Kendi deyimi ile adı “Tomson Kemal’e” çıkmış Adana Bahçe, Yumurtalık ve bilahare de Sağmalcılar Cezaevinde yaşadıkları, gözlemleri üzerine notlarını “Bir savcının anıları” adlı kitapta toplamış tüm hatıralarını Namık Kemal Behramoğlu, okudum… Yol boyu batakhanelerinin kurutulması, yerel güç sahipleri ile siyasi mücadele, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ile tanışması, bir karabasan olan Kahramanmaraş olayları, Botaş’ta yaşanan olaylar, Yumurtalık ve Sağmalcılar Cezaevi Savcılığı hatıraları, başta olmak üzere müthiş hatıralar dizisi…
Çok
fazla hikâye var dedim ya, bunlardan bir tanesi müthiş, acı, ıstırap, ironi
dolu… Kitaptan aktarıyorum; “Adam,
madende işçi. Gece vardiyasında çalışıyor. Bigadiç’in dağ köylerinden birinde
oturuyor. Karısı, köyün delikanlılarının gülü. Yangın geçiren bir tip. Adını
duymayan yok. İlçenin hızlı delikanlıları bile tanıyorlar kendisini.
Adam, yoksul. Güç bela bir
karı alabilmiş. Onu da kaçırırsa ebedi bekâr kalacak. Dağlık yerde güç iş. Ne
b.k yesin? Kadının ufak tefek hafifliklerine göz yumuyor. Eli mahkûm garibin.
Bir gün tak ediyor adamın
canına. İnceldiği yerden kopsun anasını satayım deyip bildiriyor durumu
savcılığımıza. Acıyorum haline. Yalvarıyor. “gizli baskın yapın” diyor. Ne demekse
artık. Adamları varmış haber alırmış, tedbir alırmış vesaire. Dilekçesi üzerinde
gerekeni yapıp, gönderiyoruz jandarmaya. Görevliler, ellerindeki işi bırakıp,
gece yarısı basıyorlar dağ köyünde âşıkları. Cıs cıbıldak yakalanıyor
bizimkiler. Derdest edip getiriyorlar karşımıza. Ananın adı ne, babanın adı ne,
nerede doğdun, sabıkan var mı? Derken tutuklanıyor kadınla zamparası. Buraya kadar
iyi. Eşitlik nerede bozuluyor gör şimdi.
Dedik ya, kocanın vicdanı
sızım sızım sızlıyor. Üç gün sonra bir dilekçeyle dikiliyor önümüze. “Affettim
diyor. “Bir defa şeytana uymuş, bir defa ile bir şey olmaz, şikâyetten
vazgeçiyorum” diyor. Elin mahkûm. İçinden “pezevenk” de desen ZİNA suçundan her
iki sanığın da TAHLİYESİNİ istiyorsun ve hâkim de TAHLİYEYE karar vermek
zorunda.
Gel gör ki, zina yapan ateşli
yosma TAHLİYE ediliyor, hızlı zampara kalıyor ceza evinde. Geceleyin zamparalık
yapmanın cezasını çekecek. Yasalarımıza göre KONUTUN sahibi erkek. GECELEYİN
KONUT DOKUNULMAZLIĞINI ÇİĞNEMEK suçu ise resen takibi gereken bir suç. ŞİKÂYETTEN
VAZGEÇME bu suçu ortadan kaldırmadığı için hızlı zampara KONUT DOKUNULMAZLIĞINI
ÇİĞNEMEK suçundan tutuklu kalıyor ve cezayı da yiyor sonunda. De buyur şimdi.
Eşitlik ilkesi kimin aleyhine bozuldu? Kadının mı, erkeğin mi? Öyle ya, zampara
da erkek değil mi?
Böyle bir olayla karşılaştık. Esas
hakkında görüşümüzü söylerken “karısının ZİNA’sına hoşgörüyle bakan kocanın
konutunun dokunulmazlığından söz edilemez. Bir nevi dolaylı olarak bu işi
onayladığı düşünülmelidir” dedik. Sonuç değişmedi tabii. Hızlı zampara, zinadan
paçayı kurtardı. Konut dokunulmazlığını geceleyin çiğnemekten cezayı yedi.
Yüksek Yargıtay da bu kararı onayladı.
Reva mı bu şimdi? Eşitlik ilkesi
bozuldu mu, bozulmadı mı? Koy elini vicdanına düşün bakalım.
Sonradan bir başka olayla
ilgili olarak karşıma getirilen zamparaya sordum. Aklın başına geldi mi diye.
Cevabı şöyle oldu.
“artık gündüz yapıyoruz bu işleri beyim.”
Arsız güçlü olursa
Haklı, suçlu olurmuş.
Geç duyurulmuş zenginin
orospusu
Fukaranın hastası
Çok olurmuş yol gösteren
Devrilince araba
Ağa girdikten sonra
Aklı başına gelirmiş balığın
Biz şimdi ne yapalım?
İdealist bir insandır yazar, İstanbul’daki görece müreffeh avukatlık hayatını bırakıp savcı olmaya karar verince “hayatım macera” dizisi başlar… Her şeye tahammül eder, teknik yetersizliklere, mesleki kaygılarına, siyasi baskılara, tayinlere, sürgünlere, şikâyetlere lakin alınan tehditler artık “inceldiği yerden kopsun” kaygısızlığı ve meydan okuması ile geçiştirilecek olmaktan uzak, ailesinin direk hedef alınmasına kadar varınca, Canım Yurdumda yaşananları da göz önünde tutan bu yürekli savcı istifa eder ve tehlikeleri az da olsa def eder.
Bu
yürekli savcı “yargı ve yürütme” üzerine yazdığı bölümde vaziyeti şöyle
aktarmaktadır, ciddiyete ve laubaliliğe dikkat çekerken; “Daha önce de belirttiğim gibi, savcılık
mesleğine girince yargı ile yürütmenin sürtüşmesini, üstünlük savaşını, daha
yakından görmüştüm. Bigadiç’te bunu o kadar sıcak yaşadım ki, rastlantılar sonucu
birtakım belgeler elime geçince olup bitene ben de şaşırdım.
Belge niteliği olduğu için, 12
Eylül döneminde beni sıkıyönetim komutanlığına şikâyet eden kaymakamın ÖZEL
ibareli yazısı ile, aynı kaymakamın polislere tutturarak bu yazıya eklediği
raporu kitabıma aynen alıyorum.
Aradan yıllar geçti. 12 Eylül hareketinin bıraktığı enkaz hala onarılmış değil, dökülen kanların acısı hala dinmiş değil, yıkılan yuvaların dumanı hala tütmüyor, işkence gören insanların ıstırapları unutulmuyor. Bu kaymakam, şimdi nerelerde, ne iş yapar bilmiyorum. Bu kaymakamın dümen suyunda kapı kulu olup bu raporu tutan (ki bir kısmını çok severdim) polis arkadaşlar şimdi neredeler, ne yapıyorlar bilmiyorum. Acaba, biraz olsun yürekleri sızlıyor mu? Biraz olsun 12 Eylül’ün ülkeyi acıya, karanlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe, şiddete ve baskıya sürüklediğini anladılar mı?” diyerek esasen de ABD’nin “our boys” diye tanımladığı muhteremlerin ve avenelerinin durumlarını sorguluyor… Bence bu erketelerin neredeyse tamamı şahsi menfaatlerinin önemine binaen ziyadesiyle nemalandılar lakin savcı ya, bu kadar söyleyebiliyor…
Harika
bir hatıralar kitabı, bir savcının dilinden olmakla beraber hukuk ötesi sosyal
tespitlerin önde olduğu ve bu sebeple macera kitabı gibi görülebilecek olmakla
birlikte bugün içinde bulunulan bazı açmazların nasıl ilmek ilmek örüldüğünün hikâyesidir,
okuyanlar keyif alarak, öğrenerek okuyacaklardır…
1 yorum:
Muhteşem..
Yorum Gönder