Cumartesi, Eylül 18, 2021

KÖSTE’Lİ MİKİS

Köste yerine Dalyan ismi daha yönetilebilir ve reklama daha uygun olduğu için olsa gerek bizim “Köste Köyümüz” artık kullanılmaz oldu. Açıkçası bu ne zaman gerçekleşti tam hatırlamıyorum lakin çok muhtemel ki 1980’lerden sonra olmuştur. Dönem itibari ile her şeyin ters yüz, altüst edildiği bir dönemdir. Bilgisi, becerisi, tecrübesi ve kabiliyeti çok çok sınırlı olmasına rağmen belki de sınırla da ilgili yok, bilakis şahsi menfaatlerini müstevlilerin emelleri ile tevhit etmiş bir avuç silahlı kudret ve imkânı sınırsız olan, kulaklarını okyanus ötesine dayamış vaziyette memleketin kaderine el koymuştur. Artık; onlar, ellerindeki sınırsız silah gücünü kullanarak, anayasa, kanun, kanun hükmünde kararname, örf, adet, gelenek belirleme ve tanımlama hakkına haiz durumdadırlar. Ve Canım Yurdumu bir cehenneme, bir kaos ortamına çevirdiler. Mezkûr kaosun önemli detaylarından biri de şehir, köy, mahalle, sokak, dağ, ova vb isimlerinin değiştirilmesidir. Nesi bunları rahatsız etmişse artık, gerçi “ördek Mehmet” sendromuna duçar olanlara iğne ilaç kar etmez ya… Bu nasıl bir kompleks ise gayri…

Çeşme’nin Köste Köyü bu kapsamda; köyün marka değerini yükseltme adına hoppp Dalyan’a dönüşüverdi. Oysa “Dalyan” köyün o muhteşem koyunun balıkçılık yapmak üzere kullanma amacına matuf cüzüdür. O kocaman koyun daracık ağzının balık mevsimine münasip şekilde kapatılarak işletilmesi sayesinde ciddi bir balık üretimi vardır dönem itibari ile… Şimdilerde, oranın gelişen ve tercih edilen faaliyet alanına münasip şekilde yat limanı olarak kullanıldığı bilinir. Artık Çeşme’nin Dalyan’ı, Dalyan’ın da kıyılarda gerdanlık gibi balık restoranları vardır. O mu iyi idi bu mu iyidir, sorgulaması artık manasızdır. Bundan zevk almaya bakacağız. Aaa bu değişimde, sadece politikacıların, sadece yöneticilerin mi dahli vardır, zinhar, motivasyon ve güdüleme enstitülerinin üst perdeden devrede olduğu dönemimizde, bunu hep beraber becermekteyiz. İyi ya da kötü, durum bu…

Yüzyılımızın büyük bestecilerinden kabul edilen Mikis Theodorakis; Şili’li çok ünlü şair Pablo Neruda’nın “Canto General” adlı çok uzun ve adeta bir Amerika kıtası tarihi sayılacak şiirinden esinlenmiş oratoryosu ve kendisini dünya çapında üne kavuşturan “Zorba” film müziği ile tanınmıştır başlarda… Diğer taraftan; Amerika kıtasının büyük destanı “Canto General” de ise Pablo Neruda; yaslı ve acılı kıtanın Kolomb öncesindeki uygarlıklardan başlayarak, sömürgecilerin kıtaya ayak basışlarından, yaşanan despotluğa oradan büyük ve önemli toplumsal olaylara, oradan bir taraftan önemli rol oynamış insanlara ve kimsenin tanımayacağı sıradan insanlara kadar herşeyi herşeyiyle yazdığı büyük şiirler manzumesi de okunası eserlerin başındadır. İşte bu şiirlerden esinle bestelenen ve dünyada özgürlük ve adalete ulaşmak için daha gidilecek çok yol olduğunu gösteren bir çığlık sayılan oratoryonun dinlenmesi de benim için büyük bir keyiftir. Bu büyük şerefte Mikis’e aittir.

Evet; Mikis’in annesi Çeşme’nin Köste köyünde doğmuş ve büyümüştür ve bu yüzden de hemşehrimiz sayılır. Anne mübadele ile yine hemen burnumuzun dibindeki Sakız Adasına göçer ve Mikis Theodorakis orada doğar. Yine yazılıp söylendiğine göre anne Pulaki mandolin çalmada ve şarkı söylemede olağanüstüdür ve bu olağanüstülük büyük bir artış ile oğluna geçmiştir. Mikis’i dünya besteleri ile tanırken, Canım Yurdumda da başta Zülfü Livaneli ile birlikte olmak üzere çeşitli dostluk ve barış organizasyonları çerçevesinde, “sürekli bir gerginlik ve büyük stressin” yaşandığı hatta zaman zaman savaş tamtamlarının duyulduğu Türkiye Yunanistan ilişkilerinin yumuşatılması ve sürekli barış tesisi çalışmalarından tanır hale geldik. Esasen de; Mikis taaa başından beri bir “demokrasi ve özgürlük” havarisidir. Yaşamının son günlerinin arifesine kadar da öyle kaldı. Mikis, 1942 Almanya’nın işgali sırasında Nazilerin yerli işbirlikçilerle estirdiği faşist teröre dağa çıkanlarla birlikte direnmiş ve devamındaki iç savaşta da Ulusal Kurtuluş Cephesi saflarında yer almıştır. Yunanistan’da 1967 de gerçekleştirilen Askeri Faşist darbeye karşıda direnir, tutuklanır ve işkencelerden geçer bilahare de sürgüne yolu düşer.

Mikis; Çeşme’de, Köste Köy’ünde annesinin izlerini aramıştır, Çeşmeli fotoğrafçı Serhat Karaaslan fotoğrafları ile tarihi bir kayda dönüştürmüştür adeta bu ziyareti. Bu fotoğraflardan birini bende buraya alıyorum. Diğer taraftan evin müzeye dönüşmesi için elinden geleni yapacağını söyleyen Belediye Başkanı M. Ekrem Oran’a da “elinden ne gelip gelmediğinin” ispatı adına güzel bir fırsat düşmüştür. Göreceğiz.

Ben; hemşehrimiz sayılan Mikis’in bestelediği Pablo Neruda muhteşem şiirinden sevdiğim bir bölümü buraya aktarıyorum.

Halkım ben, parmakla sayılmayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya

Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa

Tohuma dururlar yeniden

Ve halk, toprağa gömülü

Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de

Çıkarsa toprağın üstüne

Güzelim kırmızı elleriyle

Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlere.

Yunanistan faşist partisi “altın şafak’ın” düzenlediği bir mitinge katıldığı için büyük tepki çeken Mikis Theodorakis’in evinin duvarına yazılan yazı ile haftalık yazımı tamamlayayım. “Milliyetçi ayak takımına yanladın. Hikayen dağlarda başladı (Nazilere karşı) ama Syntagma Meydanı’nın pis çamurlarında bitti.” 

 

Hiç yorum yok: