Pazar, Ekim 03, 2021

BİR AYIP ABİDESİ


Ne diyor muhterem; “sürekli sansasyonel açıklamalar yaparak tuhaf bir popülariteye sahip olduğunuzun farkında mısınız” diye sorulunca “ben sansasyonel açıklamalar yaptığımın farkında değilim, ben doğru bildiğimi söylüyorum” … Allah Allah bu açıklamaları ile ne biliyor da onların doğru olduğunu savunuyor diye şöyle bir hafıza tazeledim. Mesela adam “insan b.kunun” acı olduğunu biliyor… Nerden mi biliyoruz bildiğini, kendi sansasyonel açıklamasında “tadına baktım, kendi b.kumun tadına baktım ve acı idi” diyor. Diğer taraftan, ben kendimi keşke yemeseydin be hoca deme mezuniyetinde hissetmiyorum lakin bunun üstüne de çıkıp “insana b.k yedirmek işkence sayılmaz” demişti ya, işte burası çok b.ktan vallahi…  Şimdi tabii ki, mezkur muhteremi bir yerde görsem kendisine sormak isterim, kendi b.kunu taze mi, yoksa kuru mu yiyerek tadına baktı, sos kullandı mı, elle mi yedi yani avuçlayarak mı yoksa Amerikan kaşığı mı kullandı, kuru ise nasıl kuruttu, gölgede mi kurutuldu yoksa güneşte mi, kendi mi kurutta yoksa taşeronluk hizmeti mi aldı, taşeron hizmeti aldı ise güvenilir bir taşeron mu idi, vs vs… Hani muhterem, kartvizitinde yazan her şey bir kenara, b.k yeme uzmanı ya… Bizim buralarda bu münasipliğin tarifi için bir söz vardır, “necaset ağzına yakışıyor” diye… Neyse…

“Kenan Evren gibi bir demokrasi düşmanına çelenk bırakmanız nasıl bir duygu” sorusuna “bir kere Kenan Evren bir demokrasi düşmanı değil idi” diyebilecek kadar angaje biri idi, bir o kadar da ihanete düşmüştür. Ne buyuruyor; “Kenan Evren ve arkadaşları demokrasiyi kurtarmak için …” diye başlayan bir cümle kuruyor, hay Allah… Bu muhtereme ne desem münasiptir de, hukuk onun içinde hak arayışına cevaz veriyor ne yazık ki… Durup dururken sen kalk darbeyi ve darbecileri savun, onlarla gurur duy, sonra demokrasi de… Haydi oradan be, haydi oradan…Benim gibi değerlendirme yapanları da o günü yaşamamakla, bilmemekle itham ediyor, ahada diyorum, o günleri yaşadım ve biliyorum ancak şimdi ben sana diyeyim… Sen darbenin neden yapıldığını bilemeyecek kadar, ilim, irfan, izan, ahlak ve feyzden ıraksın ya da… Bu kötü bir şey lakin bilerek yaptı isen bu daha kötü ki sözlüklerde bunun için güzel tarifler vardır, merak ediyorsan bakıver bir zahmet… Amerikan Dış İşleri Bakanının “our boys” diye gururla takdim ettiği kişilere methiye olsa olsa senin gibiler dizer. Bilim adamı imiş, şeyimin bilim adamı…

Bilim adamı, Bilim adamı namusu ne demek acaba? Hiç tefekkür ettik mi mevzu üstüne? Dünyada yaşanılan ve yaşanılacak binlerce sorun üzerine kafa yorulması, insanlığın ihtiyaçları üstüne çalışmalar yapılması gerekir iken yaşanılanlara bakınca insanın morali bozluyor vallahi… Bilim Adamı Mevlana’nın “suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek bir cevabım vardır. Lakin, bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye” sözünü mü, yoksa “haddini bilmeyene, haddini bildirmeyen, haddini bilmeyendir” sözünü mü kendisine şiar edinecek, işte tüm mesele de budur…

Neyse, biz yine bu sansasyonel kelamı eden muhtereme dönelim, bu açıklamalar olsa olsa, kenarda kalmış, pısırık, kompleksli üstüne üstlük kabiliyetsiz lakin bir o kadar da cüretkâr hamura sahip olmak böyle bir şey demek ki... Bu olaya kadar, ki o da yaşanmış ise eğer, her açıklaması zaten sansasyonel lakin bir o kadar da fiyasko olan, esasen de kendi disiplini haricinde ettiği kelamın sadece bazı magazin sever gazeteciler nezdinde itibar gördüğü, tam da bu nedenle kendini her konuda yeterli kabulü ile ahkam kesebilir, fetva verebilir gören, lakin temelde de hiçbir konuda derin ve detaylı bilgi ve idrak sahibi olmamış ve olmayan ve dahi olamayacak bir kişi olarak Türkiye Üniversite tarihinde yerini alacaktır. Hani kendisine bilim adamı demese ya da denmese, her konuda derinde olmasa fikir sahibi olmasını dahası her konuya ilgi duyuyor olmasını alkışlayacağız da… Biz burada, 2 reşit insan arasındaki ilişki üstüne ahkam kesecek durumda da değiliz, yetkili de değiliz, şüphesiz. İsteyen istediğini yapabilir ve yaşayabilir. Mesela; muhterem birlikte çalıştığı herhangi bir kadın ile karşılıklı istemeleri halinde, meslek, iş, görev, misyon, amir, memur, alt, üst ilişkileri her ne olursa olsun, karşılıklı mutabakat temin edilen herhangi bir ilişki tesis edilebilir. Bunun üstüne bizim kelam etmemiz söz konusu olmadığı gibi edeceklere de sus dememiz gerekir. Ama tesis edilmiş bu ilişkiyi de aptal sepet sarhoş muhabbeti biçimiyle hem de utanmadan, sırtındaki cüppenin de reklam gücü marifeti ile sokağın düşük ağzı ile en alt perdeden anlatılması tuzağını da iyi görmeliyiz. Lakin, asıl olan kendi makam ve mevkiini kullanarak, mevkii sahibi olmanın gücü ile birtakım şeyleri lehine kullanmak konusunda mahir ve madrabaz ise muhatabımız, herkes kadar bize de söz düşer. Elindeki gücü, yetkiyi ahlaksız emellerine alet edeceksin sonra da bununla böbürleneceksin. De haydi git…

Adamın tahsil hayatına bakıyoruz, Amerika ve Amerika üniversiteleri, şüphesiz Amerika’da tahsil eylemiş birisi mutlaka Amerikan ağzı ve bilgisi ile konuşacak değildir, Amerikan ağzı ve bilgisi ile konuşulduğunu biz nereden anlarız, Amerikan istihbarat ve alt ve de yan kuruluşlarının açıklamalarına benzer kelam tekrar ediliyor ise, marka ve yafta bellidir. Aaaaa bu arada, şüphesiz ki bu muhteremin de bir başkası kadar açıklama yapma, taraf tutma, b.k yeme, abuk subuk konuşma, hakkı ve yetkisi vardır. Tercih ve seçim şahsi olup şahsına aittir. Bizim ona değiştir, sus-konuşma deme gibi bir hakkımız ve yetkimiz yoktur ve de olamaz… Lakin bu demek değildir ki, biz de onun mezkûr sığ ahlak ve aklına uyup b.k yiyeceğiz. Biz; bu tür kendi hürriyet sınırlarının bendini aşıp başka alanlarda, nasıl edinildiği konusunda çeşitli şüpheler olan cüppesinin altına sığınarak, insanları küçük düşürecek, ettiği ve edeceği kelamları kendisine iade etmekten de geri durmayız, durmayacağız da… “Tahsil cehaleti alır eşeklik baki kalır” diye bir atasözümüz var ya, tam bu durumları izah etmek için söylenmiş sanki…

Hele bir de “bundan sonra yurt dışında yaşayacağım” buyurmuş ya, haydi buyur muhterem, yalnız orada sorarlarsa memleketini neden terk ettin diye, ne diyeceksin bakalım, çok merak ediyorum… Mesela “poposunu şaplağımın altına mı getirdi” diyeceksin… Ya ayıptır gerçekten… Aslında ayıptan çok öte de, ne diyelim…

Sonuç olarak; tahmin ediyorum ki, bu sapık davranış karşısında o kadın bilim insanı gereken cevabı vermiş olmalı, yok eğer o da bu kabil şerefsiz bir tutum karşısında “en yakın ve münasip şeyi” alıp o adamın kafasında paralamamış ise bu saatten sonra bu fasarya muhabbetlere hem kendisi hem de kamuoyu bu düzeyi ile muhatap olacaktır… Diğer taraftan bakıyorum, bu sapık muhteremin yöntemi ile kendisine cevap vermeyen meslektaşları ısrarla sessiz kalmayı tercih ediyorlar… Acaba bu haliyle bu suskunluk “söz gümüş ise sükut altındır” manasına mı gelir yoksa çaktırmadan meslektaş dayanışmasına mı, bilemedim…   

Hiç yorum yok: