Cumartesi, Haziran 25, 2022

ALACAAT – ALATSATA - ALAÇATI

Nihayet sevgili arkadaşım ve sosyolog Engin Önen’in “Alaçatı” adını verdiği kitabını okuyabildim. Bilgilendim, arttım, güncellendim, geçmişe gittim, anılarım tazelendi, duygulandım. Artık Alaçatı’ya yönelik söyleyebileceğim daha fazla bilgim ve kelamım olacak. İlave daha ne olsun. Teşekkürler, Sevgili Engin…

Bir sosyoloji hocası olması hasebiyle, tespit, anlatım ve de bence en önemlisi tarihler, olaylar ve gelişimler ve dönüşümler arası geçiş, ilinti ve farklılıklar adına titiz bilgi biriktirmeler, saha çalışma ve araştırmaları, söyleşiler üstüne bina edilmiş olması daha değerli yapmış kitabı. “Kesintisiz yerleşim, kesintili tarihi” ara başlıklı bölümde; “Alaçatı’nın tarihsel olarak yaşadığı dönüşüm evreleri oldukça dramatik olmuştur. Her bir aşama, bir önceki döneme eklenerek değil, onunla bağlarını kopararak gelmiştir. Örneğin 19. Yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başı Alaçatı tamamen Rum nüfustan oluşuyordu. Az sayıdaki Türk aileler çevre köylere ve Çeşme’ye yönelmiş. Alatsata, Alacaat ile bağını koparmıştı. Aynı durum bir sonraki aşama için de geçerlidir. 1922 tarihinde nüfusun neredeyse tamamı, Alaçatı’yı terk etmek zorunda kaldı. Onların bıraktığı beldeye ve evlere yerleşenler, burada yeniden bir hayat kurdular. Hiç bilmedikleri bir toprakta kök salmaya çalıştılar. Alaçatı’ya ilişkin sosyal tarih sıfırdan başlayacaktı. Bir önceki hayat ile bağ kalmamıştı. Önceki dönemin tek tanıkları yerleştikleri evlerdi” diyerek bir tarafı ile kadim toprakların göçerlerinin makûs kaderi, diğer tarafı ile sosyal tarihlerinin dönemsel tespitinin yapılması açısından, Alatsata’dan Alaçatı’ya evrilmenin hikâyesini aktarmış. Alaçatı’yı dört tarihsel evrede incelemek gerektiği tespiti mucibince kitabın ilerleyen bölümlerinde tüm tespit ve değerlendirmelerde de sadık kalınarak yapılacağı üzere, “Türkmen Köyü Alacaat” diye birinci evre, Rum nüfusun ağırlıklı olduğu “Alatsata” diye ikinci evre, “Muhacir Kasabası” olarak üçüncü evre, kentli orta yeni sınıfların keşfi ile oluşan “yeni ve popüler Alaçatı” diye dördüncü evre, diye kompartımanlara bölmüştür. Diğer taraftan; Engin Önen, Alaçatı’nın tarihinin yazılmasının zorluğunun, diğer her olayda olduğu üzere belge ve bilgi eksikliğine bağlar iken enteresan bir söylentinin de varlığından söz eder. 1980 Darbesinde Belediye Başkanı olarak atanan muhteremin, muhtemel miras davalarına ilişkin geriye bırakılmasında sakınca olur saikiyle Belediye Binasının ve içindeki tüm evrak ve kayıtların bir yangında kül olup gitmesine neden ya da göz yummasına dair bir söylentidir söz konusu. Doğru mudur? Değil midir? Bizim bugünden ve elimizdeki verilerle buna karar vermemiz olanaksızdır lakin tarihimizde benzer vakaların olması da bu vakaların tesadüf olmama ihtimalini çok arttırmaktadır. Çok çeşitli kaynakların elden ve gözden geçirilmesi sayesinde fazlaca alıntı yapılmış gibi bir görüntü vermesine neden olsa da bir hayli fazla ve farklı bakış açılarından tarihsel ve kültürel değerlendirmelerin de olduğu kitap, Çeşme ve Alaçatı açısından bence bir hayli önemlidir. Temin edilip okununca kelamım ve muradım daha net anlaşılacaktır. 

Çeşme, Alaçatı ve bağlı köylerinin nüfusları Osmanlı Salnamelerine dayanılarak yıllar içinde karşılaştırmalı verilen kitapta bu bilgileri tevsik edecek şekilde başka bir tarihi vaka ya da yatırım öyküsüne yer vermektedir. “Eritre hattı olarak adlandırılan, İzmir Çeşme arasındaki tramvay projesi için, 1893 yılında hazırlanan raporda, bu hat üzerindeki yerleşim yerlerinin nüfuslarına yer verilmektedir. O dönemin Osmanlı Bankası, İzmir Şubesinin istatistiklerine dayanarak hazırlanan bu bilgilere göre, o dönemde Alaçatı 10.000 ve ona bağlı olan Agrilya 300 kişilik nüfusa sahip olduğu gözükmektedir. Buna karşılık, Çeşme merkez 12.000 ve Ovacık, Çeşme Köyü, Agia Paraskevi (Dalyan) ve Kato Panagia (Çiftlik) köylerinin toplam nüfusu da 6750 olarak verilmektedir.” Demek ki mezkûr tarihte Çeşme İzmir ulaşımı için raylı sistem düşünülmüş, düşünülmüş olması bile başlı başına önemlidir bence, ilaveten kredilendirme saiki ile bir banka değerlendirme raporu haline dönüşmüş ise, muhteşem ötesi önemlidir. Ben de hatırlıyorum böyle bir projeden söz edildiğini 70’li yılların sonuna doğru, Ecevit Hükümeti döneminde olmuş idi ama sonra çok muhtemel ki yeterince sosyal olsa bile ekonomik bulunmamıştır. Belki de bir sonraki değerlendirme neticesinde gerçekleşir diyelim…

Alaçatı’nın, 17. Yüzyıldan itibaren başlayan 19. Yüzyılda ise son derece yoğunlaşan Ege Adalarından Rum nüfusun göçü ve buralara çiftçilik amaçlı yerleşimleri, çeşitli kaynaklar referans gösterilerek karşılaştırılmalı verilmiş, daha önceleri ve özellikle de Çeşme Belediyesi tarafından 1995 ve 1997 tarihleri arasında düzenlenen “Çeşme Tarih ve Kültürü” sempozyumları çerçevesinde yine Belediye tarafından hazırlanan sempozyum bildirileri kitaplarında da teyit ve karşılıkları olan bilgiler detaylı olarak verilmiştir. Çeşme ve Alaçatı kent kültürü oluşumu ve belgelenmesi babında kütüphanelerde yerini alacaktır mezkûr kitap, bir referans belgesi olarak. Yeri gelmiş iken bir kez daha söyleyeyim; bir kez daha çağrı yapayım, Yerel Yöneticilerimize, başta Belediye Başkanı Ekrem Oran’a, devam ettirin şu tarih ve kültür araştırma çalışmalarını, hep beraber nasiplenelim oluşacak bilgi ve belge yağmurundan… Diğer taraftan Çeşme ve Alaçatı’ya yönelik azalsın bilinmezlikler…

Kitabın bana göre en etkileyici bölümü ise, daha önce benim de ele aldığım “Paftos meselesi”… https://sosyalyasamdaalternatif.blogspot.com/2011/02/ilk-yap-islet-devret-cesmede-paftos.html  adresinde 05.02.2011tarihinde yayınlamış idim, tarihi cinlik ve hinlik manasındaki ilk “yap işlet ve devret” konseptli çalışmanın, nasıl yapılıp, nasıl işletilip ve nasıl devretmeden devam edildiğine dair ilgili yazımı… Diğer taraftan 1919 tarihinde İngiltere teknik direktörlüğünde Anadolu’nun işgaline girişen Yunanistan sayesinde yerli Rumlar için Paftos meselesi diye bir mesele kalmamış iken 1922 de de yerli Türkler açısından bu mesele külliyen çözüme kavuşmuştur.

Kitap, göçer Türklerden yerleştikleri Alaçatı’da az da olsa geriye kalanlar ile göçer Rumlardan bir hayli fazla kalanlardan bahisle ilerliyor, antropolojik, demografik, sosyolojik, tarihi ve kültürel bir mihver üstünde tamamlanıyor. Türkmenlerden Romanlara etnik yapılar, Türkçeden Smirnika’ya (adalarda konuşulan farklı bir Yunanca) filolojik tespit, Kopanisti’den zeytinyağına ve oradan ot festivaline gastronomi, Rumlardan Türklere Belediyede idari yapılanma, vs gibi konulara illiyetleri açısından oldukça geniş ve çeşitli yaklaşım gösterilmiş bu kitapta. Kentsel dönüşüm, soylulaştırma, kent hakkı, kentsel direniş gibi fiziki değişimler ve direnişlere değinilirken özellikle 70’li yıllarda devrimci sempatinin empatiye evrilmesi ve Alaçatı halkı nezdinde sosyal kültürel yansımaları ve maalesef yaşanan Mine Bademci ve Salih Bademci’nin katledilmeleri ve yine maalesef oluşan yeni orta sınıf ve bağlı yeni hayatın Alaçatı’ya bahşettikleri ya da dayattıkları da kitabın resmigeçidi içinde yerini almaktadır.

Kitaba yönelik yazımı, kitapta bulunan ve Milliyet Gazetesinde Reşat Kutucular tarafından 15.10.2010 tarihinde yayınlanan yazıdan küçük bir alıntı ile bitireyim; “Bu akış içinde Alaçatı kimine göre uçmakta, kimine göre ise çökmekte. Ne gördüğünüz, köye hangi gözle baktığınızla ilgili. Sizin beklentilerinize göre yeni Alaçatı sizi memnun da edebilir, hüsrana da uğratabilir”

Oysa ki; başka bir Alaçatı mümkün idi…

Hiç yorum yok: