Cumartesi, Ekim 16, 2021

AHMAKİYE

 

19. yüzyıl önemli Rus yazarı ve hiciv ustası Mihail Saltıkov, ki yaşamı boyunca Nikolai Shchedrin olarak bilindi ve anıldı. Shchedrin 1826 yılında doğar 1889 yılında ölümüne kadar, çeşitli dergilerde editörlük yapar, kitaplar yazar lakin asıl ve önemli yanı ise hicvin en önemli ustalarından biri sayılmış olmasıdır. Canım Yurdumun gülmece ve hiciv üstatlarından Aziz Nesin’in kendisi ile zor bulunduğunu söylediği kitabı vasıtası ile tanışır ve gereğince de kitaptan bahseder. Bu açıdan da bakıldığında, Saltıkov’un yazıları ve kitapları çok değerlidir. Bilindiği üzere “hiciv” yazılı ve sözlü edebiyat ve sanatsal faaliyetlerde, bireyin ya da toplumun, bir olay ya da gelişme karşısındaki durumunu eleştirirken, gülmece tarzında, alaycı biçimde, iğneleyici sözlerle, özenle seçilmiş komik öğelerle yansıtılması halidir. Hiciv; dilimize Arapçadan geçmiş, Arapçada ise “hicâ” kökünden gelip “şiir yolu ile sövmek” manasındadır. Diğer taraftan da İbranicede “kısık sesle bir şeyler söylemek, mırıldanmak” olduğunu öğreniyoruz ilgili etimoloji sözlüklerinden… Hülasa; ince ince ya da çaktırmadan ya da tam tersine çaktırarak yani alenen yani dikine dikine metaforlar üstünden kıyasıya eleştirmektir. Evet; despotizmin ya da otoritenin hışmından korunma ya da kurtulma yöntemi olarak da; kişiselleştirme, sembolize etme, alegori, maskeleme, alay, dolaylı ya da dolaysız anlatıma başvurmak durumundadır hiciv üstatları… Canım Yurdumun yetiştirdiği hiciv ustalarının başında, çok büyük keyifle okuduğum eserlerin sahipleri, Ziya Paşa, Şair Eşref, Neyzen Tevfik gibi çok meşhurlar gelmektedir. Çağdaşlarımızı ise saymaya gerek yok bilenler gayet iyi bilirler. Esasen de, Canım yurdumda hiciv; ziyadesiyle “taşlama”, “yergi”, “mizah”, “karamizah” ve “gülmece” olarak bilinir. 

Neyse; bu günlerde, arada Saltıkov’un “Ahmakiye” adlı ve Aziz Nesin’in ise “Aptallar Köyü” dediği kitaba bakıyorum yer yer ve zaman zaman… Müthiş bir dil müthiş bir metaforizma… Kafasında baş yerine bir mekanizma taşıdığını ve konuşmalarını bir ya da iki cümle kurarak yapabilen bir yöneticiyi baş rolde oynatıyor. Şimdi oradan aktaracaklarıma bırakıyorum, sayfamı…

“Eski zamanlarda Kalınkafalılar adı verilen bir halk vardı. Bu halk kuzeyin uzak köşelerinde, Yunanlı ve Romalı tarihçilerin ve coğrafyacıların Hyperborea Denizi’nin mevcut olduğunu ileri sürdükleri yerde yaşardı. Bu insanları Kalınkafalı diye isimlendirmeleri şundan kaynaklanıyordu ki, yolları üzerinde karşılaştıkları her şeye kafalarını vurmak gibi bir adetleri vardı.”

“İttifaklar kuruyor, savaşlar açıyor, barışlar yapıyor, dostluk ve sadakat yeminleri ediyor, ne zaman yalan söyleseler peş sıra da “yalanım varsa iki gözüm önüme aksın” diye ekliyorlardı ve tabii peşinden biliyorlardı ki, gözler yalanla kör olmaz. Böylelikle topraklarını karşılıklı viran ediyor, birbirlerinin karılarına ve kızlarına karşılıklı olarak tecavüz ediyor ve bir yandan da müşfik ve misafirperver olmakla övünüyorlardı. Ama elde avuçta ne varsa tüketip son çam ağacının kabuğunu da kemirmek için yolunca, ne karıları ne kızları, yani şu “insan fabrikasını” işletecek şeyleri kalınca, işte o vakit Kalınkafalıların aklı başına geldi. Anladılar ki başlarına dikecek biri lazım, komşularına haber saldılar; iyisi mi kafalarımız birbirimize tokuşturalım, bakalım kim kime üstün gelecek diye.”

“Ahmaklar genel olarak çok tehlikelidir; muhakkak kötü olduklarından değil (bir ahmak için kötülük ve iyilik tamamen farksız niteliklerdir); şundan ki, bunlar her türlü tefekküre yabancıdırlar ve daima, sanki düştükleri yol münhasıran bir tek onlara aitmiş gibi, burunlarının dikine giderler. Uzaktan bakıldığında bunlar, kesin olarak belirlenmiş hedeflere bilinçli olarak yönelmiş, katı, ama aynı zamanda hedeflerine sebatla bağlı insanlar gibi görünebilirler. Ne var ki bu, ilgilenmemizi gerektirmeyen türden optik bir yanılgıdır. Bunlar düpedüz, at gözlüklü yaratıklardır; zira bunlar, olguların nasıl bir düzende ilişki içinde olduğunu kavrayabilecek durumda değildirler”

“Genel olarak, aptalca bir pervasızlıkla yollarına çıkan her şeyi devirmemeleri için aptallara karşı alınacak tedbirler bellidir. ama bu tedbirler neredeyse daima, sadece mütevazı ahmaklar için geçerlidir; oysa iktidar, ahmaklığa eklemlenmiş olarak ortaya çıktığında, toplumun korunması da büyük ölçüde zorlaşır. bu durumda tehlike tehdidi olanca çıplaklığıyla büyür; bunun bedeli de, bilinen tarihi anlarda, hayatından olmakmış gibi görünür... mütevazı ahmağın kendi kafasını yardığı ya da birini kışkırtıp da belasını aradığı yerde, muktedir ahmak, kışkırması muhtemel herkesi yerle bir eder ve denebilir ki, gizlemeye hiç lüzum görmeksizin şuursuz zulümlere girişir. Üstelik ortalıkta ses çıkartacak kimse kalmamasından ya da zulümlerin apaçık zararından en ufak bir ders de çıkartmaz. Onun sonuçlarla işi yoktur, çünkü bu sonuçlar onda değil (o, kendisinde herhangi bir şeyin karşılık bulamayacağı kadar taşlaşmıştır), onlarla kendisi arasında herhangi bir organik ilişki bulunmayan başka birilerinde ortaya çıkarlar. Bu yoğunlaştırılmış ahmakça faaliyetlerin sonucu olarak koskoca dünya bir çöle dönüşmüş olsaydı bile, bu sonuç ahmağı korkutmazdı. Kim bilir, belki de çöl, onun gözünde, insanlığın ideal yaşam alanı olarak temsil edilen bir şeydir eni sonu?”

“Hilelerini ve manipülasyonlarını sürdürmek için kolayca yalan söylerler. Hiçbir zaman hiçbir şey onların hatası değlidir. Yanlış giden bir şeyler olduğunda tartışır, kendilerini haklı çıkarır ve başkalarını suçlarlar. Yakalandıklarında gerçekten üzgün görünebilirler ve bir daha olmayacağı konusunda sözler verip, özür dileyebilirler. Fakat hepsi oyundur. Sorumluluk ya da zorunluluk duyguları yoktur ve tipik olarak sürekli aynı eylemleri tekrar ederler.”

“Bilge insan kuşku doludur. Fikirleri değişir. Ahmak insan ise inatçıdır. Kuşku duymaz. Her şeyi bilir o, kendi cehaleti dışında.” Akhenaton dan bir söz ile bu haftayı da bitirelim.


Hiç yorum yok: