Cumartesi, Aralık 10, 2022

“TARİH DİRENİYOR” ve BAKAN DA DİRENİYOR

ODTÜ denilince, öncelikle nitelikli üniversite fikri düşünülse de, Canım Yurdumun bu yüzakı kuruluşu olarak, esasen “devrim” başta olmak üzere, özgürlük, hak ve adalet mücadelesinin zirvesi akla gelir bence. Bakmayın siz YÖK ile birlikte yok ettiklerini zannetmelerine, onun geçmişinde, üfürükoloji yerine üretilen pozitif bilim, yapılan test ve deneyler, Canım Yurdumun esenliği ve refahı için yazılan raporlar ve tezler vardır. İşte bu yüzden “muhalif” diye lanse edilir sürekli. Evet, müesses nizamın zapt-u raptına itiraz ise, direniş ise, muhalefet ise söz konusu olan, doğrudur.  Oysaki muhalif sıfatı ODTÜ’yü muhalif göstermeye çalışanların tutumudur ki, onlar ODTÜ’yü muhalif gibi gösterirken esasen pozitif bilime, muasır medeniyete, özgürlük talebine muhaliftirler ve bahsine dahi katlanamazlar. Büyük usta Nazım Hikmet’in bu muhteşem betimlemesini kendilerine bayrak edenlerin muktedirler tarafından kabullenmesi zaten hiçbir zaman beklenir değildir.

Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,

Akar suyun,

Meyve çağında ağacın,

Serpilip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:

- çürüyen diş, dökülen et -,

Bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

Bu güzelim memlekette hürriyet…

Gecikmeli de olsa, yazar Yalçın Bürkev tarafından, yaklaşık 100 ODTÜ’lü akademisyen, çalışan ve ağırlıklı öğrencilerinin anı ve değerlendirmelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan,  “ODTÜ Tarih Direniyor” isimli kitabı okuyorum, adeta canım yurdumun son 70 yılının tarihi resmigeçidi gibi… ODTÜ üzerinden memleketi anlama sanatı… 

“Kuruluşunda ABD rolü” başlıklı değerlendirmesi ile meslek büyüğümüz ve öncümüz ve ilk rektör yardımcısı olan Uğur Ersoy, her daim müthiş anlatımlarından birini daha gerçekleştiriyor. “ODTÜ fikrinin doğması ise ilginçtir. Charles Abrahams diye birisi uzman olarak İmar Bakanlığı’na geliyor. Adamın en büyük şikâyeti Türkiye’de o zaman hiç şehircilik uzmanı olmaması. Bulvar Palas’ta bir bakanlık yetkilisiyle yemek yerken, adam diyor ki, “ben Birleşmiş Milletler’den bir fon çıkarmaya çalışayım, bir şehircilik okulu kurulsun burada.” Yandaki masada ise Vecdi Diker adama kulak misafiri oluyor, masaya geliyor ve diyor ki, “Kusura bakmayın, konuşmanızı duydum. Niye küçük düşünüyorsunuz?”. Vecdii Diker Karayolları’nı kuran adam, mühendis. Müthiş bir hayal gücü var ve aynı zamanda da icraatçı. Türkiye’de daha sonra otomotiv sanayini de kuran adamlardan. “çok zor bu dediğiniz” falan diyorlar, o da diyor ki, “zoru başarmak lazım. Her branş olsun. İdari İlimler Fakültesi de olsun, - o zamanlar İdari İlimler Fakültesi yok- Türkiye’de, işte şu fakülte, bu fakülte olsun.” Bazıları hayal olarak görüyor bunları o zamanlar. Fakat bunlar Amerika’ya gidiyorlar. İlginç bir adam var, senatör Harold Stassen, aslında akademisyen.” diye ODTÜ fikrinin ortaya çıkışını anlatıyor. Hatırat ve değerlendirme yazısı bir hayli uzun, ilgi duyanlar kitabı temin edip tüm detayları okuyabilirler. Hülasa, ODTÜ bir ABD projesidir, lakin ODTÜ Akademisyenleri ve öğrencileri yerli ve milli yaparlar hem de siyasi tüm karşı çıkışa rağmen. Derken, 27 Mayısta bir askeri darbe olur, memleket “deray” edilmiştir. ODTÜ de bundan nasiplenir haliyle, her şeye rağmen darbeciler ODTÜ’ye ilk defa, denilebileceği kadar, yerli ve milli bir rektör atarlar, Turhan Feyzioğlu yeni rektördür artık. Ancak bir gün ağızdan mı kaçıyor yoksa bilinçle mi söyleniyor bilinmez, lakin yeni rektör Feyzioğlu laf arasında, “Beyler ben buraya ne görevle geldim biliyor musunuz, burayı olaysız kapatmak için” dedikten sonra “ama burayı gördükten sonra buranın bir numaralı savunucusu olacağım” diyor bu yaşanan süreçte üniversiteyi Türkiyelileştiriyor.

Kapatmak için kendisini kim görevlendiriyor acaba, kim atıyorsa değil mi? Kim atıyor, darbeciler değil mi? Peki, kapatıyor mu? Hayır, tam tersine gelişmesi ve genişlemesi ve de kökleşmesi için ufak tefek sapmalar dışında yoğun çaba sarf ediyor.

Tekrar Uğur Ersoy’un anlatımına dönelim. “Kampüsü inşa etmek en önemli problemdi o zaman. Araziyi (şimdiki ODTÜ KAMPÜSÜ) istimlak etmişiz, o hazır ama bir türlü bir şey yapılmıyor. O sırada Ankara’da bir şeker fabrikası yapılıyordu, tam bitmek üzereyken ihtilal olmuş. Devlet Başkanı (Cemal Gürsel) beyanatında “bu şeker fabrikası ne kadar lüzumsuz bir şey” deyince, Feyzioğlu hemen “burayı bize versinler, üniversite burada kurulsun” dedi, çünkü binalar hazırdı. Biz karşı çıktık. Ama Feyzioğlu kararlıydı, Cemal Gürsel ile konuştu. O da destekledi, bütün bakanlar şeker fabrikasının devriyle ilgili kararnameyi imzaladılar ama Bayındırlık Bakanı Mukbil Gökdoğan reddetti. Düşünün ihtilal hükümeti başkanı Cemal Gürsel istiyor ama bakan imzalamıyor. Ne amaçla imzalamadı hiçbir fikrim yok. Ama iyi ki de olmadı.” 

Evet, nereden nereye… Güçlü, kudretli, kudretine ters düşülemez denilen Devlet Başkanına karşı çıkılıyor, istemesine rağmen kararname imzalamayan bakanlar bile oluyor. Artık, dediğimizi yapmıyorlar iddiası ile bakan ve bürokratlar görevden alınabilir hale gelmiş iken, eski çok kötü idi iddiasıyla hor görülen Canım Yurdumda, bu yaşananların önemi büyüktür… Evet, Devlet Başkanı bile olsa, zati akıl, vicdan ve öngörü ve de kamu yararı adına muhalif karar alınabiliyor kültürü biraz geriye gidince görülebilir Canım Yurdumda… İlgililer bilir, yazılan bir yaşanmış olay vardır. Mustafa Kemal Atatürk; bir gün Milli Eğitim Bakanına bir not gönderir, “gelen bu 2 fakir çocuğu, uygun göreceğiniz, parasız yatılı bir liseye kayıt ettirin”, Bakan behemehâl yardımcısına talimatı aktararak, “bu iki çocuğun evrakını alınız ve Haydarpaşa Lisesi’ne PARALI yatılı olarak kaydını yaptırın, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazarak bana getiriniz” gereğini yapar. Bakan işlemi müteakip bir not ile durumu Atatürk’e iletir ki not şöyledir, “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocukları fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığım izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da kayıtlarını emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne PARALI yatılı olarak yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum...” Aaa, şimdi biri çıkar da yahu bu tam bir atmasyon derse de, belgelendiremeyeceğim için fazlaca itiraz edebileceğim bir durum değildir. İlaveten, direnmiş midir direnmemiş midir, bilemem hatta önemsemiyor ve ilgilenmiyorum da esasen de denilmemiş olsa bile yaşandığı tevatür edilen hikâye dönemin meşrebine de çok uygun düşmektedir.

İşte, mezkûr kitap ve bana daha başlangıcından itibaren öğrettikleri, anlattıkları, düşündürttükleri, hatırlattıkları… Her daim muktedirlerin hedefi olmuş, her elini kolunu sallayıp gelenin öğrencisi olamadığı bilahare de sınav sorularını hazırlayanların ya da çalanların sinsice girmesinin düzeneğini kuran 12 Eylül faşist darbecilerinin yol vermesi nedeniyle okulu bir türlü sulandıramadıkları da herkesin malumudur. Öğrencisi olmadığım lakin öğrencisi olanlara da alkış tuttuğum şanlı ODTÜ böyle bir maziye sahiptir. Şimdilerde, YÖK elinde, kanununa istinaden yok edilmeye çalışılsa da bu kere öğrencilerinin sahip çıkması ile direniyor.


Hiç yorum yok: