Cumartesi, Aralık 17, 2022

KORKU

 Her yiğidin belki de hiç birimizin muaf tutulamayacağı bir meydan okumamız vardır, hani meşhurdur ya; “Ben hiçbir şeyden korkmam” ya da “Allahtan başka hiçbir şeyden korkmam”… Bunun böyle olmadığını kişi kendi iyi bilir lakin ikrar etmez… Aksi takdirde, bazılarının, mezarlık yanından geçerken ıslık çalması neyin alametidir diye sorarlar adama… Resmi damgalı zarftan, resmi yazıdan, resmi kişilerden, doktordan, dişçiden, bekçiden, jandarmadan, gümrükçüden, belediye zabıtasından, uçaktan, dolmuş şoföründen, karakoldan, hükümet dairelerinden, vergi dairesinden, cinden, periden korkanların varlığından, bahsedince, o başka savunmalarını kimler bilmez ki… 

 

Şüphesiz herkesin korkuları vardır, olması da normaldir çünkü korku son derece insani bir durumdur. Kişisel ve nevrotik korkular üstüne konuşmayı konunun uzmanlarına bırakarak ilerleyelim. Biz yaratılan toplumsal korkudan korkmak ve günlük hayatımıza yansımaları üstüne yoğunlaşalım istiyorum. Toplumsal korkuların yarattığı bu duygu ve davranış bozuklukları ve yaratacağı tonlarca olumsuzluk vardır. Bana göre toplumsal korku ile haddinden fazla yüklenmiş insanın özgürlük ve bağımsızlık hissiyat ve yetilerinin külliyen körelmiş ya da kaybolmuş ve de ikircikli olması kaçınılmazdır. Bu kabil muhteremler, sürekli ve kesif bir tereddüt durumu yaşarlar, tereddüt ruh hali ise sadece koruma içgüdüsünün güçlü olmasına hizmet eder. Sadece kendisini koruyacak bir ruh hali ile teçhiz muhteremin faaliyetleri, iaşe ve ibate ve de iane üçlüsü içine sıkıştırılmış olur. Hani her asker muhteremin en az bir kere tekrarladığı ve herkesin de bildiği lakin açıktan söylemesinin hoş karşılanmadığı bir tekerleme vardır. Ben kendim bu lafları art arda dizebilecek kadar şair ve mizah sahibi birisi değilim, ben de bir yerlerden dinledim hatta tekrarladım, “kep ile potin arasına sıkıştırılmış, karnı bulgur pilavı ile doldurulmuş, dayak ile uslandırılmış, …” diye uzayıp giden… Maazallah geleceğimizi şekillendireceklerin böyle olmasını kimse istemez değil mi?

 

Hemen hatırlanacaktır; 1986 yılının bir soğuk döneminde, artık aramızda olamayan büyük usta ve tiyatromuzun 4. “kavuklusu”   Ferhan Şensoy’un Orta Oyuncularının bir tiyatro gösterisinden sonra, oyunda Nazi subayı ve SS rolündeki oyuncuların oyun elbiseleri ile İstiklal Caddesine çıkarak, gelip geçenden kimlik sorarlar. Üstelik de bu kimlik sorma işlemini yarı Almanca yarı Türkçe yaparlar; “kimlik bitte”. Neredeyse her kimlik istenen kişi, “neden soruyorsun, neden kimlik istiyorsun, sen kimsin, sen de kimliğini göster” gibi gayet medeni tepki ve talepler sunmadan ilaveten de üniformalara hiç dikkat etmeden itirazsız kimlik beyan ediyorlar.  

 

“Dış zorlamalar çok güçlü olmasa dahi, insanın kendisini iradesizce köle haline getirmesinin nedeni korkudur. Korku, bu nedenle, ideal bir egemenlik aracıdır. İnsanların korkusuyla ordular kurulmaktadır. Korkan insan (ne kadar saçma ve canice de olsa) verilen bir emre kolay kolay karşı gelemez çünkü emri veren, onun için, üstesinden gelinemez bir otorite olmaktadır.” Yazar Dieter Duhm “Kapitalizmde korku” adını verdiği kitabında böyle bir tespit yaparak “milgram deneyleri” sunumunu yapmakta ve deneyin “Amerika’da yapılan bu deney dizisinin temel sorusu şu olmuştur. Otoriter bir kişi, diğerine, üçüncü kişiye vücutça eziyet etmesi ve onu yaralaması için emir verirse ne olur?” temelini vaz etmektedir. Deney enteresan… Lakin sonuçlar daha enteresan, deneklerin üçte ikisi kendilerine emir verildi diye, bir başka insanın vücuduna onun bilincinin yok olmasına kadar elektrik vermekten geri durmamıştır. Merak edenler deneylerle ilgili detaylı bilgileri başkaca kaynaklardan edinebilirler. Sonra insanoğlu merak ediyor, Nazi toplama kamplarında insanlar üstünde vahşice yapılan çalışmaların nasıl gerçekleştiğini… “İnsanlar arasında, ilişkilerimize korku ve gizli düşmanlık sokan mesafeden tekrar tekrar söz etmiştik. Korkuyla düşmanlığı birbirinden ayırmak mümkün değil.”

 

Canım Yurdumda uzunca bir süredir tam da bir Goebbels taktiği gereği tekrarlanan, “Sermaye korkaktır, ürkektir” edebiyatının doğru olma ihtimali nedir sizce, bence sıfır. Bilakis sermaye her zaman, her yerde korku yaratılmasından nemalanmıştır, nemalanmaya da devam etmektedir. Bunun izlerini sürmek isteyen her muhteremin tereddütsüz okuyabileceği bir çalışmadır mezkûr kitap. Esasen burada tam bir ters köşe penaltısı gibi bir durum da söz konusudur. Hem müsebbip ol, hem de mağdur rolü kes. Hele yabancı sermayeye gelince konu daha da katmerli nakledilir kulaklarımıza. Kendisinin yaratılmasında başat rol aldığı motivasyonundan neden korksun ki, değil mi?

 

“Kapitalizmde korku” adını verdiği kitabında Dieter Duhm şöyle bir tespit yapıyor; “Dürtülerin bastırılmasıyla üretilen korku ve güvensizlik herhangi bir biçimde dengelenmek zorundadır. Dengeleme için esas olarak iki yol vardır. Mesleki becerililik ve tüketim… Dürtülerin baskı altına alınması, ezilen bireyde bir saldırganlık gizil gücü yaratır; bu gizilgüç, sistemin iç ve dış düşmanlarına karşı kanalize edilerek, kapitalizmin çıkarları için doğrudan kullanılabilir… Dürtülerin bastırılması sistemin parçasıdır. Bir baskı sistemi olması sıfatıyla kapitalizm, dürtüleri bastırma ve korkuyu sürdürme ya da onlardan vazgeçme gibi bir seçeneğe sahip değildir. Ama böyle bir seçenekle karşılaşsa bile bunlardan vazgeçmeyeceği açıktır; çünkü dürtülerin bastırılması da, korku da kendisine nihai hizmetler sunmaktadır”.

 

Aynı kitaba, bir giriş yazısı yazan Aziz Nesin; “Özetlersek, insanın korkudan korkuya karşı moral yapısını koruması;

·       Kendini korkutan güçle uyum sağlayarak

·       Ona boyun eğerek

·       Onunla özdeşleşerek

·       Ya da büsbütün edilgin kalarak “hiçbirşey etmemek” yollarıyla sağlanabiliyor.” diyerek harika tanımlamalar yapıyor. 

 

Korku bir tek şeyle yenilir: Bilgi ve mücadele. Korku bilgi ve mücadele ile yenilir, yenilmesine de, “ben cahilin ferasetini tercih ederim” diye üniversite hocası postunda olanlar olmaz ise.

Hiç yorum yok: