“Ne
oldu, ne bu afra tafra”
“Sormayın
hanımım, okul çıkışında çocuklar laf attılar”
“Sana
mı laf attılar”
“Yok
yok, Aydan’a”
“Allah
Allah… Ne dediler”
“Biri “bu düşüklerden” dedi. Diğeri, “yok, bu düşüğe yamananlardan” dedi”.
Ayhan gayri ihtiyari bir çığlık attı. Demokrat Partililerin yakınlarına “Düşükler” dendiğini duymuştu, hatta çocuklarının okulda, eşlerinin çarşıda pazarda taciz edildiği de çalınmıştı kulağına, ama sıranın kendilerine geleceği aklına bile gelmemişti. Hele de bir çocuğun başka bir çocuğa böyle yapması akıl alır gibi değildi.
Ama bence en önemli sonuç, yukarıda kitaptan aktardığım diyalogda çoluk çocuk dâhil her DP’liye “düşük” muamelesi yapılmasıdır. Bu çok gayri hukuki ve ayıp bir şeydir, evrensel hukukun suçun kişisel olması ilkesine aykırı olması bir kenara bizim toplumsal öğretimize de son derece aykırıdır. Lakin kişinin muktedirliğinde kâmil ve kemal olması gerekir iken ayrıştırıcı ve ötekileştirici tutumu özellikle de “Vatan Cephesi” ucubesinde olduğu üzere bizden olmayan herkes “düşmandır” telakkisidir tüm bu sonuçlara sebep. Keşke olmasa ama işte sen bağışlayıcı olmazsan bağışlayıcı olmuyorlar sana da… Ne yazık ki, böylesine bir dünya pratiği var önümüzde… Şimdi kitaptan aktarılan bölümdeki diyaloğun tarafları çocuklardır ve sarf edilen kelamlarda çocuklara öğretilmiştir diye düşünülür ise yandı gülüm keten helva… “Çocuklara öğretilmiş” izahı çok hafif kaçar bana göre evlerinde ailelerinin aile içi muhabbetlerde ne menem bir cendere içinde olduklarının beyanı üzerine çocukların aldığı pozisyondur bu dışa vurum. Yani ve hülasa fizik kuralı hayatın her alanında karşımızda, etki tepki meselesi ve onların şiddeti… “Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı” gibi bir söz yaratanların mirası topraklarda yaşanıldığını bir an bile unutmamalıdır, insanlar bana göre…
Herkesin bildiği veya bilebileceği, merak edenlerin hızlıca öğrenebileceği üzere, kısacık bir DP dönemi uygulamaları özeti yapalım ve bunu yine mezkûr kitaptan aktararak ve de tamamına ve tamamen katılarak aktaralım.
“Ne iddialarla ne vaatlerle
iktidara geldiler. Tamam, ilk birkaç sene iyiydi. Sonra ne oldu? Hatırlamıyor
musun daha önce de konuştuk bunları? Tıkanmalar başladı. Dış borçlar giderek
arttı. Ne yaptılar? Borcu borçla kapattılar. Önce anlamadık, gözümüzü itinayla
boyadılar çünkü.”
Türkan telaşla araya girdi.
“E canım bir sürü insanın da
haberi olmadı hiçbir şeyden. Herkesin sesini kestiler. Bütün gazeteleri
susturdular. Cüneyt Arcayürek’i, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu İnönü’nün
gazeteci damadı Metin Toker’i, hatta vurulduğunda pek üzüldükleri Ahmet Emin
Yalman’ı bile hapse attılar.”
“Başa geldiklerinden beri 811
gazeteciye toplam elli yedi yıl hapis cezası vermişler. Bu nasıl demokratlık,
adı demokrat bunların”
“Susturmaya çalışıyorlar işte. Neden? Çünkü borçları geri ödeyemedikleri için, dış ticaret açığı arttığı için daha da zorlanmaya başladılar. Borcu borçla kapatırsan böyle olur tabii. Amerikan doları 2 Liradan 9 Liraya çıktı. IMF’nin adını ilk kez duyduk. Stand by mı ne bir anlaşma yaptık ya onlarla. Ne hale düştük ya? Amerika’dan buğday, Yeni Zelanda’dan koyun ithal etmeye başladık. Hani çiftçiyi kalkındıracaktı bunlar?”
Yani ve özetle ahir ömrümce dinlediğim “Demokrat Parti” döneminin, refah ve bolluk hatta bereket dolu yıllar olduğu söyleminin hayalden öte olmadığıdır… Osmanlı’dan sonra uzunca bir süre uluslararası örgütlerin etkisinden uzak duran Canım yurdumu tekrardan mezkûr örgütlerin kucağına atanlar maalesef ki onlardır. Nasıl mı kucağa atılır, merak edenler… Lütfeder Haydar Tunçkanat’ın “ikili antlaşmaların içyüzü” kitabını okursa, neler görür neler…
Evet,
darbecilerin ve destekçilerinin öncülük ettiği “düşük” başta olmak üzere tahkir
edici her kelam kötüdür ama dün aynısını siz de yapmayacaktınız. Bu ülke sizi
sevenle de sevmeyenle de var olmalıdır diyemediğiniz sürece gelinecek nokta
budur ya da daha doğru ifade ile topluma kininizi ve öfkenizi unutmayın edebiyatı
ile toplumun geleceği yer budur… Yani keşke “gücü gücü yetene” kültürü hâkim
anlayış olmasa idi. Darbecilerden ziyade ki onlar her daim kazananlardır, sadece
muhalif diye etmediğinizi bırakmadığınız insanların da sabırlarının sınırının
olduğunu bilseydiniz derler adama… Keşke, vatan cephesi garabetini yapmasaydınız,
mahkemelerin üstünde mecliste tahkikat komisyonları kurmamış olsaydınız, muhalefet
partisini kapatmaya çalışmasa idiniz, muhalefet partisinin mallarına el koymaya
çalışmasa idiniz, sadece sorunlarını dile getiren millete kolluk kuvvetleri
marifeti ile efelenmeseydiniz, ulu orta milleti coptan geçirmese idiniz, barışçıl
gösteri yapan öğrencilerin üzerlerine ateş açılmasını isteyecek kadar göz
karartmasaydınız, sizin gibi düşünmeyen bilim insanlarını üniversitelerden
bulduğunuz garabet kanuni yollar ile uzaklaştırmasaydınız, sizin hukuksuz hatta
kanunsuz emirlerinize direnen askerleri-subayları ordudan emekliye sevk
etmeseydiniz, vs. vs. derler adama… Evet, demokrat partilileri çevirdikleri
film ile milletin gözünde küçük düşürme çabaları kötü olmuştur ama yine de
nihayetinde bu da bir film idi. Lakin bilinen ve kabul edilen o ki siz devr-i
iktidarınızda millete hayatı zindan etmiştiniz. Ne demiş idi, Cumhurbaşkanı
Celal Bayar; “bize film çevirttiler, reva-ı hak mı bu”… Evet, çok haklı bence… Lakin
esasen hakkaniyet tescili açısından “bize bu yapılanlar reva-ı hak mı,” diye
muhalifleriniz sorunca, verdiniz sopayı… Siz muhaliflerinize “ohh olsun” demeyi
reva görürseniz, muhaliflerinize de size aynı şeyi yapmayı öneriyorsunuz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder