Cuma, Mart 17, 2023

NİYAZİ BERKES, FAY KIRBY ve UNUTULAN YILLAR

“Kanadalı Kadın” namı ile maruf, Fay Kırby Çeşme Çiftlikköy’de yaşamış ve etrafına ciddi manada faydalı olmuş “Köy Enstitüleri” üzerine yurt dışında yayınlanmış ciddi çalışma yürütmüş birisidir. Şüphesiz ki, Köy Enstitüleri üzerine yurt içi ve yurt dışı bildiğimiz ve bilmediğimiz çok yayın bulunabilir lakin okuduklarım hatta bildiklerim içerisinde duygusal ve ideolojik bir didiklemeye tabi tutulmadan son derece bilimsel kriterlere müstenit önemli bir doktora tezi olarak hazırlanmış bilahare de genişletilerek kitaplaştırılmış önemli bir kitaptır, Fay Kırby’nin yazdığı “Türkiye’de Köy Enstitüleri” kitabı…

Fay Kırby’yi tanıdığım dönemde Çiftlikköy’e gelmiş bir “Kanadalı Kadın” olarak bilirdim, o kadarını biliyordum… Kendisini, en belirgin özelliği kurşuni saçları, kalın camlı gözlükleri ve yine yanlış hatırlamıyorsam gördüğüm araba süren ilk kadın olarak Volkswagen minibüsünü kullanışı ile dün gibi hatırlıyorum. Kanadalı Kadın, bugünden baktığımda, sanki yalnızdı ya da kendisini yalnız hissediyordu ya da fazlaca temkinli idi, şüphesiz kolay değil ülkesinden uzakta olması insanın ama görebildiğim bu ruh halini, yaşama cesareti ve paylaşımcı ruhu ve de etrafına faydalı olabilme isteği ile fazlası ile kapatıyordu. O tarihlerde çok fazla bilemediğim ama sonradan okumalar ile edindiğim bilgilere göre kendisi, tüm dünyada olduğu üzere Canım Yurduma da Marshall planı çerçevesinde gönderilen, özel eğitimli, toplumsal hareketleri ve gelişmeleri izlemek ve sosyolojik ve tarihsel araştırmalarda bulunmak gibi görevleri olanlardan birisi imiş. Gerçi, “Köy Enstitülerinin deneysel başarısını” tezinde detayları ile anlatan Fay Kirby, hem kendisini donatıp ve formatlayıp ulvi görev ile gönderen uluslararası kurum ya da kuruluşları, hem de onların canım yurdumdaki dâhili bedhahlarını büyük hayal kırıklığına uğratır ve tam da bu yüzden de siyaseten ve sosyal olarak aforoz edilmiştir gayri… Tüm yalnız görüntüsü ve kırgınlığına rağmen, hayata bağlılığı ve enerjisi müthişti diye hatırlarım. İlerleyen zaman içerisinde kendisine verilen görevin gereğini yerine getirmeyince, olanlar olur, artık harici ve dâhili bedhahlar, devreye iyi saatte olsunları sokar, duruma göre bazen CIA, bazen de KGB ajanlığı ithamları ile sürekli bir rahatsız etme, sorgulama ve araştırma fasılları açılır, tıpkı benzerlerine olduğu gibi… Pek tabii ki, itaat edip görev yapsa rahat edecek ama bu kelamın daha icat edilmediği günlerdir ve kerametinden kendisi de hiç faydalanamamıştır. Yazdığı kitabı KGB sufleleri ile yazdığı, olmadı o zamanki eşi Niyazi Berkes’in yazdığı gibi uyduruk tevatürlere inanılmaması gerektiği sonraki çalışma ve ilişkilerden de anlaşılmış görünmektedir, hatta daha da abuk olarak kitap CIA tarafından yazılmıştır gibi iddialar da duymuştum… At çamuru kalsın izi, nasıl olsa bu fani dünyada kimin söylediğine bağlı her türlü yalanı en doğru gibi yutturma kabiliyeti ve becerisine sahip muktedirler de var… Oysaki çok sevdiğim ve sık kullandığım, Anadolu’da “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalı” diye bir söz vardır ama nerdeeee…

Çok sonraları canım yurdumun yetiştirdiği ve uluslararası üne de sahip sosyolog ve bilim insanı Niyazi Berkes’in bir dönem eşi olduğunu da öğrendim. Yine sonradan Niyazi Berkes’in “Unutulan Yıllar” adlı kitabını okurken fazla uzun tutulmamakla beraber Kırby’in izine rastladım. Bir mektuptan yapılan alıntı ile Niyazi Berkes’in yaşanılanların bir küçük boyutunu; “İzmir’deki bomba olayı esnasında milliyetçilerden ve komünizmle mücadelecilerden biri savcılığa bir ihbar yapmış. Eski komünist ve memleketten kaçak N.B. bu işin arkasındadır. İrtibatı Çeşme’deki karısı kuruyor diye. (o zamanki eşi Fay Kırby ile ilerde yerleşmek maksadıyla Çeşme’de bir çiftlik kurmaya çalışıyorlardı R.S.) Savcı yemeden içmeden harekete geçiyor, sabaha karşı Fay’in yerini polisler basıyor, evrakları alıyorlar… Gönderdiğim birkaç paket vardı… Bunları almışlar… Neticede savcı Fay hakkında adem-i takip kararı veriyor, iftira olduğu anlaşılıyor, fakat benim evrakımı iade etmiyor, takibat açacakmış aleyhime… Vesile arıyorlar demek!” şeklinde anlatarak, Çiftlikköy’deki çiftlik temellerinin nasıl atıldığının kaydını düşüyor. 

Niyazi Berkes’i yıllar önce “200 yıldır neden bocalıyoruz” adlı kitabını okuduğumda tanımış idim bilahare her adının geçtiği yerde özellikle okudum ve dikkat ettim, kıymet verdim kendimce, haddime ise… “İttihat ve Terakki” etkisinin çok kesif yaşandığı bir evde doğmanın neticesi, öncelikle kendisine Resneli olana istinaden Niyazi ve kardeşine ise Enver adının verilmesinin idraki ile de “hürriyet ve inkılap” arayışlarının kesafeti içinde özellikle de “Osmanlı-modern Türkiye” üzerine dönüşüm, devamlılık ve kopuşları layığı ile tespit ve tahlil edebilmek için hukuk eğitimini bırakıp sosyoloji ve felsefe bölümüne devam etmiştir. Son dönemde okuduğum “Unutulan Yıllar” adlı kitabının tanıtımında “yaşadığı olayları çocukluk yıllarından başlayarak dile getiriyor. Bunu yaparken, dönemin toplumsal ve siyasal panoramasını da çizen Berkes, bir toplumbilimci olarak yorumlarda bulunup; çizdiği tablonun içine o yılların siyasetçilerini, bürokratlarını, gazeteci, şair ve yazarlarını da yerleştiriyor... İkinci Dünya Savaşı'nın atmosferi içinde bastırılmak istenen demokrasi ve insan hakları mücadelesini, Milli Şef döneminin totaliter yöntemlerini, faşist eğilimlerin, ırkçı-turancı akımların kol gezdiği çevreleri, tek parti rejiminin kuklalaşmış bürokrat ve siyasetçilerinin yanısıra az da olsa ayakta kalabilen namuslu ve demokrat bilim adamlarının ve yazarların öyküsünü bulacaksınız.” denilmektedir. Sıralanan başlıkların tamamı kendi üslubunca mütekâmilen aktarılmış, Berkes’in gözünden, akıl süzgecinden ve dünya realitesi ile kıyaslayarak anlattığı bu çok değerli anılarını okumanın, dönemi ve gelişmeleri anlamak adına insana katkısı çok olur kanaatindeyim.

Hıristiyanlığın üniversal bir din olduğu kanısı, Batı Uluslarının Hıristiyan olmayan uluslar üzerine egemenliğini kurma aracı olan bir inançtır. Batı historiografisinde Hıristiyan bencilliğinin yanında Avrupa’nın beyaz ırk bencilliği de kaybolmamıştır. Dünya tarihinin merkezi hala Avrupa ırkları ve Hıristiyanlık dinidir. Batı historiografisi bu ikisine aykırı herhangi bir tarih açısını (mesela, bu arada Marksçı tarih açısını) asla benimsememiştir. Bütün diğer harslar veya uygarlıklar tarihte hep bu merkezin etrafında ona ya bir şey katan bir hizmetçi veya ona karşı gelen bir düşman olarak görülür.

Batılılar Atatürk dönemini batıcılık düşmanlığı, Menderes dönemini ise batıcılık sevgisi dönemi olarak anlarlar. Onun için gericilik düşünüşünün mutlaka batıcılık karşıtı ve Batılaşma düşmanı olduğunu sanmak nasıl yanlışsa, Atatürkçülüğü de sırf batıcılık ve Batılaşma sanmak yanlıştır.” tespitini yaparak kavram ve anlama karışıklığına ya da billurlaşmasına dikkati çeker Niyazi Berkes… Peki, ne zaman yazar bu görüşlerini Niyazi Berkes, 1965’te yayınlanan “Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler” kitabında, bugüne ne kadar var hala, nerdeyse 60 yıl değil mi? Değişen bir şey var mı? Yok, batılılar kendilerini hala yeryüzünün şahı zannediyor ve öyle davranıyor diğerleri ise hala kendilerini onların yardımcısı, yardakçısı ve yalakası olarak görmekteler. Evet, Neyzen Tevfik’in bir “ikiliği” ile bitirelim;

Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,

Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!

 

.

 

 

Hiç yorum yok: