Arkadaşlıklar,
her daim saklanır âdemoğlunun kalbinin, beyninin hatıralar bölümünde, geçen
zamana direnir, gözyaşları ve olanca tazeliği ile de hatırlanır ve aktarılır… Mezkûr
hatıralar sizden hep fırsat bekler ki onları güne taşıyasınız, yâd edesiniz
diye… Taşıyınca da arkadaşlık ortamında yüzler güler taaa gözlerin en derin
noktalarına kadar… Uzun yıllara dayalı arkadaşlıkların belli dönemlerde bir
araya gelerek hatırlanması, dolayısıyla güncellenmesi, arkadaşların yaşları
ilerlemesine rağmen hatıraların tazeliğini korumasının yegâne yoludur bana göre…
Tazelenme ve güncellenme yolu bazen tesadüflere dayalı kısacık anlar olur,
bazen de planlı görece uzun buluşmalara ve tanışmaların ilk günlerine kadar
uzanır. Benim Üniversite döneminden sınıf arkadaşlarım uzunca bir süredir, bu
kabil planlı buluşmaları senelik ve düzenli olamasa dahi becerebilmiş
durumdalar, kendisini şaka yollu “Oymak
Başı” diye andığım Hamdi Satır bu işin neredeyse tüm yükünü taşıyarak yürütmüş
durumdadır. Ben nihayet ilk defa bu seneki buluşmaya katılabildim, muhteşem
geçti bana göre… Bu manada buradan “Oymak Başı’na” teşekkürlerimi bir kez daha
iletiyorum. Şüphesiz; yerin, tam tamına 48 sene önce tanıştığımız Adana olması da
bu muhteşem durumun en önemli amili idi bence… İlk tanışılan yer “Eski Baraj”
diye bilinen regülatör baraj manzaralı iken şimdiki buluşma “Yeni Baraj” diye bilinen
Seyhan Baraj Gölü manzaralı olması dışında her şey aynı, tekmili birden baraj
manzaralı… 48 sene öncenin İnşaat Mühendisi adayı iken birçoğu artık emekli
kimileri torun sahibi her biri 44 senelik sürecin sonunda kaldırım mühendisi…
Gerçi halen çalışanlar da var, çalışmaya doyamamışlar, evet, Cem Karaca’nın 70’li
yılların ortasında Pazar günleri TV’de yayınlanan öğleden sonraki kuşakta
dediği gibi “gençler ve daima genç
kalanlar”… Evet, o gençler ve hala genç kalanlar, genellikle de yaşlarına
münasip olarak değişiklikler göstermekle birlikte ortak değer olarak demokrasi,
hümanizm, tabiat tutku ve sevgisi, insan hakları, düşünce ve ifade hürriyeti, emeğin
kutsiyeti, velhasıl insan olmanın gereği her sıfatı içselleştirmiş birey olarak
evrensel kültüre açık devam etmektedirler, bunu tekrar ve yakinen müşahede
ettim. Buna rağmen siyasi yelpazenin her tarafında dengesiz dağılmış olmakla
birlikte çoğunlukla da çıkış noktasındaki pozisyonlar en azından fikri düzeyde korunarak
bugünlere gelinmiş… Seneler önce yola çıkan bu nadide ekip, bidayette din, ırk,
etnik köken, cinsiyet ayrımını şiddetle men ederken bugün bu sıfatlar arasında
bazı seçilimler ve tercih öncelikleri oluşturmuş, bazıları azalırken bazıları
çoğaltılmış gibi durmaktadır… Galiba tılsımlı kelimeler de “hangimiz değişmedik
ki” noktasındadır.
Peki,
arkadaş görmek, onlarla kana kana muhabbet etmek, tartışmasız çok güzel vallahi
en azından ruh dinginliği ve zenginliği babında… Bu buluşmaların en dinamik
günlerinizin geçtiği, adeta her taşında, her ağacında hatıra kabilinden bir şeylerin,
hattı zatında çok şeylerin yaşandığı mekânlar ise, duygusallıklar daha da vites
arttırıyor… Bizim de, buluşmamız aynen böyle oldu, meslek sahibi olmaya
hazırlandığımız mezkûr günlerde, aynı zamanda kişilik sahibi olma ve dahi dünya
görüşü edinme mülkiyetine, hatıraların canlanması marifetiyle dönüp dönüp, ahlamak,
vahlamak, sevinmek, gülmek babında… Adana’da 2 gün dolu dolu, eskiyi yâd
ederken, güzelim yeni kebaplar, lezzetine doyulmaz yeni ciğerler yenilerek,
Büyük Saat, Küçük Saat, Çakmak Caddesi, Kazancılar, Taş Köprü, Vilayet başta
olmak üzere önemli yerler gezilerek, geçirildi… Gerçi ben Adana’yı hiçbir zaman
unutmadım, her fırsatı değerlendirdim, oradaki arkadaşları ve mekânları görmek
için… Zaten öğrencilik sonrası 90’lı senelerde iş hayatımın bir bölümü de
oralarda geçti. Benim için Adana her daim özel ve güzel olmuştur. Şikâyet ve
sızlanmalarım Adanalılar kadar olmamıştır hiç bir zaman… Evet, Adana
öğrenciliğimizde de “Dünyanın en büyük köyü” idi, maalesef şimdilerde de… Siz
bakmayın Adana’yı yönetenlerin iddialarının büyüklüğüne, değişen bir şey yok…
Bana sorulursa da zaten Adana böyle daha güzel… Her şeyi değiştireceğim iddiası
ciddi manada şehrin karakterinin de bağlantılı değişime uğrayacağını hesap
edemeyen bir yönetici grubuna denk geldi insanlık, galiba bu da bazılarına göre
şans bazılarına göre de şanssızlık… Ya biri bana izah etsin Allahaşkına, ne
muradınız vardı da, güzelim “Adana kız Lisesini” Adana Valiliğine tahsis
ettiniz, güzelim “Adana Valilik Binasını” da Seyhan Kaymakamlığına… Akıl almaz
ve dahi tüm kural ve kurumlarıyla gereksizlik… Allahtan da bazı güzel
restorasyonlar da var, geç de olsa, durumu bazıları için fazla itici kılmıyor
lakin benim için maalesef hala yapılanlar münasip değil ve muvafık değilim…
Nasıl
hatıralar canlandı derseniz de, gözünü sevdiğimin tılsımlı şalgamı ve erketesi
rakı, anlatmakla bitmez. Bir dönem annesi ile kapı komşuluğu yaptığımız
Muzaffer Ongun ile annesinin “gariptir şu çocuklara şu yemeği götür” demesi özellikle
de dolma yemekleri verme ile başlayan DDY yemekhanesinde yine kendisinin
himmeti ve hikmetine binaen yenilen mükellef öğle yemekleri, hafta sonları
Adana Şehir Stadında oynanan futbol müsabakalarını bilet gişesinde çalışması
yüzü suyu hürmetine de beleş seyretmeler… Müthiş hatırlamalar…
Evet,
48 sene önce tanıştıklarımızla bir araya geldik, bir şeyleri yâd ettik,
birlikte sabah erken saatlerde Kazancılar’da ciğer yedik, rakı içmedik lakin
rakı içenleri imrenerek seyrettik, esasen ciğerin içecek şeriki de şalgam suyu
oluyor tartışmasız, onu da ben çok sevmeme rağmen tansiyon problemi sebebiyle
içmiyorum, muhteşem bir ortam… Ciğer kebabı işleri adeta bir endüstri haline
dönüşmüş, “iğne atsan yere düşmez” darb-ı meselinin adeta çıkış yeri, koca bir
masada birkaç kişi tarafından soğan kesiliyor, bir taraftan sumakla diğer
taraftan da kırmızı toz biberler hemhal ediliyor, bir diğer kocaman masada domates
kesiliyor, kaşık salata hazırlanıyor, kocaman kocaman mangallardan dumanlar
yükseliyor lakin en baskın ve en keyifli tarafı da mis gibi ciğer kebap
kokuları… Mangal, bilindiği üzere Adana için adeta “yangında ilk kurtarılacak
malzeme” listesinin başında yer alır, hemen hemen her Adanalının otomobilin bagajında
dahi demirbaş niteliğinde bir mangal bulunması da sürpriz sayılmamalıdır. Bir
önemli değişiklik da öğrenciliğimizde “çartlak kebabı” iken şimdilerde asri
döneme adaptasyon babında “ciğer kebabına” evrilmiş bulunan ciğer yemenin artık
tam anlamı ile bir ritüel haline dönüşmüş olmasıdır. Esasen bu iş bizim yaşlı
gençlerin yaptığı gibi saat 9’da gidilmesi ile tam manası ile hissedilecek bir
şey değildir, millet sabah sat 5’te başlıyor akın akın gitmeye…
Yıllar
önce çok geniş katılımlı bir buluşmada dönemin belediye başkanı meslektaşımız
Aytaç Durak, gezilerimiz için otobüs ve Baraj Gölünde gezi için de bir gezi
teknesi tahsis etmiş idi üstelik de karşı mahallenin çocuğu olmasına rağmen… Şimdiki
Başkan bizim mahallenin çocuğu gibi görünmesine rağmen de bu kabil şeyleri hiç önemsemez
görünüyor, eee biz bilmiyor, anlamıyor olsak dahi çok önemli işleri vardır
şüphesiz kendisinin…
1 yorum:
Kalemine yüreğine sağlık kardeşim çok güzel olmuş uş
Yorum Gönder