Perşembe, Mayıs 02, 2024

FİLİSTİN, PAZARLIK ve ULU HAKAN


“Ya talêel al-jabal” başlıklı 07.12.2023 tarihinde https://sosyalyasamdaalternatif.blogspot.com/ adresli bloğumda yayınladığım yazıda; “Filistin ne yazık ki taa Osmanlının son dönemlerinden bu yana huzur bulmamış ya da bulamamış topraklar olmuş… Osmanlının “iyi günlerinde” Müslümanız rahatlığı içinde bir şekilde geçinilmiş de, ne zaman ki Osmanlının savruk ve dağınık ekonomisinin kapısını bankerler, kreditörler ve emperyal devletlerin temsilcileri çalmış, ahada o günden beri bir huzursuzluk hali artan bir biçimde bugünlere artık katliamlar biçimine dönüşmüştür… Hani denir ya Osmanlı hep karşı çıktı Yahudilerin yerleşmesine, bunun doğru olduğunu düşünenlerin bir kez daha bu konuyu araştırmaları gerekmektedir bence. Prof. Vahdettin Engin’in Osmanlı arşivlerinden bulduğu yeni belgeler ile Yahudilerin yerleşimi, yerleşim yerlerinin Kuzey Irak mı? Filistin mi? Duyun-u umumiye borçlarının yaklaşık %80’inin Yahudiler tarafından karşılanıp karşılanmadığı gibi detayların yeniden gün ışığına çıkarılması gereği aşikârdır gibi… Neyse buralar bir okuyucu olmaktan öteye gidemeyen beni çok aşar, tarihçiler ve araştırmacılar ne diyorsa odur diyelim…” diyerek çok geniş çerçeveli bir değerlendirme yapmış idim… Şimdi ise mezkûr Profesörün “Pazarlık” kitabı üzerinden biraz detaylara hem bakarak hatırlama, hem tekrarlayarak öğrenme, hem de paylaşarak düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Sn. profesör bir yerde “Bu vesile ile de yaygın bilinen bir takım söylemlerin aslında gerçeği yansıtmadığı hususu üzerinde duracağız. Bunlardan en çarpıcı olanı da, II. Abdülhamit’in, para karşılığı kendisinden Filistin’de toprak isteyen Theodore Herzl’i huzurundan hakaretlerle kovduğu şeklindeki yaygın söylemdir.” diyerek esasen hiç de akla uygun olmayan “kovdu” iddialarının zaten doğru olamayacağının teyidini yapar iken bir sonraki sorudan boks deyimi ile bir “eskiv” yaparak sıyrılmayı beceriyor bana göre… Maazallah sonra sorulacak soru “kovdu ise neden bu görüşmeler ve toplantılar 7 yıl sürdü?” olunca ne diyeceksiniz… Bu gerçeği tespit ve teslim eden Profesör, kitap boyunca da Ulu Hakan’a bir halel gelmesi tehlikesine karşı konuyu yayarak durumun kotarılması ve kurtarılması cihetine gitmekten imtina etmemiş bana göre. Mesela; "Panislamizm cüzü mahiyetinde imparatorluğun her tarafındaki tarikat liderleri ile akçelı ilişkiler tesis etmek gibi çaresiz ilişkilerden bahsedip diğer taraftan bunların tamamı imparatorluğu dış saldırılara karşı savunmak amacı ile Müslüman dayanışma ve birliği oluşturmak maksadına matuf yapılmıştır" diyerek Panislamizm iddialarından kurtulmayı hedefleyeceksiniz. Şimdi Ulu Hakan böyle düşünebilir ve hareket edebilir siz koca bir yüzyıl sonra değerlendirme yapıyorsunuz, değil mi?

Bilindiği üzere Yahudiler sürüldükleri ve bir daha geriye dönemedikleri “Eretz İsrail” diye tanımladıkları ve dahi asla ve kat’a sınırlarını tayin ve beyan etmedikleri mezkûr toprakları her daim hedef tutmuşlardır. Sonraları da vaat edilmiş topraklara dönme arzu ve planlarını gerçekleştirmek için her daim uyanık olmuşlardır. Sınırların tespit, tayin ve deklare edilmemesinin çok basit sebebi bugün bile adım adım büyüyen İsrail’in büyümesinin ilanihaye devam edeceğinin yegâne alamet-i farikasıdır. Durmak yok yola devam kültürünün İsrail versiyonu… Bazı gizli kapaklı niyetlerin dışa yansımasından anlaşılıyor ki, Fırat ve Dicle havzası bile bu muhteremlerin hedefindedir, vallahi bunu sokaktaki Yahudi ya da Havradaki haham dese çok kulak asmayın der geçersin de, İsrail Devletinin Başbakanlığı düzeyine gelmiş muhteremin yazdıklarından okununca ciddiye alınması gerekir, derim… Mesela; 1879’da bir İngiliz diplomat bir proje hazırlıyor, buna göre Osmanlının Filistin civarında Belka Sancağında büyük bir arazi para karşılığı Yahudi yerleşimine açılacak, bir nevi özerklik tanınacak, zabıta ve adliye gibi devlet görevleri de Yahudiler tarafından yerine getirilecek, finansmanı da uluslararası bir şirket tarafından karşılanacak. Haliyle Osmanlı şiddetle karşı çıkar ve onay vermez bu projeye, vermez de ne olur… İrâde-i seniyyeye rağmen mezkûr tarihte başlayan “gizli lakin aşikâr” hicret hiç durmadan devam eder… Kitapta, sık sık konuya ilişkin yerel yöneticilerin dikkatini çeken irâde-i seniyyelerden bahsedilse de devam eden hicret ve yerleşmelerin hiç durmadığı ve ne yazık ki her seferinde yerel yöneticilerin ve halkın gizli toprak satışlarından bahsedilir. Sanki toprak üzerinde özel mülkiyet hakkı vatandaşa tanınmış da… Oysaki dünya âlem biliyor “memalik-i Osmaniye” toprak mülkiyeti rejimini… Haliyle konu çok parametreli bir konu, yerel yöneticilerin de “madeni haz” teması mucibince göz yummaları, yürürlükteki padişah buyruklarının vatandaşa çaktırmadan, muhatabına ise adrese teslim düzenlenmesine bağlı, Yahudilerin de emperyal aklı doğru ve yerinde kullanmaları neticesi, ister Padişah emri mucibince, ister Padişah bilgisi ve ilgisi dışında olsun, mezkûr devletin temelleri atılmaktadır. Şimdi denilecektir ki, Efendim kocaman imparatorluk padişah nereden bilecek yapılan bu yolsuzlukları, iyi de aynı padişah hangi şairin “boya ve burun” yazdığını takip edebiliyor, hangi gazetecinin “hürriyet ve müsavat” yazdığını biliyor, taa Fizan’daki yöneticinin      “kanun-i esasi, hukuk-u millet, ıslahat”  kelimeleri ile ne kast ettiğini biliyor, sıra akın akın Yahudi hicretine gelince, bilmiyor… Adama derler, muhalif tüm şer odaklarını tespit ve tedip etmeye müteallik kurduğun “Zabıta-i Hafiye Teşkilatı” ne iş yapıyordu o aralar… Galiba en akla yatkın ve makul izah Filistin Bölgesi mezkûr teşkilatın faaliyet alanı dışında idi, her ne sebeple ise artık… İlaveten bilinenler ve yazılanlar başka, Osmanlı’ya has “hile-i şeriyeler” söz konusu… Malumdur, şekil ve vaziyet bakımından şeriata muvafık bir konuyu göz önünde tutarak “sözde istenmeyen” bir sonuç elde etmeye matuf hamle üstadıdır, Ulema-i Osmani… Biz biliyoruz dönemin Osmanlıyı adım adım parçalayan güçlerin Yahudi politikalarını, Rusya’nın Sovyetler Birliğine evrilmesi dönemine kadar hatta bugünlere kadar ne hamleler yaptığını, İngiltere’nin girişimlerini, bu manada İngiltere ve Rusya niza ve çekişmelerini… Mesela; Sovyetler Birliğinde Stalin ve bazı arkadaşlarının Kırım Bölgesinde Yahudi Bölgesi oluşturma düşünceleri sonucu Stalin ve Molotof örtülü gerginliği, 1928 tarihinde alakasız bir bölge olan Moğolistan sınırında kurulan “Yahudi Özerk Bölgesi” 1934 tarihinde Özerk Devlete dönüşürken şimdilerde yeniden eski statüsüne dönmüştür, vs. vs. Yani mevzu, dâhili ve harici yüzlerce parametrenin doğru değerlendirilmesi ve isabetli karar oluşturulmasına bağlı geniş ve karmaşık bir haldedir.

Hani, bir tarihlerde emperyal güçlerin fırıldakları kast edilerek, dönemin bir Türk büyüğüne yapılan “aman dikkat Bizans oyunlarına” ikazına verilen cevap çok önemlidir, “Osmanlıda oyun bitmez”… Osmanlı enteresandır, yapar lakin inkâr eder, izin verir, vermedim der, velhasıl klasik şehirlerarası otobüs işletmesi muavini anonsu gibi; “memnuniyetleriniz müdüriyete, şikâyetlerinizi bize” kültürü bihakkın iktidardır… Şimdi adama sormazlar mı? Peki, siz izin vermediniz ise, kim izin verdi bu Yahudi yerleşimine? Yahu haydi 3-5 aile yerleşse iyi, görmedik, duymadık, bilmedik denilecek? Öyle kolay değil, tüm suçu İngiltere’ye, Rusya’ya yükle, ohhh sıyrıl bu müşkülattan… Tipik Osmanlı politikası, güzel olunca biz yaptık, rezil olunca uluslararası emperyal güçler yaptı… Sevsinler sizi…

“Rumeli demiryolları şirketinin” imtiyazını elinde bulunduran Baron Hirsch’in başta Osmanlı ve Arjantin olmak üzere dünyanın bir dolu ülkesine Yahudi hicreti, iaşesi, ibatesi ve ikameti konusunda siyasi ve ekonomik başrol oynayacak, susacaksınız… Rumeli Demiryollarının mülkiyeti kimde, Osmanlı’da, peki Hirsch’e imtiyazı kim veriyor, Osmanlı… Tam bir “Organize işler” filmi repliği; “para kimde, müşteride, araba kimde, müşteride”… Üstüne de “Vizontele” filminden bir replik “sen de bunu yedin öyle mi?”… Ne diyelim bir başka Türk büyüğünün meşhur kelamı ile “Allah verdikçe veriyor”…

 

Hiç yorum yok: