Mahmut
Karabulut, sınıf arkadaşım, acar, cin gibi bakışlı, samimi ve candan biriydi
maalesef o da kaybedilenler arasında… Babasının Çeşme GAMEDA bayii olmasından
ötürü “Gazteci” lakabını ona layık
görmüştük. Gerçek manada ve söylenildiğinde anlaşıldığı gibi değil yani.
Okul dışında Mahmut ile en sık karşılaştığımız yer mezkûr Çeşme Meydanı idi, O da zaten babasının işine yardım için hep oralarda olurdu… Bir iki küçük yer değişikliği dışında gazete kiosku hep oradaydı, galiba 12 Eylül darbesinin ezip geçtiği devrin başında yeri değişmişti. Demek ki darbe ve darbeler orta yerde kimseleri istemiyordu, hele de gazete ve dergi satıyorsanız, kıyıda köşede olmalısınız edası…
Mezkûr tarihlerde çok yeni başlamış olan hızlı gazete servisi Çeşme’yi de etkilemiştir. Hatırladığım kadarı ile sonradan da dayımın oğlu Kamil ile otobüs işletmeciliği de yapan Alaçatı’nın sevilen kişisi soyadını şimdilerde hatırlayamadığım ama kendisini çok sevdiğim Yalçın Abim kendisine ait Commer marka kurşuni renkli minibüsü ile bu servisi yapmakta idi… Ben de her sabah erkenden gider “promosyon” kapsamında kendisine verilen gazetelerden alırdım. Aldığım gazetelerin üstünde “para ile satılmaz” gibi bir ibare vardı. Bu benim hiç umurumda değil idi maksat gazete okumayı bedava hale getirmek idi. Ben kendi harçlığım ile haftalık çocuk dergisi vardı, şimdi adını hatırlayamıyorum… Her şeyin olduğu bir dergiydi, bilim vardı, eğlence vardı, sanat vardı, sinema vardı, spor vardı… Çok severdim, harçlıktan biriktirilmiş ise mutlaka edinilirdi. Esasen o devirde basın ve yayın organları hiç de pahalı sayılmaz idi, demek ki okunulması ve okutulması özendirilir bir şey idi… Daha “cahillerin ferasetini tercih ederim” fikriyatı icat olunmamıştı.
Mahmut Karabulut, sınıf arkadaşım dedim ya, vallahi şimdi bakıyorum da inanılmaz bir kadro idi. Mesela bizden 7-8 sene önce okula başlayıp, nezaketen de ayıp olmasın diye bizi de bekleyip, bizi uğurladıktan sonra birkaç yıl daha geriden gelenlere de ayıp olmasın faslına takılan abilerimizle de okudum, ilkokulu… Öğretim rejimi çok farklı idi, ilkokulda sınıfta kalma vardı hem de askere gidene kadar sanki… İlkokulu bitirme imtihanları vardı… Efendim, iyi değildi, kötü idi gibi bir takım yaklaşımlar olabilir… Yetişen neslin, başarı ve kabiliyetlerine bakarak, bu konuda herkes kendi kararını versin… İlkokul bitirme imtihanları öyle “laf olsun” kabilinden de değil idi. Mesela, bana bitirmede “müzik dersinden” geçemediğimi söylediklerinde, ödüm patlamıştı, Allahtan sınıf öğretmenim bana takılmak istemiş, bir türkü söylememi istemişlerdi ve dinleyince şaka yapalım kararı vermişler… Öyle müzik deyip geçmeyin, ne kadar önemli idi bir bilseniz. Peki, müzik bu ise diğer dersleri varın siz düşünün… Evet, bizim sınıf demiştim, oraya ricat… Dağaşan kardeşler, Özsaka kardeşler, Horasan kardeşler gibi arkadaşlarımız oldu… Egemen Kadıgan, Recep Erarslan, Mahmut Karabulut, İbrahim Çınar, M. Tokay, Kemal Aksoy, Niyazi Baysın, Kelami Çelebi, Mustafa Sağdıç başta olmak pek çok Çeşmeli çocuk ile çok güzel ve kalıcı arkadaşlıklarımız oluştu… Bir bölüm arkadaşımızı da maalesef yitirdik, diğerleri ile halen görüşmekteyiz…
Bizim sınıfın hayta ve haylaz grubu vardı ki, ben bir sürü davranışlarını tasvip etmesem dahi okul idaresi tarafından hep beraber taltif ya da tekdir edilirdik. Takdir dediğime bakmayın asıl olan tekdir idi çoğunlukla… Belki de okul idaresi de takdir hakkını hiç kullanmamayı tercih etmişti, bilemiyorum. Bir kez, çok net hatırlıyorum, 16 Eylül İlkokulunun en üst katında, bizim “Harita Odası” diye adlandırdığımız esasen de ciddi miktarda büyüklü küçüklü haritanın bulunduğu bir yer vardı. Okul Müdürü Kamil Hocanın odasının yanında yer alan mezkûr oda aynı zamanda bir nevi dayak odası idi. Bir defasında Kamil Hoca yine malum kadroyu topladı sıra dayağı vaziyeti alan ben dâhil ekibe sıra ile yer misin yemez misin kabilinden girişti. Daha önce de beyaz ettiğim üzere Kamil Hoca bana hiçbir zaman vurmadı, bu defa yine öyle oldu… Bu dayak faslından hatırladığım en önemli sahne Kamil Hoca Mahmut Karabulut’a vurduğunda biraz abartarak söyleyeceğim lakin aynen de öyle olmuştu, Mahmut’un ayakları yerden kesilmiş birkaç metre ilerideki haritaların ortasına düşmüştü. Siz, artık dayağın şiddetini mi, yoksa Kamil Hocanın maharetini mi, yoksa Mahmut’un zayıf vücudunun nasıl bir vuruşta uçuşa geçtiğini mi, öne alır düşünürsünüz bilemem…
Bu
vesile ile başta Mahmut olmak üzere diğer tüm kayıplarımızı saygı ile anıyorum,
nurlarda olsunlar…
1 yorum:
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun allah ilk gazeteci allah rahmet eylesin tavuk ali lakaplı ali abimiz belediyenin önünden gazete diye seslendiği zaman yağhaneler dediğimiz yere kadar o güzel ınsanın sesini duyardık .gazeteci mehmet evimizde sabahın erken saatlerinde bütün esnafa gazete dağıtırdı nur içinde yatsınlar eski güzel insanlar kalmadı artık mekânları cennet olsun..4d
Yorum Gönder