarına; ki mezkûr dokümanların tamamı gerçek ve
orijinaldir, dayalı ispat eder, konu ile ilgili tüm kanıtları yetkili mercilere
aktarır. Ve beklemeye geçer. Hukukun üstünlüğüne ve Şansölyenin verdiği sözlere
istinaden seri cinayetlerin aydınlatılacağını ve derin devleti temsil eden ve oluşturanların
cezalandırılacağını düşünür. Nasıl bir ülkede yaşadıklarının beklentisi bir
hayli yüksektir. Sonuç sukut u hayaldir. Meğerse olaylar her ülkede ne kadar da
benzer birbirine…
Kitap
gerçek olaylar üstüne kurgulanmış bir polisiye roman gibi durmakta lakin gerçek
olaylar ve zabıtlar üzerinden romanlaştırılmış bir vakalar manzumesidir bana
göre. Şüphesiz roman kahramanının yaşanan bu vahşetin mücrimlerini ispatlamış
olması yeterli değildir, ceza oluşturmak için, hemen devreye devlet sırrı
girer, olaylar artık türbanlıdır, görülemez, o kadar. Aaaa Almanya devleti ve
adaleti için 10-15 Türk ölmüş ya da öldürülmüş çok şey fark ediyor mu,
sanmıyorum, onlara göre zaten dünyada yeterince Türk var, geri kalanı ile idare
etmek te mümkün…
Bir
başka bölümde, şimdiki Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin “Demokratik
Almanya”nın Dresden kentinde KGB görevlisi iken “o dönemde fevkalade kötü
şöhretli bir neonazi’yi ayartıp” kullandığına yönelik bir tespiti aktarıyor,
Demokratik Almanya gizli servisi “Stasi”nin bir yetkilisinin ağzından.
Ancak,
kitapta, şimdilerde neredeyse hiç konuşulmayan, “stay behind” diye
bahsedilen, NATO’nun gizli orduları olarak adlandırılan karanlık örgütün adının
geçmesidir. Bilindiği üzere, 12
Eylül faşist askeri darbesinin lideri konumundaki Kenan Evren’in, canım
yurdumun nadide ve en bilinen en önemli “Stay-behind” komutanlarından biri
olduğu pek çok belgesel nitelikli kaynakta iddia edilmiştir, ve bu iddia hiçbir
zaman reddedilmemiş olup sanki gizli gizli de bu unvanın keyfi de çıkarılmıştır
her zaman… “Stay-behind” konsepti ve onu yaratan koşullar emperyalistler
açısından, NATO kapsamındaki bir ülkenin, kendi tanımlamalarına göre
kötülüklerin kaynağı “Sovyetler Birliği” ya da müttefikleri tarafından işgale
uğraması halinde kendi topraklarını işgale karşı direnerek savunmak ve daha
ileri giderek işgalcileri püskürtmek gibi takdim edilen ve ülke insanının
itiraz etmesini engelleme noktasında gizli örgütlenmeler toplamıdır. Bu toplam,
tek tek ülkeler bazında planlandığı gibi blok ülkeler bazında da planlanarak,
daha geniş kapsama erişmiş ve günün moda deyimi ile “paralel ordular-paralel
silahlı kuvvetler” oluşturulmuştur.
Bu “paralel orduların” olası bir Sovyetler Birliği işgali durumunda aktif
olacağı savına rağmen mezkûr ülkelerdeki Devrimci, Sosyalist ya da
bağımsızlıkçı hareketlerin demokratik seçimlerle bile olsa iktidarlarına
katlamayan bir yapıda olduğunu yaşanan pratik göstermiş olup, gizli orduların
işgallere karşı kullanması için saklanmış gizli silah depoları kullanılarak da
iç siyasette aktif tutum alınmış ve ülkenin yarı-işgal ya da gizli işgal
altında olduğu öne sürülerek itham edilenlere karşı ciddi katliamlar
yapılmıştır. Mezkûr “paralel orduların” Yunanistan ve Türkiye’deki örneklerinde
olduğu üzere askeri darbeler düzenleyip faşizmin açık icrası cihetine yönelerek
hazırlıklarının ve cesaretlerinin boyutlarını topluma gösterme fırsatlarını hep
değerlendirmişlerdir.
Evet,
tüm ülkelerde derin devletler her daim kolaylıkla mezkûr karanlık yapıları, kullanmıştır
ve ne yazık ki kullanmaktadır ve ne yazık ki sürekli bir gerekçeler manzumesi
oluşturmakta sıkıntı çekilmemektedir. Bu karanlık yapılanmaların görevi sona ermiştir iddialarının aksine,
güncellenen ve yenilenen NATO konseptine uygun olarak; küreselleşme, piyasa
ekonomisi ve özelleştirmenin yaygınlaşma seviyesine paralel yeni savaş
yöntemlerine terfi edilmiş ve olaylara ya da gelişmelere dayalı bilgiyi, haberi
“asimetrik psikolojik savaş” kuralları mucibince kirleterek, saptırarak,
önemsizleştirerek devam edilmekte olup emperyalizmin ezilen dünyadaki
hâkimiyetine toplumların katlanmalarının veya rıza göstermelerinin temini
cihetine gidilmiş hatta oluşturulan “yeni soğuk savaş” konsepti kapsamıyla da
temin ve garanti altına alınmıştır.
Ünlü yazar Umberto Eco’nun “21. Yüzyıl insanının
yanılgısı, faşizmin tekrar nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır” sözü ile
bitirirken, bu gerçek üstüne kurgulanmış polisiye romanın okunmasının tüm
ülkelerde durumun vahim olduğunun bir kez hatırlanmasına fayda temin edeceği
kanaatindeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder