Canım
yurdumun reel enflasyonunun bayram, kutlama, şenlik ve festival yansımalarının maalesef
ucu bucağı, dibi durağı yok, her gün bir bayram, festival, kutlama ya da
etkinlik bulmak mümkün iken bazen de konunun önemine binaen “hafta”
zamanlı kutlamalara/anmalara evrilme de söz konusudur. Eeeee ne de olsa “deliye
her gün bayram” sözü de bu topraklara ait…
Neyse
her bayram bizim konumuz olamaz bu yazıda yerimiz dar, yenimiz dar… Geçtiğimiz
günlerde her yıl olduğu üzere 26 Eylül “dil bayramı” kutlamaları gerçekleştirildi,
adına konulmuş ödüller dağıtıldı… Hoş anışlar ola diyelim ve devam edelim.
Canım yurdumda her yıl 2 kez “dil bayramı” kutlaması gerçekleştirilir bilindiği
üzere ama birisi nedense çok öne çıkmaz çok fazla yerel kalır, artık Selçuklu
anması yapılması mı istenmemektedir, yoksa diğeri Cumhuriyet dönemi mahreçli
olması hasebiyle mi daha fazla öne çıkar bilemedim. Malum olduğu üzere,
ittifakla Türkçenin Başkenti kabul edilen Karaman’da, her yıl 13 mayısta,
Karamanoğlu Mehmet Bey fermanı ile, 13 Mayıs 1277’de Türkçenin ilk kez resmi
dil olarak kabul edilmesinin sene-i devriyesinde, “Türk Dil Bayramı”
kutlanmaktadır. Çok çeşitli yazılış ve söyleniş biçimlerinden bahsedilse de
benim en çok hoşuma giden ve Karamanoğlu Mehmet Bey’e ithafen yazılan fermanın
ana vurgusu şöyledir; “Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergahda, bergahda
ve dahı her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye”. Sonraları Osmanlı
Selçukluyu ilhak edince dilde kıble de değişir, Selçuklu Öztürkçe’yi öne
çıkarır iken, Osmanlı ise Bizans özentiliğinin de fail-i müessir ortamında
İslam dininin de mahreci hasebiyle Arapçayı öne çıkarır. Bilahare ilhak edilen
ve de ilhak edilemese dahi edilmiş kabul edilen coğrafyalardan da müessiren
içine başta Farsça olmak üzere birçok dilden halita “Osmanlıca” diye bir dile
geçiş olmuştur. Hani gelinen noktada Osmanlı, ataları olan Büyük Selçuklunun
mezar taşlarını bile okuyamaz hale gelir, dersek hiç de abartılı yaklaşım
göstermiş olmayız. Toplumların tarihi tercihlerini yanlış-doğru içtimasına
sokmayı hiç sevmem bilenler bilir, o yaşanmış vakadır gayri, bizler bunun
üstüne sadece doğru tespitler yapmakla, komşu coğrafyalarda yaşananlarla,
dünyanın medeniyet seviyesi ile mesafesi üstüne mukayeseli yaklaşımlar göstermekle
mükellefiz diye düşünürüm.
Diğer
taraftan, ülkemiz genelinde kutlanan “Türkçe Dil Bayramı” ise genç
cumhuriyetin sosyal ve ticari hayat üstüne tercihleri ile çağdaş medeniyetin
ülkemize yansımalarının intikal hızını arttırabilmek için ve ahenk
yakalayabilmek adına bir dizi yapısal değişiklik içindeki 26 Eylül 1932 tarihli
“Türk Dili Kurultayı”nın açılış gününden mülhemdir. Malumu aliniz; 12 Temmuz
1932 de “Türk Dil Kurumu”nun öncülü “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” Mustafa Kemal Atatürk’ün
talimatı ile kurulur ve umdesi de Türkçeyi her yönden geliştirmek, yabancı
sözcük ve terimlerden arındırmak çalışmaları olacaktır. Siyasi tesir ve
mülahazalardan görece korunmak amacı ile de cemiyet, akademik, mali ve hukuki
özerklik ile teçhiz edilmiştir. TDK (Türk Dil Kurumu) mezkûr prensipler ve özerk
durumu ile taaa 12 Eylül faşist darbesine kadar çok başarılı çalışmalar da yapmıştır.
12 Eylülün cuntacı generallerı, Atatürkçüyüz elhamdülillah temennası ile,
Atatürk’ün vasiyetinin hilafına, 1983 yılında TDK’yı özerk kurum olmaktan
çıkarıp devlet dairesi düzeyine kilitlediler. Mezkûr kapatma tarihinden
itibaren Türk Dilini gözetme ve geliştirme görevine sıkı sıkıya bağlı
akademisyen ve gönüllülerin girişimi ile “Dil Derneği” kurulur ve
kendisine genç cumhuriyetin kurucuları tarafından tevdi edilen görevi
olabildiğince ve güncelleyerek yürütüp ilaveten günümüzde “Türk Dil Bayramı”
kutlamaları da onlar tarafından deruhte edilmektedir.
Birinci
Dünya savaşı sırasında Şark Cephesinde asıl adı “Agop Martayan” olan bir
asker, savaş içerisinde Osmanlı adına gösterdiği yararlılıklar yanında birlikte
savaştığı Alman askerlerinin Türkçe öğretmenliğini de üstlenir, Sovyet devrimi
neticesinde cephe önemini kaybedince Güney Cephesine tayinini müteakip Mustafa
Kemal ile tanışır ve ilk kez Türkçe üstüne muhabbet ve tefekkürler burada
gerçekleşir. Mustafa Kemal bu konu ile bu kadar ilgili ve bilgili muhtereme mim
koyar. Mezkûr muhterem Martanyan, savaş sonrası
ve Cumhuriyet döneminde Türkçe üzerine ciddi ciddi yazılar yayınlar,
yazılarının çoğu Ermeni gazetelerinde yayınlanır, bu yayınlar çok dikkat çeker.
Ne zaman ki, Türk Dili Kurultayı toplanacaktır, Atatürk hemen mezkûr zatı
hatırlar ve kurultaya davet edilir, kurultay sonrası İstanbul’a yerleşir. Dolmabahçe
Sarayında Atatürk’ün masasındaki Türkçe üzerine ve genel manadaki dil
tartışmalarına katılır, Türkçenin eski değerlerini araştıran yazılar yazar, 2.
Türk Dili Kurultayındaki bildirisi de sitayişle karşılanır. Bu bildiri
yaşamının yönünü değiştirir artık kurultaydan sonra TDK’nın başuzmanıdır,
bilahare TDK’nın ilk genel sekreteridir. Dil üstüne çok başarılı çalışmalar
yürütmesinin yanında, Ziya Gökalp’in Türkçülük faaliyet ve çalışmalarına eksik
bulmakla birlikte Kemalist içerik kazandırma faaliyetleri, Güneş Dil Teorisi
gibi sonradan iflas eden teoriye verdiği destekler ile de tarihteki yerini
almıştır. Gerçi artık adı da “Agop Dilaçar”a çıkar, soyadı kanunu
çıkınca Mustafa Kemal Atatürk önermiştir bu soyadını. Ancak Agop Dilaçar’ın en
büyük engeli Ermeni olmasıdır ve ne yazık ki bu da karşısına sürekli çıkar, kâh
ajan kâh düşman kâh dost tanımlamaları içinde, ömür 1984’te nihayetlenir. Uzun
yıllar görev yaptığı, adına ciddi çalışmalar yürüttüğü TDK taziye yazısında
adını sakıncalı bulduğundan olsa gerek utangaç bir vaziyette “A. Dilaçar” diye
anmayı uygun bulur. Enteresan. TRT ise Dilbilimci “Adil Dilaçar” diye söz eder,
mahcubiyet içinde. Bu daha da enteresan. Ama günün ruhuna çok ta uygun maşallah…
Benim
açımdan Türkçe, önek ve sonekleri ile çok üretken bir dil olup kendisi ile yazı
yazmayı ve okumayı çok seviyorum. Türkçe için söylenilen olumsuzlukların çok
büyük bölümüne asla katılmam. Ama ben bu konuda fazla kelam edebilecek durumda
mıyım? Zinhar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder