Cuma, Eylül 29, 2017

SANCAK KALE


Öğrenimden Hukukçu, ama tarih ve arkeoloji kitapları birer başvuru kaynağı olduğu bilinen, alaylı arkeolog, tarihçi, yazar ve araştırmacı Bilge Umar’ın “Narlıdere” adındaki kitabını okuyorum. Kitabın bir bölümünde, İzmir’in üç önemli kalesinden, günümüze gelen büyük ölçüde korunan ve ziyarete açık “Kadifekale” (Pagos), ne yazık ki artık olmayan Kemeraltı girişindeki “Ok kalesi” (Neon Kastron, St. Peter/Pier) ve kısmen korunan ancak ziyarete açık olmayan “Sancak Kale” (Yenikale), bahsetmektedir. Bir İzmirli olarak; Kadifekale’yi bilip, Ok kalesinden bir arkeoloji dergisi vasıtasıyla bilgi sahibi olup, ama muhtemelen çok insanın bilip, benim ise hiç bilmediğim “Sancak Kale” üzerine bilgiler bulmam harika bir sürprizdir ve bu konudaki bilgisizliğimin de ayıbı bana yetmelidir. Ancak diğer taraftan da neden okuyoruz ki, işte bilmediğimiz konularda bilgi sahibi olmak için, değil mi, tam da bu yüzden…

Bugün, Narlıdere Sahil Evlerinin Sahil Caddesinin (Gürler Caddesi) doğu bölümünde, sahilden daha doğuya bağlantının askeri bölge nedeni ile kesildiği, Sancak Burnunun üzerinde, İzmir Körfezine denizden geçişlerin kontrol edilebilmesi adına, en dar ve kontrole en müsait yerinde kurulan ve ne yazık ki korunamayan, restore edilemeyen ve günümüze ulaşan kısmının ise ziyarete kapalı olan kaledir, Sancak Kale (Yeni kale)… Kale; İzmir Körfezinin en muhkem bölümünde, körfezin, gemilerin giriş ve çıkışları açısından en uygun derinlik verdiği bölümünün kontrol edilebilmesi açısından, iç bölüme giriş ve çıkışın askeri açıdan toplarla tahkim edilerek, ticari açıdan ise gümrük vergilerinden sıvışmanın önüne geçilebilmesi için yapılmış bir yapıdır.

Bilge Umar; “Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa, Dergah-ı Ali Kapıcıbaşısı Gevezezade Ağa diye tanınan kişinin denetiminde, Aydın, Saruhan ve Bursa sancakları askerlerinden oluşturulan bir gurubu kale yapımında görevlendirdi. Kale yapımında İzmir’in ilkçağdan kalma tiyatrosunun kesme taş blokları sökülüp alındı, kullanıldı. Yapım bittiğinde, kare planlı kalede, dizdar (kale komutanı) ile 200 er görev aldı.” diye yazıyor… Yine Hoca bir başka yerde Evliya Çelebi’ye dayandırarak; Körfeze giren gemilerin, Osmanlı’ya saygı göstermek için direklerine beyaz bayrak çektiğinden bahisle, kurallar gereği karasularına girilen ülkenin bayrağı göndere çekildiğinden ve dönem itibari ile Osman-i Ali’nin de bir bayrağının olmaması nedeni ile beyaz sancak çekilme durumu izah etmektedir. Kaleye, Sancak Burnu Kalesi veya Sancak Kale denilmesini bu “Sancak” çekilmesi hadisesine dayandırmakta olduğu bilgisini yine Evliya Çelebi’ye dayandırmaktadır. Yine aynı kaynağa dayandırılan bilgilere göre, Osmanlı Donanması Venedik donanması tarafından önemli bir yenilgiden, sığındığı İzmir Körfezinde bu kale tarafından, kurtarılmıştır. Bölgeye önemli yıkımlara yol açarak zarar veren depremlerden bir tanesi de 1688 senesinde yaşanır ve yine Hoca’nın Necmi Ülker hocadan aktarımı ile “depremin merkezi, tam bizim Sancak Kale idi. Deprem sonrasında kale, yıkıntıya dönmekle kalmadı; topları görünmez olacak kadar, duvarları toprağın içine battı. Çevredeki evlerin dörtte üçü çöktü, birçok ağaçların kökleri toprak üzerine çıktı” diyerek, yıkımın vahametine dikkat çekmektedir. Bugünkü yönetimler, bu yaşanan depremlerden ya bihaberler ya da rant uğruna göz ardı etmektedirler, diyerek konuya bir kez daha değinmiş olalım bu vesile ile. Yıkılan ya da nerdeyse yok olan kale yeniden, yapılır ancak bu kez kale dışına tabyalar ilave edilerek tahkim edildiği, kara tarafının ise kazılan bir hendek ile güvenli hale getirildiği yazılmaktadır. İzmir Körfezi'nin girişindeki en dar bölgeye inşa edilen Sancak Kale 1. Dünya Savaşında tarihi bir rol oynar, İtilaf Devletleri, Çanakkale'den önce 9 gemilik bir filoyu İzmir’e gönderir, ne var ki Sancak Kale savunmasını aşamazlar. Ancak, Sancak Kale’nin asıl hayata veda etmesi, 14 Mayıs 1919 olur. İşgal kuvvetlerine kayıtsız şartsız teslim olan Osman-i Ali, mezkûr kaleyi de teslim eder…

Çanakkale öncesi yapılan İngiliz ve Fransız donanma saldırılarında, Sancak Kale önemli ölçüde hasar alır, bu saldırılar sırasında ölen komutanlar ve askerler için, Narlıdere’de bugünkü Belediyesi karşısındaki “Narlıdere Şehitliği” diye bir anıt mezar oluşturulmuştur. Şehitliğin bu vakaya dayandığını da yeni öğrendim, bir eksiğimi daha giderdim diyeyim ancak ne yazık ki eksik geldik eksik te gideceğiz gibi görünmekte…

Kıssadan hisse, evvelemirde “Deprem”dir, bugün mezkûr mahalde ne yazık ki yüksek katlı yapılaşmalara izin verilmekte ve ne yazık ki kayıtlı kuyutlu yaşananlardan ders alınmamaktadır… Diğer taraftan Osmanlı’nın kendisinden önceki medeniyetlere nasıl baktığını da bir kez daha görmüş oluyoruz, antikçağın tiyatro binası yıkılır taşları ile kale inşa edilir, ne diyelim… Haydi, bunlar çok eskiden yaşanan hadiseler diyelim geçiştirelim, peki bugün “Osmanlı da Osmanlı” diye adeta tepinenlerin, daha dün parti binası inşaatı için kiliseleri yıkarak, güzel ve uygun yani kesme taş teminini nasıl izah edeceğiz. Üstüne üstelikte gâvur ellerinde “İslam” eserlerine “değer verilmiyor”, “restore edilmiyor” naraları atarak bu işleri becermenin ne anlama geldiğini bilerek… Onlara da Allah selamet versin diyoruz da, veriyor da gerçekten…

 Son olarak; Karşıyaka’nın demiryolları ile şimdiki sahil bandı arasındaki sığ deniz bölümünün doldurularak, yeni zenginlere konut yapmak üzere arsa tahsisinden, taşıt trafiğinin gelişimine, oradan Narlıdere’nin nüfus orijinine ve yapısına, oradan öğrenciliğini geçtiği dönem itibari ile İzmir ve İstanbul hayatının kendi açısından anlatımına kadar detaylarda bizi bilgilendirmek için çaba gösteren yazara sonsuz teşekkürlerimizi sunar iken kitapseverlere de okunması gereken bir eser olarak salık veriyoruz.

 

Hiç yorum yok: