Cumartesi, Şubat 25, 2023

KÖY ENSTİTÜLÜ KOMÜNİST KEMAL

Yazar Alev Çukurkavaklı’nın Babası Kemal Bayram Çukurkavaklı’nın hayat hikâyesini yazdığı kitabı “Komünist Kemal”i okudum. Genel manada bilinenlerin bir kez daha tekrarlandığı lakin tamamen Komünist Kemal özelinde olan özgünlükler babında… Kitabı benim nezdimde çekici kılan tanıtımının şu şekilde olması idi; “Yıl 1954, Amerika dönemin siyasi iktidarına baskı yaparak SOVYET TARZI eğitim verdiği gerekçesiyle Köy Enstitüleri’ni kapattırmak ister… İktidar ve yandaşları on yedi yaşındaki bu çocuğu bulur. Ana dili gibi Rusça bildiğini, imzasının orak-çekiç olduğunu Rusya ve Orhan Kemal ile telsizle konuştuğunu iddia ettikleri çocuğu beş yüz öğrenciyi linç ettirir. Ve böylece yoksul Anadolu’nun umudu Köy Enstitüleri iğdiş edilir!”…

ABD Emperyalizmi ve yüzde yüz yerli ve milli iştirakleri tarafından hedefe konulan Köy Enstitüleri arka plana almış müthiş bir kitap, geniş spektrumlu anlatım ve özelde de Kemal Çukurkavaklı’nın çileli hayatı aktarılmış. Şiir ile düşüp kalktığı günlerde yazdığı, okuduğu ve yayınladığı şiirler üzerine adı komüniste çıkar bir daha da inmez aşağıya… İvriz Köy Enstitüsünden sürüldüğü Düziçi Enstitüsünde okul idaresinin de içlerindeki nefreti Enstitü üstünden 17 yaşındaki bu öğrenciye yöneltmelerinin tezahürü linç girişimi… Behzat Ay’ın kitabın girişinde verilen bir yazısından bir dehşet anı; “Elleri, kolları, başı gövdesinden koparılmalı” Bu da neydi? Korkarak ve çekinerek yakınımızda duran bir öğrenciye sorduğumuzda; “İvriz Köy Enstitüsü’nden sürgün gelen Kemal Bayram’ın leşidir sürüklenen” dedi.

Kanları donduracak cinsten eylemler denir ya, tam da bu kabil bir saldırı organize edilir, Kemal Bayram Çukurkavaklı için… “Tatilde köylerine gitmeyip okulda kalan çocuklara idare yaz öğle sonlarında çayda yıkanma izni verirdi. Bu olağandı. Fakat olağan olmayan nisan ayında üç beş öğrencinin izin alarak çaya gitmesiydi. Enstitü müdürü A. G. Öğrencileri S. Ö., M. A., ve N. Y.’e nedense izin vermişti. Oklu yönetiminden icazetli(!) bu üç köy çocuğu yanlarına Kemal Bayram’ı da –Çukurkavaklı- alıp Sabun Çayı’nın kıyısına indi. Konuşulacaklar yol boyunca ve daha önce dersliklerde konuşulmuş, Kemal Bayram’ın sorgusu yapılmıştı. Ağaç gölgesine oturulduğunda özellikle geride kalan S. Ö. eline geçirdiği sopayı arkasından Kemal’in başına vurdu. İvriz Köy Enstitüsünden “komünist” olduğu gerekçesiyle Düziçi’ne sürgüne gönderilen bu on yedi yaşındaki çocuk, çeşitli dergilerde yayınlanan şiirlerinde BAYÇU, Bayram Çukurkavaklı ve Saraycıklı adlarını kullanıyordu. Ardından M. Ve N., sopaları çıkarıp Bayçu’nun kafasına, kollarına, bacaklarına kırarcasına, dehşetli bir öfkeyle, hınçla indirmeye başladı. Bir gün önce hafta sonlarında okulun bahçesindeki direğe çekilen Türk Bayrağı yırtılmış, üzerine orak çekiç şekilleri çizildikten sonra atılmıştı. İdarenin kumandasındaki öğrenciler bu bayrak olayından Konya, İvriz’den geleli ikinci haftası yeni dolmuş olan, sicilinde KOMÜNİST yazan Kemal’i sorumlu tutuyordu. Önceden planlandığı gibi yüzlerce öğrenci çaya getirildi taş ve sopa darbelerinden ağır yaralanıp bayılan Bayçu’yu suya attılar…” Neyseki hedeflenen gerçekleşmez Kemal Bayram soğuk suyun kendisini hızlıca ayıltmasını müteakip daha çocukluğundan itibaren her köylü çocuğu gibi derelerde iyi yüzme öğrenmesinin karşılığında hayatını kurtarır. Lakin hayat buradan itibaren çok meşakkatli geçeceği işaretini vermiştir ve de aynen öyle olur…

Sonraki tüm yaşamı, yargılamaları, okul idaresinin tutumu, siyasi otoritenin tutumu, “AYIN-PE”nin acımasız takipleri ve uygulamaları ve ekmek parası kazanmasının engellenmesi adına patronlara yapılan işsiz bırakma baskıları, vs. vs. Bu nedenle de sürekli değişik isimler adı altında şiirler yazdı, yazılar yayınladı… B. Pakgönül, Kemal Bayçu, Memduh Rıfkı, Abdullah Kozlu, Ali Fakı, Kaptan, Saraycıklı başta olmak üzere çok çeşitli takma isimler kullanmış… Dönem itibari ile tıpkı kendisi gibi AYIN-PE’nin takibinde olan Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Turgut Kazan, Müşir Kaya Canpolat, Ömer Nida, Fevzi Yetiker gibi insanlarla bir arada olur, dost olur, hasbıhal eder…

Kitabın bir diğer konularından birisi de, Köy Enstitülerinin kapatılması sürecini dikkatle ve detaylı incelemek olmuş. Oysaki Milli Şef İsmet İnönü; “Köy Enstitüleri’ni Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitüleri’nden yetişen çocuklarımızı muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim” diyerek kuruluşuna, gelişimine katkı sunmuş A’dan Z’ye herkese gayret ve kudret ihsan eylemiştir. Lakin sonradan, dünya çapında çok organize bir hareketin girdabına kapılarak, bir yanı ile komünizm umacısı, diğer yanı ile SSCB’nin toprak talebi köpürtmeleri gibi uluslararası kumpas diğer yanı ile “din elden gidiyor” ve “maazallah köylü uyanırsa” dürtüsü ile ulusal çapta kampanyaların etkisi altında kalarak Hasan Ali Yücel’i Milli Eğitim Bakanlığından alarak yerine yaratılan vasata uygun Şemsettin Sirer’i atar ve olanlar olur. Artık konu yokuş aşağı giden kamyonun freninin de iptal olması benzeri son derece hızlı ve kendileri lehine sonuç alıcı ilerler. “Marshall yardımının” en önemli şartı Köy Enstitülerinin kapatılması olunca maalesef, önce içi boşaltılır ve sonradan yeni iktidar DP tarafından sonsuza kadar kapatılır. Oysa o günlerin tozu dumanı içinde birkaç aklı başında insanın, yahu bir durun, “sizin dediğiniz SSCB bize tehdit olması bir kenara, yeni çıktığı savaştan yaklaşık 20 milyon insanını kaybetmiş, yer altı ve yer üstü kaynaklarını büyük ölçüde yitirmiş, yaralarını sarmaktan başka bir planı olmayan bir ülkedir” itirazlarını kimsecikler duymamış…

Diğer taraftan artık dünyada ve Canım Yurdumda farklı dengeler oluşmuştur ve giderek de katmerleşmektedir. DP, Canım Yurdumun insanının büyük bir şevk ve heyecan ile desteklendiği bu dönemde, maalesef tüm kurumlar içerik değiştirmeye tıpkı Köy Enstitüleri gibi… Toprak ağalarının en önemli unsurları olan DP de rota bellidir, şahsi menfaatlerin müstevlilerin siyasi emellerine tevhidi söz konudur ve önceliklidir. Sonraları siyasi hayatımızın önemli insanlarından biri olan Kinyas Kartal’ın bu konuda açıklamaları çok aydınlatıcıdır. Esasen Çarlık Rusya doğumlu hatta Troçki komutasındaki SSCB Kızıl Ordusunda görev yapmış, 1921 de Türkiye’ye göç etmiş ve sonradan da toprak ağası olmuş, bu nedenlerle 2 kez zorunlu göçe tabi tutulmuş, sonradan, TBMM’ye AP Milletvekili olarak seçilmiş ve dahi Meclis Başkanlığı bile yapmıştır. Onun verdiği bir beyanatta bile durum ortadadır.  “Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Üstelik Rus ordusunda görev yapmış biriyim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. Bölgede ağaları örgütledim... Örgütlü olarak Demokrat Parti ile pazarlığa girdik, kapattık.”

Sürece de bakınca yaşananların yegâne sorumlusu olarak sadece DP’yi görmek abesle iştigal vaziyetidir. O günlerin “yetmez ama evetçilerini” ve avenelerini de ıska geçmemek gerektir. Sonuç itibari ile mezkûr kitap okunması halinde insanın nisyan ile malul durumunun ret edilmesine ciddi bir katkıdır. Kendinize bu katkıyı yapmayı esirgemeyin lütfen… Okumaya devam… Okumak sevdadır… Okumak tazelenmektir, güncellenmektir, güncel kalabilmektir…


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Okumak tazelenmektir ,Okumak bilgi akışının devamlılığını sürdürmektedir.okumak paylaşmaktır.En önemlisi ise okuduğun dan çıkardığın dersi paylaşmaktır.Bunu iyi yapıyorsun.Emegine sağlık