Cumartesi, Haziran 18, 2022

DÜŞÜK

“Ne oldu, ne bu afra tafra”

“Sormayın hanımım, okul çıkışında çocuklar laf attılar”

“Sana mı laf attılar”

“Yok yok, Aydan’a”

“Allah Allah… Ne dediler”

“Biri “bu düşüklerden” dedi. Diğeri, “yok, bu düşüğe yamananlardan” dedi”.

Ayhan gayri ihtiyari bir çığlık attı. Demokrat Partililerin yakınlarına “Düşükler” dendiğini duymuştu, hatta çocuklarının okulda, eşlerinin çarşıda pazarda taciz edildiği de çalınmıştı kulağına, ama sıranın kendilerine geleceği aklına bile gelmemişti. Hele de bir çocuğun başka bir çocuğa böyle yapması akıl alır gibi değildi.

Yukarıdaki satırlar, yazar Melike İlgün tarafından kaleme alınan “Bir Başvekil Sevdim” adlı kitaptan alınmıştır. İktidardan, zor ile, darbe ile, ellerindeki gücü kullanarak uzaklaştırdıkları insanlara layık gördükleri ifade gerçekten onur zedeleyici… Tabii ki bu, konunun bu tarafı lakin mutlak iktidarları döneminde onca uyarıya, onca yol göstermeye, onca telkine, onca tavsiyeye, onca yalvarmaya, onca teklife, onca ağlamaya rağmen “dediğim dedik, çaldığım düdük” misali, karşıtlarına hatta kendilerinden olmayanlara her türlü melaneti reva gören, bir defa olsun bir gün buradan gidersem bana ne derler ne yaparlar diye düşünmeden sanki hiç gitmeyeceklermiş gibi, o makamlar, o güç sahibi oluşlar “Allah vergisi” imiş misali davrananlar, empati duygusu olmayanlar ne yazık ki “etme bulma dünyası” kabilinden benzer yaklaşımlara maruz kalıyorlar. Tabii ki ve tartışmasız, mezkûr devrik muktedirlere reva görülenlere muvafık olamayız lakin bu hakkı teslim eder iken kendi yaptıklarını da yüzlerine haykırmaktan geri duramayız, durmamalıyız. Mesela; padişahlık ve hilafet özlemi taşındığının her türlü emaresini insanların gözünün içine sokarak yaşatanların, iktidardan uzaklaştırıldığı dönemde salt dönemlerini karalamak için gerçi dönemleri bana göre karadır da esasen, lakin zamanlaması itibari ile ciddi manada sorunlu bir film hazırlanır ve gösterime sokulur. Artık yeni muktedirler vardır ve güç onlardadır, onlar ne derse o olur, artık onlar ne diyorlarsa doğru odur… Ama film bir propaganda filmidir, halk arasında “Yassıada’da kötü muamele vardır” şayiasına mukabil hazırlanmıştır, lakin yeni muktedirlerin kendilerini tatmin etmenin ötesine geçememiştir. Halk biliyor ki; cezaevleri ne dün, ne şimdi ve ne de yarın güzel olmayacaktır bu topraklarda, hınç ve linç kültürü bu kadar hâkim ise hukuk - hak – adalet, suç ve ceza uygulamaları bağlı olarak kötü hatta çok kötü olacaktır. Ve maalesef hiç ders almamacasına, gelen gideni aratacaktır. 

Ama bence en önemli sonuç, yukarıda kitaptan aktardığım diyalogda çoluk çocuk dâhil her DP’liye “düşük” muamelesi yapılmasıdır. Bu çok gayri hukuki ve ayıp bir şeydir, evrensel hukukun suçun kişisel olması ilkesine aykırı olması bir kenara bizim toplumsal öğretimize de son derece aykırıdır. Lakin kişinin muktedirliğinde kâmil ve kemal olması gerekir iken ayrıştırıcı ve ötekileştirici tutumu özellikle de “Vatan Cephesi” ucubesinde olduğu üzere bizden olmayan herkes “düşmandır” telakkisidir tüm bu sonuçlara sebep. Keşke olmasa ama işte sen bağışlayıcı olmazsan bağışlayıcı olmuyorlar sana da… Ne yazık ki, böylesine bir dünya pratiği var önümüzde… Şimdi kitaptan aktarılan bölümdeki diyaloğun tarafları çocuklardır ve sarf edilen kelamlarda çocuklara öğretilmiştir diye düşünülür ise yandı gülüm keten helva… “Çocuklara öğretilmiş” izahı çok hafif kaçar bana göre evlerinde ailelerinin aile içi muhabbetlerde ne menem bir cendere içinde olduklarının beyanı üzerine çocukların aldığı pozisyondur bu dışa vurum. Yani ve hülasa fizik kuralı hayatın her alanında karşımızda, etki tepki meselesi ve onların şiddeti… “Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı” gibi bir söz yaratanların mirası topraklarda yaşanıldığını bir an bile unutmamalıdır, insanlar bana göre…

Herkesin bildiği veya bilebileceği, merak edenlerin hızlıca öğrenebileceği üzere, kısacık bir DP dönemi uygulamaları özeti yapalım ve bunu yine mezkûr kitaptan aktararak ve de tamamına ve tamamen katılarak aktaralım.

“Ne iddialarla ne vaatlerle iktidara geldiler. Tamam, ilk birkaç sene iyiydi. Sonra ne oldu? Hatırlamıyor musun daha önce de konuştuk bunları? Tıkanmalar başladı. Dış borçlar giderek arttı. Ne yaptılar? Borcu borçla kapattılar. Önce anlamadık, gözümüzü itinayla boyadılar çünkü.”

Türkan telaşla araya girdi.

“E canım bir sürü insanın da haberi olmadı hiçbir şeyden. Herkesin sesini kestiler. Bütün gazeteleri susturdular. Cüneyt Arcayürek’i, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu İnönü’nün gazeteci damadı Metin Toker’i, hatta vurulduğunda pek üzüldükleri Ahmet Emin Yalman’ı bile hapse attılar.”

“Başa geldiklerinden beri 811 gazeteciye toplam elli yedi yıl hapis cezası vermişler. Bu nasıl demokratlık, adı demokrat bunların”

“Susturmaya çalışıyorlar işte. Neden? Çünkü borçları geri ödeyemedikleri için, dış ticaret açığı arttığı için daha da zorlanmaya başladılar. Borcu borçla kapatırsan böyle olur tabii. Amerikan doları 2 Liradan 9 Liraya çıktı. IMF’nin adını ilk kez duyduk. Stand by mı ne bir anlaşma yaptık ya onlarla. Ne hale düştük ya? Amerika’dan buğday, Yeni Zelanda’dan koyun ithal etmeye başladık. Hani çiftçiyi kalkındıracaktı bunlar?”

Yani ve özetle ahir ömrümce dinlediğim “Demokrat Parti” döneminin, refah ve bolluk hatta bereket dolu yıllar olduğu söyleminin hayalden öte olmadığıdır… Osmanlı’dan sonra uzunca bir süre uluslararası örgütlerin etkisinden uzak duran Canım yurdumu tekrardan mezkûr örgütlerin kucağına atanlar maalesef ki onlardır. Nasıl mı kucağa atılır, merak edenler… Lütfeder Haydar Tunçkanat’ın “ikili antlaşmaların içyüzü” kitabını okursa, neler görür neler… 

Evet, darbecilerin ve destekçilerinin öncülük ettiği “düşük” başta olmak üzere tahkir edici her kelam kötüdür ama dün aynısını siz de yapmayacaktınız. Bu ülke sizi sevenle de sevmeyenle de var olmalıdır diyemediğiniz sürece gelinecek nokta budur ya da daha doğru ifade ile topluma kininizi ve öfkenizi unutmayın edebiyatı ile toplumun geleceği yer budur… Yani keşke “gücü gücü yetene” kültürü hâkim anlayış olmasa idi. Darbecilerden ziyade ki onlar her daim kazananlardır, sadece muhalif diye etmediğinizi bırakmadığınız insanların da sabırlarının sınırının olduğunu bilseydiniz derler adama… Keşke, vatan cephesi garabetini yapmasaydınız, mahkemelerin üstünde mecliste tahkikat komisyonları kurmamış olsaydınız, muhalefet partisini kapatmaya çalışmasa idiniz, muhalefet partisinin mallarına el koymaya çalışmasa idiniz, sadece sorunlarını dile getiren millete kolluk kuvvetleri marifeti ile efelenmeseydiniz, ulu orta milleti coptan geçirmese idiniz, barışçıl gösteri yapan öğrencilerin üzerlerine ateş açılmasını isteyecek kadar göz karartmasaydınız, sizin gibi düşünmeyen bilim insanlarını üniversitelerden bulduğunuz garabet kanuni yollar ile uzaklaştırmasaydınız, sizin hukuksuz hatta kanunsuz emirlerinize direnen askerleri-subayları ordudan emekliye sevk etmeseydiniz, vs. vs. derler adama… Evet, demokrat partilileri çevirdikleri film ile milletin gözünde küçük düşürme çabaları kötü olmuştur ama yine de nihayetinde bu da bir film idi. Lakin bilinen ve kabul edilen o ki siz devr-i iktidarınızda millete hayatı zindan etmiştiniz. Ne demiş idi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar; “bize film çevirttiler, reva-ı hak mı bu”… Evet, çok haklı bence… Lakin esasen hakkaniyet tescili açısından “bize bu yapılanlar reva-ı hak mı,” diye muhalifleriniz sorunca, verdiniz sopayı… Siz muhaliflerinize “ohh olsun” demeyi reva görürseniz, muhaliflerinize de size aynı şeyi yapmayı öneriyorsunuz…


Hiç yorum yok: