Cuma, Aralık 26, 2025

BİR SAVCININ ANILARI

 Kendi deyimi ile adı “Tomson Kemal’e” çıkmış Adana Bahçe, Yumurtalık ve bilahare de Sağmalcılar Cezaevinde yaşadıkları, gözlemleri üzerine notlarını “Bir savcının anıları” adlı kitapta toplamış tüm hatıralarını Namık Kemal Behramoğlu, okudum… Yol boyu batakhanelerinin kurutulması, yerel güç sahipleri ile siyasi mücadele, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ile tanışması, bir karabasan olan Kahramanmaraş olayları, Botaş’ta yaşanan olaylar, Yumurtalık ve Sağmalcılar Cezaevi Savcılığı hatıraları, başta olmak üzere müthiş hatıralar dizisi…  

Yazar, Namık Kemal Behramoğlu, ünlü şairimiz ve çevirmen Ataol Behramoğlu ve bizim Nihat Behram olarak bildiğimiz Mustafa Nihat Behramoğlu gibi edebiyat dünyasının çok önemli şahsiyetlerinin kardeşidir. Anladığım kadarıyla aile tam tamına bir edebiyat ocağı, Nihat Behram ve Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini çok severek okumuş biri olarak, başta avukat bilahare de idealistliğinin kendini sürüklediği savcılık makamında uzun yıllar geçiren Namık Kemal Behramoğlu’nu da ziyadesiyle başarılı buluyorum. Gözünü budaktan esirgemeyen savcının yazdıkları, zaman zaman insanoğlunun yapabileceklerinin hudutsuzluğu, zaman zaman bürokrasinin, yargının, kolluk kuvvetlerinin ve Canım Yurdumun insanının iyi ve kötü yanlarını kendince not etmiş. Kitapta her bölümün başında ve dahi zaman zaman ortalarında, kimilerini ilk kez duyduğum müthiş atalar sözü ve tekerlemeleri ile dörtlükleri büyük bir keyifle okudum. Tümü ise hızlı ve zevkli okunan bir kitap adeta bir solukta okunabilecek bir macera romanı gibi.

Çok fazla hikâye var dedim ya, bunlardan bir tanesi müthiş, acı, ıstırap, ironi dolu… Kitaptan aktarıyorum; Adam, madende işçi. Gece vardiyasında çalışıyor. Bigadiç’in dağ köylerinden birinde oturuyor. Karısı, köyün delikanlılarının gülü. Yangın geçiren bir tip. Adını duymayan yok. İlçenin hızlı delikanlıları bile tanıyorlar kendisini.

Adam, yoksul. Güç bela bir karı alabilmiş. Onu da kaçırırsa ebedi bekâr kalacak. Dağlık yerde güç iş. Ne b.k yesin? Kadının ufak tefek hafifliklerine göz yumuyor. Eli mahkûm garibin.

Bir gün tak ediyor adamın canına. İnceldiği yerden kopsun anasını satayım deyip bildiriyor durumu savcılığımıza. Acıyorum haline. Yalvarıyor. “gizli baskın yapın” diyor. Ne demekse artık. Adamları varmış haber alırmış, tedbir alırmış vesaire. Dilekçesi üzerinde gerekeni yapıp, gönderiyoruz jandarmaya. Görevliler, ellerindeki işi bırakıp, gece yarısı basıyorlar dağ köyünde âşıkları. Cıs cıbıldak yakalanıyor bizimkiler. Derdest edip getiriyorlar karşımıza. Ananın adı ne, babanın adı ne, nerede doğdun, sabıkan var mı? Derken tutuklanıyor kadınla zamparası. Buraya kadar iyi. Eşitlik nerede bozuluyor gör şimdi.

Dedik ya, kocanın vicdanı sızım sızım sızlıyor. Üç gün sonra bir dilekçeyle dikiliyor önümüze. “Affettim diyor. “Bir defa şeytana uymuş, bir defa ile bir şey olmaz, şikâyetten vazgeçiyorum” diyor. Elin mahkûm. İçinden “pezevenk” de desen ZİNA suçundan her iki sanığın da TAHLİYESİNİ istiyorsun ve hâkim de TAHLİYEYE karar vermek zorunda.

Gel gör ki, zina yapan ateşli yosma TAHLİYE ediliyor, hızlı zampara kalıyor ceza evinde. Geceleyin zamparalık yapmanın cezasını çekecek. Yasalarımıza göre KONUTUN sahibi erkek. GECELEYİN KONUT DOKUNULMAZLIĞINI ÇİĞNEMEK suçu ise resen takibi gereken bir suç. ŞİKÂYETTEN VAZGEÇME bu suçu ortadan kaldırmadığı için hızlı zampara KONUT DOKUNULMAZLIĞINI ÇİĞNEMEK suçundan tutuklu kalıyor ve cezayı da yiyor sonunda. De buyur şimdi. Eşitlik ilkesi kimin aleyhine bozuldu? Kadının mı, erkeğin mi? Öyle ya, zampara da erkek değil mi?

Böyle bir olayla karşılaştık. Esas hakkında görüşümüzü söylerken “karısının ZİNA’sına hoşgörüyle bakan kocanın konutunun dokunulmazlığından söz edilemez. Bir nevi dolaylı olarak bu işi onayladığı düşünülmelidir” dedik. Sonuç değişmedi tabii. Hızlı zampara, zinadan paçayı kurtardı. Konut dokunulmazlığını geceleyin çiğnemekten cezayı yedi. Yüksek Yargıtay da bu kararı onayladı.

Reva mı bu şimdi? Eşitlik ilkesi bozuldu mu, bozulmadı mı? Koy elini vicdanına düşün bakalım.

Sonradan bir başka olayla ilgili olarak karşıma getirilen zamparaya sordum. Aklın başına geldi mi diye. Cevabı şöyle oldu.

“artık gündüz yapıyoruz bu işleri beyim.”

Arsız güçlü olursa

Haklı, suçlu olurmuş.

Geç duyurulmuş zenginin orospusu

Fukaranın hastası

Çok olurmuş yol gösteren

Devrilince araba

Ağa girdikten sonra

Aklı başına gelirmiş balığın

Biz şimdi ne yapalım?

İdealist bir insandır yazar, İstanbul’daki görece müreffeh avukatlık hayatını bırakıp savcı olmaya karar verince “hayatım macera” dizisi başlar… Her şeye tahammül eder, teknik yetersizliklere, mesleki kaygılarına, siyasi baskılara, tayinlere, sürgünlere, şikâyetlere lakin alınan tehditler artık “inceldiği yerden kopsun” kaygısızlığı ve meydan okuması ile geçiştirilecek olmaktan uzak, ailesinin direk hedef alınmasına kadar varınca, Canım Yurdumda yaşananları da göz önünde tutan bu yürekli savcı istifa eder ve tehlikeleri az da olsa def eder.  

Bu yürekli savcı “yargı ve yürütme” üzerine yazdığı bölümde vaziyeti şöyle aktarmaktadır, ciddiyete ve laubaliliğe dikkat çekerken; Daha önce de belirttiğim gibi, savcılık mesleğine girince yargı ile yürütmenin sürtüşmesini, üstünlük savaşını, daha yakından görmüştüm. Bigadiç’te bunu o kadar sıcak yaşadım ki, rastlantılar sonucu birtakım belgeler elime geçince olup bitene ben de şaşırdım.

Belge niteliği olduğu için, 12 Eylül döneminde beni sıkıyönetim komutanlığına şikâyet eden kaymakamın ÖZEL ibareli yazısı ile, aynı kaymakamın polislere tutturarak bu yazıya eklediği raporu kitabıma aynen alıyorum.

Aradan yıllar geçti. 12 Eylül hareketinin bıraktığı enkaz hala onarılmış değil, dökülen kanların acısı hala dinmiş değil, yıkılan yuvaların dumanı hala tütmüyor, işkence gören insanların ıstırapları unutulmuyor. Bu kaymakam, şimdi nerelerde, ne iş yapar bilmiyorum. Bu kaymakamın dümen suyunda kapı kulu olup bu raporu tutan (ki bir kısmını çok severdim) polis arkadaşlar şimdi neredeler, ne yapıyorlar bilmiyorum. Acaba, biraz olsun yürekleri sızlıyor mu? Biraz olsun 12 Eylül’ün ülkeyi acıya, karanlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe, şiddete ve baskıya sürüklediğini anladılar mı?diyerek esasen de ABD’nin “our boys” diye tanımladığı muhteremlerin ve avenelerinin durumlarını sorguluyor… Bence bu erketelerin neredeyse tamamı şahsi menfaatlerinin önemine binaen ziyadesiyle nemalandılar lakin savcı ya, bu kadar söyleyebiliyor…

Harika bir hatıralar kitabı, bir savcının dilinden olmakla beraber hukuk ötesi sosyal tespitlerin önde olduğu ve bu sebeple macera kitabı gibi görülebilecek olmakla birlikte bugün içinde bulunulan bazı açmazların nasıl ilmek ilmek örüldüğünün hikâyesidir, okuyanlar keyif alarak, öğrenerek okuyacaklardır…   

 

 

 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Muhteşem..