Cumartesi, Ağustos 26, 2023

WHY SOCIALISM WORKS

Geçenlerde bana bir kitap hediye edildi, Harrison Lievesley tarafından kaleme alınmış demeyi çok isterdim lakin yazılmış bir şey yok… Muhtemelen dalga geçmek adına, kapitalizmin bu manadaki desteği ve de sosyalizmin de hoşgörüsü ile  “hap yap para kap” uyanıklığı çerçevesinde dizayn edilmiş bir kitap. Güzel dizayn edilmiş bir kapak, kırmızının hâkim olduğu bir zemine sarı renkli bir orak-çekiç, sayfanın üst kısmında “Why Socialism Works” ve alt tarafında bu abuk subuk dizaynın müellifi Harrison Lievesley… Sonra sayfayı açıyorsunuz, sayfa ortasında kocaman bir “it doesn’t” ibaresi ve maalesef takip eden 169 sayfanın her birisinde sayfa ortasında aynı terane… Dalga geçmek için uygun ortam ve uygun zaman… Sanki yaşanılanların cesareti ile vurun abalıya… Sanki kapitalizm harika işlemekte imiş… Öyle mi, nerde, olsa olsa bu tür uyanıklıklar ve uyanıklar için harika bir ortamdır, kapitalizm… Kitabın hediye edilişinin de hediye edilen kişi ve düşünceleri ile dalga geçmek olduğu çok aşikâr lakin benim bunlardan alınacağımı zannedenler yanıldılar, yanılıyorlar ve yanılacaklar… Uygulama ve sonuç alma yanlışlıklarını göz ardı eden muhteremlere sadece, doğru tıbbi yöntemlerin yanlış uygulanması halinde nasıl ölümcül sonuçlar zuhurdan bahisle iktifa etmek gerekir diye düşünmekteyim. Çok merak edenler için dünyayı kasıp kavuran “Covid-19” pandemisinde ve sonrasında yaşananlar yeterince öğretici olabilir… Bu kabil düşünce üreten muhteremler bilemez şüphesiz, şimdilerde sosyalizm adına örnek verilecek ise akla gelen Sovyetler Birliği’nin nasıl bir süreçte sosyalizmi öğüttüğünü, taaa 1970’li yıllarda hararetle iddia ettiğimizi… “Böyle gidişin varışının nere olacağını” söyleye söyleye dilimizde tüy bitmiş ama bu toz duman içinde kimin bunu görmesini bekliyoruz ki…

Şimdi birileri çıkar der ki; öyleyse hangi sebeple ancak 70 yıl dayanabildi? Neden çok farklı ülkelerde sahne alamadı? Bu soruların cevapları çok basit ve net lakin cevaplar insanları ikna eder mi? Zinhar… Çünkü insanlar yoğun propagandanın etkisi ve hayatın bizatihi kendisinin bir piyango olduğu sistem olan kapitalizmi “aradan sıyrılıp kendimi kurtarabilirim” beklentisi ile tercih etmektedirler. Kapitalist sistem adına Umut’un iyi pazarlanması bu sonuçta çok etkilidir. Kapitalizmin başkenti kabulü ile Amerika’ya bakan insanlar, parlak hayatların sürdürüldüğü dizilerde gösterilen debdebeli hayatları herkesin yaşadığını zannederek tercih oluşturuyorlar… Tıpkı bugün tarihi ve hayatı benzer dizilerden öğrendikleri gibi… Oysa bir bilseler, Amerika’nın “kurdun kuzuya boğdurulduğu yer” olduğunu, nüfusun %15’ini oluşturan “siyahların” birkaç örnek dışında yok sayıldıklarını, yine nüfusun %12’sini oluşturan Asyalılar ve Güney ve Orta Amerikalıların oluşturduğunu ve yok hükmünde olduklarını… Bu yazdıklarıma inanmayanlara, uzun yıllardır, siyahların sokak ortasında öldürülmelerine rağmen mahkeme fasıllarının nasıl sonuçlandığına bakmalarını tavsiye ederim, dünyada en çok sokakta insanın yaşadığı bir ülke olduğuna insanları inandırmak zordur… Dünyada kişi başına en fazla antidepresan satılan ülke olduğunu kimse görmek istemez… Dünyada en fazla silah ile tasarlayarak ya da sapıtarak en fazla insanın katledildiği ülkedir aynı zamanda ABD… Sokaklarda yaşayan insan sayısının neden çok fazla olduğu ülkenin ABD olduğunu kimse görmek istemez… Olumsuzlukları say say bitiremezsin… Lakin insanlar sadece Steve Jobs’a, Bill Gates’e, Elon Musk’a bakarak hayal kurmayı çok sevmektedirler ve sürekli yegâne örnek onlardır… Borsa’da para batıran çoğunluk yerine para kazanan 3-5 kişiyi örnek almak kolaydır… Bazı ülkelerde de “Allah isteseydi herkesi zengin yapardı, demek ki istemiyor” güçlü propagandası da bunda çok etkilidir… Gerçeklerden ziyade propaganda etkilidir maalesef, üstüne de cehaleti ilave edin, üstüne de dinlerin müesses nizamdan yana olma tavırlarını da koyun, daha bir sürü etken var şüphesiz lakin en önde gelenleri bunlardır. Mesela; ABD dünyanın dört bucağında “Nükleer bomba” konusunu öne çıkararak kendisine biat etmeyen ülkeleri “nükleer bomba kullanacak” iddiasıyla, yerle yeksan eder, aylarca yıllarca havadan hedef gözetmeksizin bombalar, herkes bunu ABD’li “Conilerin” dünyaya demokrasi getirdiğini zanneder, tıpkı daha önceleri dediğim üzere nükleer bomba kullanımında olduğu gibi… Yalan dolan… Sonuç olarak dünyada ilk ve tek nükleer bomba kullanan ülke neresi, ABD… Başka bir şey ilaveten demeye gerek var mı?

Yaşanan gerçekler ile kurgulanan gerçekler arasında ne yazık ki tercih hep kurgulanan gerçekten yana olmuştur, Âdemoğlu… Kurgusal gerçeğin kurbanı dünya nüfusunun büyük bölümü olup bunlar için arayış yoktur, kabulleniş vardır… Güçlü ne buyurmuş ise o doğrudur, fabrikada müdür, askerde komutan, evde ebeveyn, vs. vs… Son dönemin flaş sözü ile kolay ve zahmetsiz olan nedir; “biat et rahat et”… Nokta…  

Mesela; “vergi kutsaldır” spotu ile toplanan vergilerin ve çaktırmadan yaratılan dolaylı (gömülü) vergilerin âdemoğluna “yol, su, elektrik olarak dönecek” spotu ile köpürtülüp süslendiğini de hep biliriz ve dünyanın her tarafında da aynı tempoda söylenir durur… Peki, dönen hangi su bedava, hangi elektrik bedava, hangi yol bedava… İşte Harrison gibi nereden pohpohlandığı meçhul zevatın önemsemediği konulardır bunlar, o şahsi gelirine bakıyor… Dünya da neden %1’lik bir kesim zevk-ü sefada, %5’lik kesim iyi yaşar iken, yaklaşık %30’luk kesim iyi-kötü geçinir iken, yaklaşık %65’lik kesim neden açlık sınırın altında hayatlarını sürdürürler… Bu kabil zevatın umurunda değildir bu veriler… Onun için “uyanıklık ederek, fırsatı büyük kâra çevirmek” günün kârıdır.

Harrison gibiler işgal ettiği yer açısından şişirilmesine rağmen yine de fazla önemli değildir kanaatimce, mesela bu zat, lütfedip dünyaca ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın “neden sosyalizm” adlı makalesini okusa idi, fikri değişir mi idi acaba? Zannetmiyorum… Ne diyor Einstein, Benim görüşüme göre kötülüğün gerçek kaynağı kapitalist toplumun bugünkü ekonomik anarşisidir. Önümüzde, üyeleri kaba kuvvetle olmasa da yasal olarak tesis edilmiş kanunlara tam uyum üzerinden birbirlerini kendi kolektif emeklerinin meyvelerinden mahrum bırakmak için durmaksızın çabalayan koca bir üreticiler topluluğu görüyoruz. Bu açıdan üretim araçlarının, yani tüketim mallarının ve sermaye mallarının üretilmesi için gerekli olan bütün üretim kapasitesinin yasal olarak bireylerin özel mülkiyetinde olabildiği ve çoğunlukla da olduğu gerçeğini görmek gerekiyor. Basitleştirmek açısından, takip eden açıklamalarımda, sözcüğün alışılmış anlamına pek uymasa da üretim araçlarına sahip olmayan kişilere “emekçi” diyeceğim. Üretim araçlarının sahipleri, emekçilerin işgücünü satın alabilecek bir konumdadır. Üretim araçlarını kullanan emekçi, kapitalistin malı olacak yeni mallar üretir. Bu süreçte önemli olan nokta, gerçek değeriyle ölçüldüğünde emekçinin ürettiği ile karşılığında aldığı para arasındaki ilişkidir. İş sözleşmesi “özgür” olduğu sürece, emekçinin aldığı parayı, ürettiği malın gerçek değeri değil, en düşük düzeydeki ihtiyaçları ve kapitalistin iş için yarışan emekçilerin sayısıyla bağlantılı olan işgücü ihtiyacı belirler. Emekçinin ücretinin teoride bile ürettiği malın değeriyle belirlenmiyor olması çok önemli bir noktadır.” Artık isteyen Harrison’a, isteyen Einstein’a hak verir… Ben mi kime hak veriyorum, bariz değil mi?

Ünlü Devrimci Önder, Che Guevara’nın bir sözü ile bitireyim. “Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana kahraman diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise; bana komünist diyorlar.” Bu kadar basit bir feylosofiya tercihi işte…


Hiç yorum yok: