21
Haziran 2023 günü Gazeteci ve Yazar Yaşar
Aksoy Sosyal Medya hesabından, çok enteresan bir haber ve yorum paylaştı,
haberin ve haliyle yorumun konusu Misak
Manuşyan adlı, Adıyaman doğumlu, Naziler tarafından katledilen Devrimci
Ermeni direnişçinin Paris’teki ünlülerin anıt mezarlarının bulunduğu Pantheon’a,
katledilişinin sene-i devriyesi olan 21. Şubat 2024’te defnedilecek olması idi.
Haberin detaylarına bakınca da diğer ülkelerde benzerleri olduğu üzere, Fransa’da
da, ülke tarihinde önemli rol oynamış kişiler Cumhurbaşkanlğı kararnamesiyle Pantheon’a
defnedilebiliyor. Manuşyan, anıt mezara defnedilecek ilk yabancı ve Komünist
direnişçi olarak tarihe geçecek, defin töreni ise 21 Şubat 2024 tarihinde
yapılacak olup aynı direniş örgütü içinde birlikte görev yaptıkları eşi Melinee
de aynı yere defnedilecek. Haber benim için neden enteresan çünkü mezkûr
kararın alınmasından bir süre önce eşi Melinee Manuşyan tarafından yazılmış ve “Bir Özgürlük Tutsağı Manuşyan” adı ile
yayınlanmış kitabı ve Manuşyan’ın Adıyaman Besni’den başlayan, Suriye’de bir
yetimhanede devam edip Fransa’ya bağlanan meşakkatli hayat yolculuğunun Nazi
işgaline karşı destansı direnişin bir parçası olarak kurşuna dizildiği güne
kadar ki özverili, bıkmadan ve yılmadan verilen hayat mücadelesinin konu
edildiğini, okumuş idim. Kitabın eşi tarafından kaleme alınması hasebiyle
duygusal boyutlarının da bir hayli öne çıktığı görülen kitap esasen de geçen
yüzyılın ilk yarısının Ortadoğu ve Avrupa açısından yaşanan haksızlık,
adaletsizlik ve sömürü çarklarının kısa bir özetidir adeta… Melinee kitabın
sunuşunda “zira her hayat ayrı
bir kavgadır. Bizimki, Manuş’la benim hayatımız, belli bir kavganın parçasıydı.
Bu kavganın çehresi değişmiş olabilir, daha çok ve sık sık da değişecektir.
Fakat kavga daima sürecektir. Hayatı hayat yapan da budur işte.” diyerek,
yüksek ve haysiyetli ideallerle bağlı olunan hayatın mücadele ve fedakârlık
boyutunun altını ziyadesiyle çizmiş bana göre…
Melinee Manuşyan’ın hayat arkadaşı, siyasi ve can yoldaşı Misak Manuşyan, 1906 Adıyaman Besni doğumlu olup bir köylü çocuğudur. Henüz çocuk yaşlarda iken babasını 1. Dünya savaş sırasındaki çatışmalarda, anasını da bitmek tükenmek bilmeyen savaşlara bağlı kıtlık yıllarında açlıktan kaybeder, artık hem öksüz hem yetimdir, imdada kadim Anadolu Halklarının ahfadı bir Kürt aile yetişir. Sağ ve esen olan Ermeni çocuklarını tespit edip Suriye’deki yetimhanelere götürmek için çalışan Ermeni Kilisesi ve Ermeni kuruluş görevlileri çıkıp gelene kadar mezkûr ailenin öz çocuğu gibidir. Sonra Büyük kardeşi ile birlikte Suriye’deki yetimhaneden de Fransa’ya götürülür 1925 yılında. Faşist Alman kurşunları ile idam edildiği 1944 Şubatına kadar da Fransa’da yaşamıştır.
Misak Manuşyan’ın, işçilik hayatı Citroen fabrikasında başlar, lakin kapitalizmin bitmek tükenmek bilmeyen krizlerinin en büyüğü ya da en etkilisi 1929’da yaşanır, her devirde olduğu üzere evvelemirde sorumlu yine göçmenlerdir, dolayısıyla ilk işten atılması gerekenler listesindedir adı. Emekçilik hayatı kendisine diğer emekçi kitleleri yakından tanıma imkânı vermiş, çalışanların psikolojisini, kültürünü, sorunlarını, dertlerini, tasalarını, kederlerini, umutlarını bu süreçte öğrenir. Manuşyan, Şair ruhludur tespit ettiklerinin ve öğrendiklerinin şiirlerini yazar duygulu ve coşkulu, politikacıdır yazar ve konuşur bilgili, aydınlatıcı ve kararlı... Manuşyan, edebiyat ve politik tercih ve kararlılıkları neticesinde Fransa’daki göçmen Ermenilerin kurduğu örgütün üst düzey yöneticilerinden biri olur. Bilahare de Fransız Komünist Partisi saflarında yerini alır, bir yandan politik mücadelesini diğer yandan zor şartlarda hayatını sürdürür, kendisini çok iyi yetiştirmiş bir devrimci olarak da Almanya İşgaline ve Faşizme karşı mücadelede 22 yoldaşı ile esir düşer, kısa sürede kurşuna dizilir. Bir şiirinde dediği gibidir hayatı adeta, “Rüzgârlar dizginsiz varsın kamçılasın beni / Zincire vurulmuş bir kaplan öfkesi / Döllüyor ruhumu zapt edilmez gücüyle / Patlayacak büyük fırtına için...”
Melinee, eşinin donanımı ve çok yönlülüğü sebebiyle kitleler karşısındaki vaziyetini mezkûr kitapta; “Gençlerin ilgi odağıydı. Bir sürü şeyden bahsediyordu, bu da beni çok etkiledi. Siyaset, toplum, örgüt, spor, sanat, edebiyat; insanı insan yapan hiçbir şey ona yabancı değil gibiydi.” şeklinde gurur duyarak açıklamaktadır. “Yoksulluğun ve hakaretin kırbacı altında, çıplak büyüdüm” diye kendini tarifleyerek hayatın kendisini nasıl ve ne kadar imbiklediğine işaret eden Manuşyan, kitaba yansıyan bir mektubunda ise; “Her şeyden önce, benim için hayati olan bir şey varsa, o da zihinsel faaliyettir” diyerek, toplumun karşılaşmış olduğu katı ve acımasız gerçeklik karşısında, hayatın değişmesinin kaçınılmaz olduğu tespitidir. Hayatı mutlaka değiştirmek gerekmektedir, bu sebeple de isyankâr olmanın yetmediği, dünyayı kavramak, anlamak, incelemek, analiz etmek gerektiği ve nihayetinde de olması gereken radikal değişikliğin metodunu ve sistemini deyim yerinde ise yolunu ya da usulünü bulmak gerekmektedir. Nihayetinde de şiar, “Hayatta, en iyisini bulmak için bütün pınarlardan içmeli insan.” şeklinde formülüze edilmektedir.
Melinee,
bir yerde de; “bir
keresinde hatırlıyorum. Bach ve Beethoven dinlemeye gitmiştik. Dinleyiciler,
Almanlara duydukları düşmanlığı göstermek istercesine, ıslıklamaya başladılar,
Bu durum, Manoş’u çok sarstı. İnsancıl ve evrensel olan sanat ile insanlık dışı
ve milliyetçi Nazizm arasında ayrım yapılmayışına anlam veremiyordu” diyerek
bir anı aktarıyor. Hay Allah, bugün de Klasik Rus Edebiyatı temsilcisi yazarların,
Tolstoy, Dostoyevski başta olmak üzere “Medeni
Avrupa’da” başına gelenleri görünce, bu benzerliği ıskalamayalım diyorum.
Demek o günde aynı, bugün de aynı, Hay Allah… Yahu be adam, Bach yaşamış 17. Yüzyılda,
Beethoven yaşamış 18. Yüzyılda, emperyalizmin kuklası Hitler Faşizmi 19. Yüzyılda…
Yine yahu be adam, Tolstoy ve Dostoyevski yaşamış, 19. Yüzyılda, Rusya Ukrayna
savaşı yürümekte 21. Yüzyılda… Ya medet, ya izan, ya medet ya ahlak, ya medet ya
insanlık, ya medet ya bilim…
Yazımın
sonunu, yazarın önsözünde takdim ettiği satırlar ile bitirmek istiyorum. “Son olarak, kocamın hatırasına sadık kalmak
bakımından (onun sadakati çok büyüktü), bir Ermeni devrim şarkısının şu birkaç
satırını burada aktarmama izin verin:
Ölüm her yerde aynı
İnsan bir kere ölür
Fakat ne mutlu can verene
Halkların kurtuluşu için
Manuşyan’ın hayatı: Bitmemiş
bir senfoni, bazen birkaç yanlış notayla, bazen tüm orkestrayla birlikte; kâh
Mozart’ın yumuşaklığı, saflığı, kâh Beethoven’in gücü, uğultusu… Trajik olan
dışında, bu senfoninin nasıl bitebileceğini kimse söyleyemez.”
3 yorum:
Eline Sağlık Üstad. Kurtuluş nerede olursan ol zulme karşı durmaktır. Herzaman olduğu gibi lezzetli anlatımın için ayrıca tebrikler.
Veysel
Bach ve Beethoven in yuhlanması, 12 Eylül rejiminde evde arama yapan jandarmanın kitaplikta bulduğu Meydan Larousse u komutanina "evraka, evraka" tonlamasiyla göstermesini anımsattı.
Teşekkürler.
Yorum Gönder