Cuma, Mayıs 17, 2024

48 YILLIK ARKADAŞLIKLAR

 

Arkadaşlıklar, her daim saklanır âdemoğlunun kalbinin, beyninin hatıralar bölümünde, geçen zamana direnir, gözyaşları ve olanca tazeliği ile de hatırlanır ve aktarılır… Mezkûr hatıralar sizden hep fırsat bekler ki onları güne taşıyasınız, yâd edesiniz diye… Taşıyınca da arkadaşlık ortamında yüzler güler taaa gözlerin en derin noktalarına kadar… Uzun yıllara dayalı arkadaşlıkların belli dönemlerde bir araya gelerek hatırlanması, dolayısıyla güncellenmesi, arkadaşların yaşları ilerlemesine rağmen hatıraların tazeliğini korumasının yegâne yoludur bana göre… Tazelenme ve güncellenme yolu bazen tesadüflere dayalı kısacık anlar olur, bazen de planlı görece uzun buluşmalara ve tanışmaların ilk günlerine kadar uzanır. Benim Üniversite döneminden sınıf arkadaşlarım uzunca bir süredir, bu kabil planlı buluşmaları senelik ve düzenli olamasa dahi becerebilmiş durumdalar, kendisini şaka yollu “Oymak Başı” diye andığım Hamdi Satır bu işin neredeyse tüm yükünü taşıyarak yürütmüş durumdadır. Ben nihayet ilk defa bu seneki buluşmaya katılabildim, muhteşem geçti bana göre… Bu manada buradan “Oymak Başı’na” teşekkürlerimi bir kez daha iletiyorum. Şüphesiz; yerin, tam tamına 48 sene önce tanıştığımız Adana olması da bu muhteşem durumun en önemli amili idi bence… İlk tanışılan yer “Eski Baraj” diye bilinen regülatör baraj manzaralı iken şimdiki buluşma “Yeni Baraj” diye bilinen Seyhan Baraj Gölü manzaralı olması dışında her şey aynı, tekmili birden baraj manzaralı… 48 sene öncenin İnşaat Mühendisi adayı iken birçoğu artık emekli kimileri torun sahibi her biri 44 senelik sürecin sonunda kaldırım mühendisi… Gerçi halen çalışanlar da var, çalışmaya doyamamışlar, evet, Cem Karaca’nın 70’li yılların ortasında Pazar günleri TV’de yayınlanan öğleden sonraki kuşakta dediği gibi “gençler ve daima genç kalanlar”… Evet, o gençler ve hala genç kalanlar, genellikle de yaşlarına münasip olarak değişiklikler göstermekle birlikte ortak değer olarak demokrasi, hümanizm, tabiat tutku ve sevgisi, insan hakları, düşünce ve ifade hürriyeti, emeğin kutsiyeti, velhasıl insan olmanın gereği her sıfatı içselleştirmiş birey olarak evrensel kültüre açık devam etmektedirler, bunu tekrar ve yakinen müşahede ettim. Buna rağmen siyasi yelpazenin her tarafında dengesiz dağılmış olmakla birlikte çoğunlukla da çıkış noktasındaki pozisyonlar en azından fikri düzeyde korunarak bugünlere gelinmiş… Seneler önce yola çıkan bu nadide ekip, bidayette din, ırk, etnik köken, cinsiyet ayrımını şiddetle men ederken bugün bu sıfatlar arasında bazı seçilimler ve tercih öncelikleri oluşturmuş, bazıları azalırken bazıları çoğaltılmış gibi durmaktadır… Galiba tılsımlı kelimeler de “hangimiz değişmedik ki” noktasındadır.

Peki, arkadaş görmek, onlarla kana kana muhabbet etmek, tartışmasız çok güzel vallahi en azından ruh dinginliği ve zenginliği babında… Bu buluşmaların en dinamik günlerinizin geçtiği, adeta her taşında, her ağacında hatıra kabilinden bir şeylerin, hattı zatında çok şeylerin yaşandığı mekânlar ise, duygusallıklar daha da vites arttırıyor… Bizim de, buluşmamız aynen böyle oldu, meslek sahibi olmaya hazırlandığımız mezkûr günlerde, aynı zamanda kişilik sahibi olma ve dahi dünya görüşü edinme mülkiyetine, hatıraların canlanması marifetiyle dönüp dönüp, ahlamak, vahlamak, sevinmek, gülmek babında… Adana’da 2 gün dolu dolu, eskiyi yâd ederken, güzelim yeni kebaplar, lezzetine doyulmaz yeni ciğerler yenilerek, Büyük Saat, Küçük Saat, Çakmak Caddesi, Kazancılar, Taş Köprü, Vilayet başta olmak üzere önemli yerler gezilerek, geçirildi… Gerçi ben Adana’yı hiçbir zaman unutmadım, her fırsatı değerlendirdim, oradaki arkadaşları ve mekânları görmek için… Zaten öğrencilik sonrası 90’lı senelerde iş hayatımın bir bölümü de oralarda geçti. Benim için Adana her daim özel ve güzel olmuştur. Şikâyet ve sızlanmalarım Adanalılar kadar olmamıştır hiç bir zaman… Evet, Adana öğrenciliğimizde de “Dünyanın en büyük köyü” idi, maalesef şimdilerde de… Siz bakmayın Adana’yı yönetenlerin iddialarının büyüklüğüne, değişen bir şey yok… Bana sorulursa da zaten Adana böyle daha güzel… Her şeyi değiştireceğim iddiası ciddi manada şehrin karakterinin de bağlantılı değişime uğrayacağını hesap edemeyen bir yönetici grubuna denk geldi insanlık, galiba bu da bazılarına göre şans bazılarına göre de şanssızlık… Ya biri bana izah etsin Allahaşkına, ne muradınız vardı da, güzelim “Adana kız Lisesini” Adana Valiliğine tahsis ettiniz, güzelim “Adana Valilik Binasını” da Seyhan Kaymakamlığına… Akıl almaz ve dahi tüm kural ve kurumlarıyla gereksizlik… Allahtan da bazı güzel restorasyonlar da var, geç de olsa, durumu bazıları için fazla itici kılmıyor lakin benim için maalesef hala yapılanlar münasip değil ve muvafık değilim…

Nasıl hatıralar canlandı derseniz de, gözünü sevdiğimin tılsımlı şalgamı ve erketesi rakı, anlatmakla bitmez. Bir dönem annesi ile kapı komşuluğu yaptığımız Muzaffer Ongun ile annesinin “gariptir şu çocuklara şu yemeği götür” demesi özellikle de dolma yemekleri verme ile başlayan DDY yemekhanesinde yine kendisinin himmeti ve hikmetine binaen yenilen mükellef öğle yemekleri, hafta sonları Adana Şehir Stadında oynanan futbol müsabakalarını bilet gişesinde çalışması yüzü suyu hürmetine de beleş seyretmeler… Müthiş hatırlamalar…

Evet, 48 sene önce tanıştıklarımızla bir araya geldik, bir şeyleri yâd ettik, birlikte sabah erken saatlerde Kazancılar’da ciğer yedik, rakı içmedik lakin rakı içenleri imrenerek seyrettik, esasen ciğerin içecek şeriki de şalgam suyu oluyor tartışmasız, onu da ben çok sevmeme rağmen tansiyon problemi sebebiyle içmiyorum, muhteşem bir ortam… Ciğer kebabı işleri adeta bir endüstri haline dönüşmüş, “iğne atsan yere düşmez” darb-ı meselinin adeta çıkış yeri, koca bir masada birkaç kişi tarafından soğan kesiliyor, bir taraftan sumakla diğer taraftan da kırmızı toz biberler hemhal ediliyor, bir diğer kocaman masada domates kesiliyor, kaşık salata hazırlanıyor, kocaman kocaman mangallardan dumanlar yükseliyor lakin en baskın ve en keyifli tarafı da mis gibi ciğer kebap kokuları… Mangal, bilindiği üzere Adana için adeta “yangında ilk kurtarılacak malzeme” listesinin başında yer alır, hemen hemen her Adanalının otomobilin bagajında dahi demirbaş niteliğinde bir mangal bulunması da sürpriz sayılmamalıdır. Bir önemli değişiklik da öğrenciliğimizde “çartlak kebabı” iken şimdilerde asri döneme adaptasyon babında “ciğer kebabına” evrilmiş bulunan ciğer yemenin artık tam anlamı ile bir ritüel haline dönüşmüş olmasıdır. Esasen bu iş bizim yaşlı gençlerin yaptığı gibi saat 9’da gidilmesi ile tam manası ile hissedilecek bir şey değildir, millet sabah sat 5’te başlıyor akın akın gitmeye…

Yıllar önce çok geniş katılımlı bir buluşmada dönemin belediye başkanı meslektaşımız Aytaç Durak, gezilerimiz için otobüs ve Baraj Gölünde gezi için de bir gezi teknesi tahsis etmiş idi üstelik de karşı mahallenin çocuğu olmasına rağmen… Şimdiki Başkan bizim mahallenin çocuğu gibi görünmesine rağmen de bu kabil şeyleri hiç önemsemez görünüyor, eee biz bilmiyor, anlamıyor olsak dahi çok önemli işleri vardır şüphesiz kendisinin…

1 yorum:

Recep eşgi dedi ki...

Kalemine yüreğine sağlık kardeşim çok güzel olmuş uş