Cuma, Şubat 03, 2023

KİLİSE GÖLGESİNDEN GELENE GEÇENE MERHABA DİYEN ADAM

 

Kayıplar ne yazık ki artıyor. Mustafa Kan’ı da yitirdik, maalesef bir süredir mücadele ettiği çağın bela rahatsızlığı kansere karşı savaşı kaybetti. Ölüm ne zaman kapıyı çalarsa o “vakit” daha erkendir denilecek vakittir. Oysaki ne kadar da hayata bağlı, ne kadar da coşkulu bir hali vardı. Daha dün gibi, Çeşme Kilisesi önünde kâh kilisenin kâh turunç ağacının gölgelerinden gölge beğenerek oturur saatlerce değişik konularda muhabbetler ederdik. Hatta kendimizi, gelen geçen dostların sorusuna mukabil, “kilise gölgesinde oturup gelene geçene selam verme sorumlusu” tayini ile şamata bile yapardık. Hele oradaki turunç ağacı gölgesinde birkaç kişinin, mübadeleden, Çeşme tarımına, güncel politikadan eski Çeşme ve yaşanmışlıklarına kadar çok çeşitli konulardaki sohbetlerimiz emin olunuz ki her geçenin de vakti ölçüsünde gelip katıldığı deyim yerinde ise Londra’daki Hyde Parktaki “Speakers Corner” benzeri manzaralar verir türden olurdu. Başkalarını bilmem lakin benim açımdan kaliteli zaman geçirici, bilgilenmeli ve bilgilendirmeli günler olurdu hep.

Mustafa; baba Hasan Kan’ın ticari faaliyetinden ötürü Çeşme Çarşı’yı çok eskilerden beri bilmekte hatta tüm detayları ile yaşamakta olup bilahare de kendi ticari faaliyetleri ile bizzat bir parçası olmuştur. Parçası olmanın ötesinde adeta çarşının tarihinin tüm kayıtlarını tutmuş ve ihtiyaç halinde de tüm detayları devrinin canlılığı ile hatırlamaktadır. Güçlü hafıza ve kapasite ile çarşı tarihinin adeta sözel ama güçlü hafızasıdır aynı zamanda… Mustafa için esnaf idi deyip geçmek çok doğru olmaz o esnaf ötesi esnaf idi. Gerçi son dönemde sadece vakit geçirmek, muhabbet etmek ve çarşıyı izlemek için gelir olmuş idi çünkü artık çocukları esnaflığı devir almışlardı. Hala kopmamış, kopamamış idi çarşıdan, kendisini Kilise gölgesi dışında genellikle Mustafa Karaman’ın saatçi dükkânında görmek mümkün olurdu.

Yaz ve bahar ayları Kilise gölgesi eğleşme alanı olur iken kış ve erken baharlarda da tam karşıda güneşi cepheden alan yerdir tercih edilen… Her daim birileri vardır yanında ve mutlaka şamata ötesi ciddi ve insan gelişimine yönelik konulardır konuşulanlar. Eğer kimse yoksa da mutlaka bir şey okunmaktadır adeta boş boş bakmak kendine yasaklanmıştır. Evet, kendisini geliştirecek, yeni şeyler öğrenebileceği muhabbetlere ya da okumalara karşı son döneme kadar hep isteklidir, hele yeni konuların konuşulduğu muhabbetler içerisindeki sorgulayıcı tutumu hayrete şayan olmuştur daima. Bu kadar öğrenmeye ve kendini geliştirmeye açık bir insan olması nedeniyle herkes tarafından ziyadesiyle takdir edilmiş birisidir. Sadece fikir biriktirmesi ve geliştirmesi konusunda mı böyle, şüphesiz hayır, zikir de oldukça önemlidir hülasa icraatı da bir o kadar ileri düzeydedir. 60 yaşından sonra toprak, tarım ve tarımsal üretim konusunda gösterdiği çabaların yakın tanığı olarak hep şapka çıkardım kendisine.

Evet, Kilise gölgesinde yaptığımız doyumsuz muhabbetler var demiştim ya, fazlaca sürdürdüğümüz ve bize son derece keyifli gelen bir tanesini yazmak istiyorum. Hangi sene idi tam hatırlamıyorum lakin İstanbul Boğazında ve Çeşme Balık mezatlarında olabildiğince sık görülen palamut akını üstüne balık pişirme ve lezzetlerine evrilen, oradan da Osmanlı Saray Mutfağına uzanan konu inanılmaz keyifli idi, en azından benim için, o kadar ki sanki her balık konusu açılınca aynı konunun uzayarak tefrikalarına dönüşmesi gibi… Muhabbetin mihverini ise, sen o kadar güçlü ol, bir Sultan olarak neredeyse 2,5 milyon km karelik coğrafyaya hükmet, yüzlerce değişik millet mensubu ve değişik dinlerden tebaan olsun, nerdeyse saraydan elini uzat balık yakalayacağın bir konumda ol, ilaveten balığın fazlalığından nerdeyse balıklar kendiliklerinden karaya zıplayacak hatta tavaya girecekler, sen bu nimetlerden faydalanmadan koca bir ömür geçir, oluşturur idi… Bu muhabbetin en katmerli tarafını deyim yerinde ise “parmaklarını yiyecek kadar lezzetli” balık pişirme tarifleri oluşturur idi… Vay sevgili kardeşim vay… Bu muhabbetlerin mirası “tatlar” için sana çok teşekkürler…

Bu muhabbetlerin, denk gelmesi halinde ise Ali Şimşek Büyüğümüz hemen baş konuk postuna davet edilir ve oturur, onun gerek Türkçe gerekse de Rumca tekerlemeleri mutlaka hatırlatılıp, tekrarlatılacaktır ve büyük keyifle dinlenecek ve de ilaveten üstüne tekerlemelerin doğuş ve gelişim süreçleri üstüne anlatacağı hikâyeler dinlenecektir. Ali Abimiz (kural olarak ben bu kabil büyüklerime “abi” diyorum ki kendilerini fazla yaşlı hissetmesinler), babam Tito Yaşar’ın askerlik arkadaşı olup Çeşmeli olarak İstanbul’da yollar kesiştikçe bir arada olmuşlar, mesleği de berberlik olunca hayatta hikâye ve tecrübe birikimi de mesleğe bağlı fazla olması hasebiyle, kendine has güzel üslubu ile bizlere her seferinde farklı güzel hikâyeler anlatırdı. Ömrü uzun sağlığı çok olsun…

Kilise gölgesinde yapılan bu muhabbetlerin yerli ya da yabancı çok değişik yaş ve meslek grubundan katılımcıları olurdu, dolayısıyla bu katılımcı durumuna göre muhabbet konuları kendiliğinden oluşur ve gelişir idi. Kavun yetiştiriciliğinden, kavun ihracatına ve tarihine, balık mezatlarına ve balık avcılığına ve pişiriciliğine, oradan da ormana, şehirciliğe, turizme, tarihe, coğrafyaya, sağlığa, siyasete, eğitim ve politikalarına, emin olun her konu tedris edilir idi, konunun ilgililerince… Buradan da anlaşılacağı üzere, katılımcılar da, kimya mühendisi, ziraat mühendisi, orman mühendisi, inşaat mühendisi (ben değil), diş hekimi, öğretmen, ressam, berber, terzi, eczacı, avukat, maliyeci-muhasebeci, köylü, çiftçi, otelci, şoför, balıkçı, esnaf gibi çok değişik disiplinlerden olurdu.   

Sıtkı Cenger, Uğur Özdil, Badili Hasan en sık katılımcılarımız idi. Sıtkı’nın seyahat severliği nedeniyle konular sınırlarımızın dışına da taşınırdı. Esasen de Sıtkı ile Mustafa’nın balıkçılık anıları dinlemeye ve arşivlemeye değer ve layık tarzda idi. Hele düşünüp te gerçekleştiremediğimiz, sabah çok erken saatlerde İzmir Balıkçı Haline gidip oradaki hayatı, ticareti ve faaliyetleri izleme işimiz. Uyar ise de birkaç kasa balık alıp paylaşma niyetimiz, akim kaldı ne yazık ki…

Mustafa Kan arkadaşımızın balık mezatlarını takip etme, akşam yemeklerinden sonra arkadaşları ile sahil turu yapma gibi bir alışkanlığı yanında yine akşamları sahilde Buzlu Bademci Nazım Kardeşimizin yanında akşam sahil turu yapanlara “merhaba” deme sorumluluğu da unutulmamalıdır.

Bu vesile ile bir kez daha kederli ailesine taziyelerimi iletir Mustafa Kan içinde “nurlarda olsun diyorum”… Özleyeceğiz, seni ve muhabbetlerini. Kilise gölgesi Badili Hasan’dan sonra senin de ayrılığın nedeni ile adeta öksüz kaldı, bilesin…

1 yorum:

abulubeyaz@yahoo.com dedi ki...

Allah rahmet eylesin sizlerinde başı sagolsun kardeşi birdost için nede güzel şeyler yazmışsın.