Tartışmasız bir beyefendi, Rasim Çelebi Abimizi hatırlıyorum. Hatırladığım bembeyaz gömleği, muhtemelen de kolalı yakaları ile sürekli takılı deyim yerinde ise fıstık gibi kravatı ile ve de olmazsa olmaz sinekkaydı tıraşı… Her yere kravatlı gider ya da ben öyle hatırlıyorum, bu abi evde de sadece kravat ile mi dolaşır diye sorardım kendime… Eeee tabii bizde kravat alışkanlığı yok ki, ilaveten de takmak bir zül, ne bu kadar sık görürüz, ne bu kadar sık kullanırız, ortaokulda bile mecburiyetine binaen def-i bela kabilinden, okula geliş ve okul çıkışlarında kravatlar derhal cebe kaydıyla.
Rasim
Abi aynı zamanda; şimdiki “Çeşme Kent Belleği Müzesinin” bulunduğu binadaki
Adliye’de görev yaparken bile çok sevdiği ve ziyadesiyle de başarılı olduğu olta
balıkçılığını yaz kış devam ettirmiştir. Onun olta attığı yerde bugün hala olta
atan amatörler bulunmaktadır. O tarihlerde hatırladığım kadarı ile olta
atıldıktan sonra misinanın karaya sabitlenen tarafı deniz kenarlarından özenle
seçilmiş olan şekli, büyüklüğü ve yüzey düzgünlüğü münasip taşlar marifeti ile
yapılır üstüne de yeter büyüklükte bir cam parçası yerleştirilir ve beklemeye
geçilirdi. Kaymakam Evi Denizinden kepçe sürütülme marifetiyle yakalanmış “tekesakal”
yemleri oltalara özenle yerleştirilir, uygun şeklide ve mesafede olta
fırlatılır, “rastgele” diye beklemeye geçilirdi. Balıkların yemi yemeye
çalışmasının izlenmesine matuf yerleştirilen cam sesi gelince anlaşılırdı ki,
balık yemi yemiş oltadan koparmaya çalışıyor ve o hareketle cam taşın üstünden
düşerek ses çıkarıyor, hemen koşulur, olta ele alınır işaret parmağının son
boğumunun aya tarafındaki hassas bölge ile balığın büyüklüğü ve dahi cinsi
tahmin edilir, ona göre kalama verilir ya da çarptırılırdı. Hele misinanın,
balığın büyüklüğüne göre çekilme ritüeli vardı ki, işte Rasim Abi marifeti
orada farkını gösterirdi. Dönem, kurşun (misinayı suyun dibine çökertme
ağırlığı), misina, olta, petektari (misinanın sarıldığı mantar ya da ağaç
parçası), envai çeşit suni yem, kamış, yem kutusu, zil ya da çan bulunulabilen
bir dönem değildir. Bazen Çeşmenin meşhur rüzgârının etkisi altında, misina
denizden çekilir iken bir nesneye ya da aparata otomatik sarılamadığı dolayısıyla
yere olabildiğince düzgün döndürülerek serilirken, tüm misina bir karışık yumak
haline gelir, ayıkla ayıklayabilir isen, düzelt düzeltebilirsen… İşte Rasim
Abi, gerek başta da kurşun dökmek olmak üzere alet edevat üretiminden tutun da,
gerekse de karışıp yumak olmuş misina çözümüne kadar bir mahir adamdı ki,
müthiş… Oğullarından arkadaşım Latif Çelebi ki daha önce hatıralarımı güzel
hatırasına binaen yazmış idim, babadan devir alınan olta balıkçılığında mahir
birisi idi…
Parafani; bilenlerin iyi bildiği, yapabilenlerin az olduğu, senenin sadece maksimum 1,5 ayı yapılabilen o da sadece “ay karanlığı” dönemlerindeki 15 gün içinde, şimdilerde yasaklandığını öğrendiğim, doğaya balık yumurtlama alanlarına ve balık popülasyonuna bilebildiğim kadarı ile hiçbir kötü etkisi olmayan bir balık yakalama yöntemidir. Diğer deniz kenarı ilçelerinde durum nasıldır bilemem lakin bizim Çeşme’de Ekim ayı ortasından Aralık ayı başına kadar, o da sadece Ege Denizinin ya da Marmara’nın soğuk sularından Akdeniz’in sıcak sularına mezkûr aylarda göç yapan balıkların gece saatlerinde muhtemelen dinlenme ve beslenme amaçlı olmak üzere diz boyu sığ sulara geldiği ve sadece Ayın parlak ışık yaymadığı dönemlerde yapılan bir aktivitedir. Daha önceki yazılarımda bahsetmiş olduğum bu aktivite minimum 2 kişi ile yapılan bir uğraşı olup Çeşme’de bunun bizden önceki kuşaktan erbapları Rasim Çelebi ve Cemal Işık büyüklerimizdir. Hatırladığım her ikisi de serpme ağ atmada ileri düzeyde mahirdiler…
Parafani yasaklanmış dedim ya; bunun hangi güvenlik ya da korumacılık saikiyle yapıldığını doğrusu ben bilmiyorum, dahası da anlamıyorum… İlaveten de anlayan ya da anlayabilen olduğunu da zannetmiyorum. Olsa olsa “Yassağ hemşerim” kültürü ikame ve idamesi olsa gerek… Hani malumdur, meşhur hikâye, komutan yeni boyattığı “bankın” başına boya kuruyana kadar nöbetçi koyar da tam o sırada tayini çıkar, neden oraya nöbetçi konulduğu bilinmez ve yıllarca sürer bu uygulama, ta ki, biri bunu sorana kadar… Galiba, bu hususta da durum böyle, korkarım…
Tarım ve Orman Bakanlığı bir tebliğinde “bilimsel, çevresel, ekonomik ve sosyal hususlar göz önüne alınarak su ürünleri kaynaklarının korunması, sürdürülebilir işletilmesinin sağlanması için su ürünleri avcılığına ilişkin yükümlülük, sınırlama ve kuralları düzenlemektedir” denilerek amatör balıkçılıkta “avlanma amaçlı her türlü ışık kullanımı yasaklanmıştır. Can ve mal güvenliği açısından 50 watt’ı geçmemek şartıyla tekne içerisinde ve kıyıda aydınlatma amaçlı ışık kullanılabilecektir”. diye konuya açıklık getiriyor. Aynı tebliğlerde gırgır ve trol teknelerinde de 8.000 watt’lık enerji kaynakları kullanılabilecektir yönünde bir irade buyrulmaktadır… Gel de Neyzen Tevfik’i rahmetle yâd etme bir kez daha… Yahu kardeşim güvenlik ise mevzuu, aynı insanlar çalışıyor bu yerlerde, ne güvenliği… Balık yumurtlama ve tespit edilen ölçülerde yakalama ise konu, söylenecek çok şey var da söyleyip zayi etmenin manası yok… Kıyıdan lüks ile balık avlamanın nasıl bir sakıncası var, biri izah etmeli bence… Neyse büyüklerimiz daha iyi biliyorlardır, deyip geçeyim…
Yasakların
da yasaklanması gerekir inancıyla, yasaklarını sevdiğimin memleketini ne kadar
sevdiğimizi bir kez daha tekrarlayalım. Bu vesile ile artık aramızda olmayan,
başta Rasim Çelebi, Cemal Işık büyüklerimiz ve Latif Çelebi arkadaşımız olmak
üzere, tüm büyüklerimizi ve küçüklerimizi saygı ile bir kez daha yâd edelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder