Cumartesi, Mart 25, 2023

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

Hayal dünyasının gerçekçi anlatımına saat ve onun manası zaman kavramı üzerinden başrollerini Hayri İrdal ve Halit Ayarcı adlı kahramanların üstlendiği, bir tarafı ile metafizik eğilimleri diğer tarafı ile Canım Yurdumun değişim ve dönüşümünün aritmetik ortalamalarına dayalı bir roman “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”…Ziyadesiyle beğenenleri olduğu kadar zor okunan ve zaman kaybı olarak değerlendirenlerin de olduğunu biliyorum. Ben ise ziyadesiyle beğenenler safında yer alıyorum. Mecaz-ı mürsel ahfadından mekânın “saat”, saatin ilerleyişinin “zaman”, saatin ve zamanın ayarının da “insan” ve de insanın da metafizik ve diyalektik boyutu olduğunun tebarüzü mezkûr roman ironik anlatımın önemli bir örneğidir. Halit Ayarcı ismi üzerinden modernleşmeye koşut gelişen üfürükoloji ve üçkağıtizm ve de parlak aynı zamanda sitayişkâr toplumsal karşılıklarının zirve yaptığı bu roman günümüze de bir boyut açıyor sanki hayalin büyüklüğü ve pazarlanması teknikleri açısından… Romanın edebi, kültürel, tarihsel, sanatsal eleştirisini konunun uzmanlarına bırakarak bendeki etkisi ve mirası üstüne geçmek istiyorum.

Deyim yerinde ise, hayatı boyunca “bir kazmaya sap olamamış” ve hayat rüzgârının oradan oraya sürüklediği nispeten silik ve geride duran kahramanın, hayatın bir başka tarafını temsilen de girişken ve hayalleri büyük ve sınırsız temsilcisinin birbirlerinin mütemmim cüzü misali gerçekleştirdikleri “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ve debdebeli hayat ve gölgeleri, günümüz dünyasındaki silik çoğunluk ve uyanık azınlık organize işleri, hem de karşılarında ciddi ve ahlaklı eleştiriye rağmen aldıkları alkış… “Parmağım kör gözüne” misali yaşananlar karşısında insanların yalana mütemayil halleri ile gerçekler karşısında dilsiz şeytan halleri takınmasının dayanılmaz ve yakıcı vaziyeti dün de bugün de var ve maalesef gelecekte de âdemoğlunun başının belası olmaya devam edecek gibi görünüyor. Kurgulanan planın şöyle ya da böyle bir öznesi ve aşaması için pazarlama misali babından mezkûr baltaya sap olamamış muhteremin takdimini bir diğer başrol oyuncusu Doktor Ramiz şöyle yapıyor; “İlm-i menafiü’l-aza, ilm-i sima, ilm-i simya, ilm-i havas, ilm-i cifr, ilm-i sihr, ilm-i huruf… Elinden her şey gelir… Eski tababet bile. Geçen günü bir teşhis koydu, ben bile şaşırdım!” El cevap ise; “Doğru idi, beş senedir, Seyit Lütfullah repertuarını tekrarlayarak, insanları aldatmakla geçiniyordum.”

Toplumsal gelişmeyi ve modern hayatı hedefleyen yönetimlerin ve ona direnen unsurların karşıtlığı üstünden, inanılmasa dahi ali menfaatler uğruna “ver mehteri” tarzında geniş çaplı ve destekli inandırma kampanyaları neticesinde gelişim ve modernleşmeye katkıları asla ve kat’a tartışılamayacak kadar manasız kurumların bile ne kadar mühim ve elzem olduğuna kani olmanın sergüzeştidir, aynı zamanda tüm bu anlatılanlar… Kendisine buyurulan lüzumsuz ve manasız görevleri tereddütsüz yerine getirmek, yerine getiriyor iken sorguluyor gibi yapmak, yaşanılan duygu ve mantık bulanıklığı sürecine rağmen sadece kendi durum ve vaziyetini önemli görmek ve “dilsiz kör şeytan’a” yatmak davranışının tezahürü de aynen bugünküne benzer surette Tanzimat’tan Cumhuriyete intikalinin de portrelerinin resmi geçididir adeta… Umarsızlığın, çaresizliğin, yalnızlığın, itilmişliğin, savrulmuşluğun, kakılmışlığın hatta tedaviye muhtaçlığın mezkûr ahval ve şerâiti içinde birden önüne çıkan fırsatı belki de çaresizlikten lakin ıskalamadan fırsat içinde önerilen role münhasıran, devamlı suflelerle ilerleyen Hayri İrdal ile “bir hiç’ten bir başka hiç’in” nasıl yaratılabileceğinin muhteşem örneğini veren Halit Ayarcı’nın sembolize ettiği toplumun mazisinden istikbaline uzanan manzara-i umumiyesidir yaşananlar… Bir tarafı ile Cumhuriyetin hedeflediği yeni profilin fikriyatı, ahlakı, sosyal görüşleri, sanat ve kültür anlayışı, politik görüşleri ve tercihi, ticari teşebbüs ve çabaları sonuçları itibari ile tüm bu dünyevi faaliyetlerindeki isabeti ya da isabetsizliğinin başka bir deyişle başarısı ya da başarısızlığının uhrevi dünyasına yansımalarının kişisellikten toplumsallığa tahvilinin de bir tahlilidir anlatılanlar. Tüm bu ahval ve şeraitten mütevellit okunmadı ise eğer bu kitap mutlaka okunmalıdır.

“Bu gece fena olmayacak gibiye benziyor. Vaatkar, demek istiyorum. Bakın Hayri Bey, ben karar verdim, beraber çalışacağız bundan sonra. Onun için anlaşmamız lazım. Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilakis yolundan alıkor bu seni… Kötümser olursun, apışır kalırsın, ezilirsin. Hakikati olduğu gibi görmek… Yani bozguncu olmak… Evet, bozgunculuk denen şey budur, bundan doğar. Siz kelimelerle zehirlenen adamsınız, onun için siz eskisiniz, dedim. Yeni adamın realizmi başkadır. Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual…”

İşte realizme yönelik tarif ve kapsam ve dolayısıyla bakış… Realisti eski olmakla itham edersin, olur biter… Hatta bu ithamı artan şekilde sık ve mümkün olduğunca abartarak tekrarlarsan, sonuç büyük yığınların inanacağı hale gelir… Diğer taraftan bugünde olabildiğince yaygın tartışılan intihal ve algı oluşturma ve yönetme romanın bir diğer eksenidir. “Ayar saniyenin peşinde koşmaktır” sloganı metaforundan hareketle yaratılan ve yaşatılan “sloganizm” sayesinde bir şey bildiği varsayılan zevatın, “Hayri Bey siz bir harikasınız. Öyle bir şey buldunuz ki… Tam çalar saat gibi konuşup susacak insanlar, değil mi? Plak insan… Harika!” alkış ve tezahüratları ile taçlandırılmış hale dönüştürülmesidir, elhamdülillah… Gerçeklerin sanal, sanalların gerçek kabul edildiği dünya… Yalan ne kadar sık tekrarlanırsa ve büyük olursa o kadar çok inanan olur umdesinin tezahürü…

Esasen de; “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” memleketin tüm saatlerinin aynı ayarda teminini mucip, “toplum mühendisliğinin” emekleme çağının bir tezahürü olup bugün aynı uğraşta gelinen nokta bir ordinaryüslük seviyesidir, maşallah… Fonksiyon açısından gereksizliğin zirvesi kabul edilebilecek “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün bizatihi kendisi dururken ilaveten yanına “saatleme Bankası”, “Saat Sevenler Cemiyeti” vs. gibi metaforlar ile sanki taa bugünlere fokuslanıp gereksizin diğer gereksizlerle gereksiz bir şekilde desteklenmesi gereksizliği, muktedirlerin bekasının terekesidir.

Hayal satmak bir başka uzmanlık alanıdır, şüphesiz… Peki, adam satıyor da sen niye satın alıyorsun derler adama, evet, adama… Devekuşu Kabare Tiyatrosunun bir klasiği sayılacak “Geceler” oyunundan bir replik ile bitirelim; “insanların rüya görmesini engellersen maazallah gerçekleri görmeye başlarlar”.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Emeğine saglık.