Cuma, Aralık 30, 2022

İĞDİŞ EDİLEN KENTLER


Kentlerin şekillenmesi bulundukları coğrafi konum (rakım-dağ-ova-deniz-göl), iklim, demografik yapı, ticari ve stratejik konumlara göre gerçekleşmiştir. Örneğin, bir liman kenti naturası gereği bir ticaret ve bağlantı noktası olması itibari ile çok farklı millet ve bölgelerden gelen insanların uğradıkları, uğraştıkları, eğleştikleri, yaşadıkları, gelip geçtikleri yerler olması itibari ile gemi yanaşma, bağlama, emtia depolama, pazarlama, yükleme boşaltma, gümrükleme faaliyetleri için uygun yapılar ve düzenekler ile teçhiz olmuş iken mezkûr faaliyetin muhataplarının çalışma, barınma ve konaklama, yeme içme eğleşme gibi ihtiyaçlarını karşılamaya uygun yapıların bulunması kaçınılmazdır. Buna mukabil kervan yolları üstünde menzil noktalarına denk gelen yerlerdeki şekillenme ise kervanın konaklaması, yeme içmesi ve güvenliği temelinde organize olmuşlardır. Dolayısı ile her kent kendine uygun biçimde organize olur iken yerleşik insanı da bu minvalde bir yaşam tarzı tutturur, kenti de bu yaşam tarzına göre planlar ve organize eder… Sonraları, Ademoğlunun evrimi gereği gelişen ticaret, ulaşım, yönetsel gerekler, oluşan kültür kentlerin yeni ve gelişen fonksiyonları vs ile kentler büyür gelişir, değişir ya da dönüşür… İşte bu; çok uzun yıllar içinde adeta damıtılarak gelişen kentlerin yapısı kentin bugünlerde çok algılanmayan hatta önemsenmeyen karakterini oluşturur. Mesela gezdiğimiz medeni ülkelerin kentlerinden bahsederken, “200 yıldır kaldırımları aynı kaplama” ya da “ya bir arabanın geçemeyeceği sokaklara bile dokunmamışlar” ya da “yol kaplaması ortaçağdan kalma” gibi sitayiş dolu sözler etmekteyiz doğru ve haklı olarak. Lakin kendi topraklarımızda aynı özeni göstermemekteyiz ya da gösterememekteyiz. Hülasa, gâvurun koruma ve kollamasına ve de restorasyonuna alkış çalarken, kendi değerlerimize de son derece insafsız ve ölçüsüz kılıç çalmaktayız. Haksızlık da olmasın biz de şu koca ve fani dünyada yalnız da değiliz, benzerlerimiz bir hayli fazla…


Bakın bu yıkıp yerine yeni lakin kendi aklımız ve ufkumuz ölçüsünde bir şeyler yapma kültürü yenilerde oluşmuş değildir. Daha önce de yazdım, Osmanlı Hanedanı, gelişen yeni ihtiyaçlar neticesinde İzmir Limanının korunması ve deniz trafiğinin denetlenmesine yönelik, bugünkü Narlıdere Sahilevleri bölgesinde bir kale yapımı gündeme gelir. İlgili Paşa görevlendirilir, İzmir’e avdetine müteakip, incelemeler sonrası gözüne, İzmir’in ilkçağdan kalma tiyatrosunun kesme taş blokları ile Okluk Kalesinin bakiye taşları takılır. Sonrası malum, yıkılır ve mezkûr kale inşa edilir. Paşanın tasarrufu bu yönde olmuştur, yetki, sorumluluk ve güç kendisinde olunca, gerisine ne hacet… Bugün bu bir rezalet denilebilir lakin bugünden geriye bakınca, o gün için güç kullanma, yetki kullanma, delegasyon vs gibi nedenlerle son derece makuldür değil mi… Sonraları çalıştığım Türkmenistan’da Türkmenlerin sık tekrarladığı bir söz var; bilenler bilir, “Türkmen bina yıkma ile adam sevme” konusunda uzmanlaşmıştır. Neyse konumuz bu değil şüphesiz lakin davranış modelimizin benzeşme ve kesişme noktaları da önemlidir, diye düşünmekteyim.


Nedir bu yıkma iştahının sebebi acaba? Hala neden yıkıyoruz? Yahu be arkadaş, kabul etmesem bile şu binalarınızı, şu yollarınızı yeni imara açtığınız bölgelerde yapsanız da kendinizi mutlu etseniz, olmaz mı? Daha iyisini yapacağız, diye yıkıyorlar, hem de kendilerine ne tür fikri vehmetseler de sonuç değişmiyor, o da, bu da… Ve “kırk bir kere maşallah” faslından her birinin de müthiş izahları var, nerdeyse seferberlik ilan edesi geliyor adamın. Kimisi sanatı içine tükürülecek bir faaliyet faslından tayin ile, kimisi modern anlayışa aykırılığı yüzünden, kimisi yıkılacak kadar tehlikeli bulunması bahanesi ile ama her birisi oturduğu makamın gücü suyu hürmetine ses çıkarılmadan izlenmektedir. Kimisi yol açıyorum, açacağım uğruna ormanları yok ederken, kimisi birkaç asırlık evlerin katline fermanı timsah gözyaşları ile karşılayarak lakin sonuç hiç değişmeden coğrafyanın, doğanın, arkeolojinin, tarihin hülasa kentin belleği ve karakterinin değişimine sebebiyet vermektedir.


Mesela; kim mantıklı ve makul gerekçeler ile Çeşme’nin güzel ve estetik olmamakla birlikte kent kimliğini, kişiliğini ve karakterini yansıtan ya da oluşturan hatta pekiştiren yapıları sayılabilecek, “Buz Fabrikası ve Deposunun”, “Küçücük ama Çamlık Senar diye anılan Cezaevinin”, “Güçlendirilmesi mümkün olan ama göz ardı edilen 16 Eylül İlkokulunun”, “Ilıca Turban otelinin” yıkılmasını savunabilir, bilemiyorum. Duyduğum kadarı ile de şimdi sırada “Namık Kemal İlkokulu” varmış. Muhteşem yanlış demekten başka kelam bulamıyorum. Şüphesiz vardır savunucuları ki muhtemelen de sayısal olarak çok fazladırlar. Lakin konuya sayısal çokluk karar verme hakkı doğuruyor iddiası ile bakılırsa, gelinen nokta da burası olur ve sürpriz olarak değerlendirilemez işte. Ve yine maalesef bu gözler gördü ki, büyüklerimiz istedikleri yapıları güçlendiriyor istemedikleri yapıları da tasnif dışı kabulü ile yıkılmasına ferman eyliyor. Hani bir de denilmiyor mu ki, 1999 depreminden sonra girişilen “Deprem Güçlendirme Projelerinden” beklenilen ve arzu edilen sonuç alınamamıştır, gülüyorum, çünkü bu kabil ihalelerde ne yazık ki maksat dışı işler ve imalatlar yaptırılmıştır. Neyse…


Evet, kent sosyolojisi dolayısı ile de mütenasip oluşan yapılaşma ve şehir planı kapitalizmin etkisi ile olumsuz gelişmektedir şüphesiz ama bir de matah bir şeymiş gibi kurbağa misali kapitalistleşmeye özenen yerlerde durum daha da beter… Kapitalizm kentlerin önce demografisini sonra sosyolojisini sonra ekolojisini sonra da kent planını en sonunda da tüm hayatı mahvetmek gibi bir zillete sahiptir. Basitçe, yıkacak yeniden yapacaksın ki yaklaşık 400 sektör bu işlerden nemalanacak, durum bu…


Yıkım sadece hedef binaların yok edilmesi ile de kalmıyor ki, insanların hatıraları, anlatılanların karşılıksız kalması, fotoğrafların yabancılaşması gibi sonuçlarda doğuruyor… Biz eskiye yani oluşan kent kültür ve karakterine sahip çıkarak, korumaya ve kollamaya ve restorasyona önem vererek yeni durum ve fonksiyonlara göre kentimizin organize edilmesini beklemekteyiz.


Evet, anlıyor ve kabul ediyoruz, kentler, değişen mühendislik, mimarlık, planlama ve tasarım yaklaşımları, değişen politik, kültürel ve ekonomik ilişkiler ve yeni oluşan ihtiyaçlar dolayısı ile gelişen inşaat teknolojilerinin de çok büyük tesirleriyle mütemadiyen dinamik bir durum sergiler. İtiraz yok bu değerlendirmeye lakin yeni diyoruz değil mi o zaman gidin yeni yerlerde uygulayın sizi mutlu ve memnun edecek şeyleri.







2 yorum:

Lem-Tanga dedi ki...

George Orwell 'ın 1984 de olduğuğu gibi toplumsal hafıza silininde olduğu gibi,yeni bir gerçeklik oluşturmak için ve bu gerçekliğin salt gerçeklik olarak müdüriyeti üzerine oluşturulmuş bir kurgu,köleliğin yeniden ve yeniden inşası.Emeğine sağlık abi.

Adsız dedi ki...

Emeğine ve kalemine sağlık.