Feyzi Abi çocukluk anılarımın içindeki kravatlı abilerimizden biri idi devlet memuru olması asabiyle de kravat takma alışkanlığı edinmiş görüntüsü verirdi her daim. Çok çalışkandır dedim ya gerçekten öyledir, gündüzleri memuriyetinin her türlü gereği yerine gelirken akşamları da devrin en önemli eğlence aracı olan “Hulki’nin Sinemasında” bilet gişesindeki yerini alır, mutemet şahıs olma vaziyeti burada da gerçekleşir. Hiçbir mecburiyet olmamasına rağmen burada da kravatlıdır, deyim yerinde ise “iki dirhem, bir çekirdek” abimiz hatırladığım; gişenin küçük penceresinin hemen üstündeki kırmızı renkli lambanın düşük şiddetli ışığı altında ve hemen altında “duhuliye 25 kuruş” yazısı ile bazen bilet kuyruğu bile görülebilen vaziyette, gişenin içinde çok düşük şiddetli mavi ışık altında bilet kesilir, varsa para üstü iade edilir… Mezkur devirde kentler mi küçük idi yoksa ihtiyaç gidermenin disiplini mi güçlü idi bilemiyorum, genel manadaki alışkanlık gereği çalışanlar öğlen molasında eve gelir “öğlen yemeği” evde yenilirdi… Biz öğrenciler de öğlen yemeği için eve gelir, yemek yer derhal okul yoluna koyulurduk… Şüphesiz öğlen yemeğini esnaf lokantalarında da yemek mümkün idi, bu kabil lokantalar ise, başta İmren Lokantası, Esat ve Destan kardeşlerin ayrı ayrı aş evleri gibi alternatiflerdir. Okul ve ev arası yol bize asla uzun gelmez lakin yürüyerek gidiş gelişlerimizin asıl şartı ise son derece güvenli kentlere sahip olmamızdan mütevellit olup, şimdiki gibi uyuşturucu riski, gasp riski, kaçırılma riski, tecavüz edilme riski, dövülme riski, araç altında kalma riski gibi rezil rüsva kapitalist-serbest piyasa endikasyonları daha icat edilmemişti. Evet, Feyzi Abimizde öğlenleri eve gelir öğlen yemeği hazırlanırken de evin yanındaki bahçedeki tavuklar da beslenir, çalışkanlık satır satır deruhte edilir.
Bu yazıyı yazmaya karar verince önce isim yaygın tekrarlana geldiği üzere “Fevzi mi” yoksa “Feyzi mi” diye düşünerek gerilere gittim, Nadir ile de görüştüm, sonradan benim de hatırladığım üzere kendisine “Fevzi” diyenlere ısrarla ve titizlikle “Feyzi” denilmesi gerektiğini bıkmadan usanmadan tekrarladığını tekraren öğrendim… Evet, muhtemelen Rüştiye mezunu, uzun seneler de muallimlik yapması hasebiyle baba “İbrahim Hoca” Arapça kökenli ve bir tarafı ile “ilim ve irfan” diğer tarafıyla “bereket ve başarı” manasında olan “Feyzi” adını seçmiş olabilir…
Feyzi Abi, müthiş bir “Beşiktaşlıdır”, bazen sokakta birilerine hararetle pozisyon bazında maç kritikleri yaptığına şahit olur, inanç ve özgüvenin yüzüne yansımasının müthiş görüntüsüne hayran kalırdınız. Beşiktaş’ın tarihinin sözlü boyutudur adeta. Futbolcular, teknik direktörlere bağlı teknik ve taktik değişikliklerin sözlü birikimidir. Sen yeter ki sor, öncelikle olanı ve devamında da şahsi görüş ve düşüncelerini dinlersin derinlemesine bilgisine hayranlıkla… Çeşme’nin çok “koyu” Beşiktaşlıları başta gazeteci ve yazar Yaşar Aksoy, Ahmet Erküçük ile ne muhabbetler yaparlardı, herkesin dilinde hala… Çeşmenin bir başka kıymetli büyüğü emekli öğretmen ve yazar Ahmet Akgül “1960 öncesi Çeşme” adlı değerli ve kanaatimce her Çeşmelinin başvuru kitabı olarak sahip olması gereken eserinde, Feyzi Abi ve babası İbrahim Hoca ile ilgili hatıralara ve bakkalına değinir bir bölümde, “Ben o yıllarda Ovacık’tan Çeşme Ertan Ortaokuluna gider gelirken, sabah akşam bu dükkânın önünden yürüyerek geçerdim. Bazen de okul çıkışı arkadaşlarımla buraya gelir, Feyzi Ergun’dan haftanın birinci lig maçlarının bir özetini dinlerdik. O bize her seferinde bıkmadan usanmadan, o hafta oynanmış maçları büyük bir heyecanla anlatır ve yorumlardı. Biz de bu sayede onunla birlikte maç coşkusu yaşar, takımlar hakkında yeni bir şeyler öğrenirdik. Yanından ayrılırken de yüksek sesle, en büyük Beşiktaş ondan büyük yok diyerek onu sevindirdik. Feyzi Ergun bugün olduğu gibi, o zaman da koyu bir Beşiktaşlıydı. O zaman hiçbirimizin evinde henüz radyo yoktu. Çocukların, kahveye gidip maç dinlemesi de yasaktı. Maçları evinde radyosu olan az sayıdaki insan dinleyebiliyordu. Sonra onlar dinlediklerini başkalarına anlatırlardı. Bizler anlatılanlarla yetinir, daha doğrusu yetinmek zorunda kalırdık.”
Feyzi Abi diğer taraftan futbola duyduğu müthiş ilgi ve bilgi birikimi ile her daim Çeşmenin yetiştirdiği ve ülke çapında çok iyi tanınan ve bilinen Mustafa Denizli için ki kendisi de bilinenlerin aksine koyu bir Beşiktaşlıdır, “benim çok ciddi teşvikim ile futbolda ciddi merhale kaydetmiştir” demekteydi…
Babası “Çolak İbrahim” lakaplı büyüğümüz benim hatırladığım kadarıyla, muallimlik sonrası emeklilik hayatını geçirdiği, bugünkü “levant süit hotelin” bulunduğu yerdeki, küçük lakin çok bakımlı narenciye bahçesinin yol kenarına denk gelen yerdeki 2 katlı kâgir bir binada, alt kat devrine münasip malzemelerin satıldığı bir bakkal, üst kat ise konut olarak kullanılmaktaydı. Bu bakkalda benim hala büyük bir canlılıkla hatırladığım yegâne bölüm masif ahşap kepenktir ve geçirmiş olduğu kaza sebebiyle kaybedilmiş bir kolun bakiyesi tek kol ile de nasıl açılıp kapatıldığını hayretle düşünürdüm. Üstelik diğer kepenkler gibi katlanarak yana toparlanıp açılan türden olmayıp, yekpare ve yaklaşık 3,5-4 mt uzunluğunda, 1,5 mt. genişliğinde, menteşeleri üstte olan bir mekanizma, her sabah bu kepenk aşağı tarafındaki kilit mekanizması açılır, ziyadesiyle ağır kepenk kaldırılır ve her iki tarafında yer alan demir kollar vasıtasıyla arkasındaki pencere tam manasıyla görünene kadar kaldırılır, pencere ile yaklaşık 90 derece yaptığı yerde sabitlenir. Bu işlemi yazmak bile bu kadar zor ve meşakkatli iken “İbrahim Hoca” büyüğümüz tarafından sabah açılır, akşam kapatılır idi, hatırladığım… Bahçenin diğer tarafını çevreleyen yüksek taş duvardan azıcık çaba ile bakılırsa görünen bahçenin ne kadar bakımlı ve düzenli olduğunu da hatırlamaktayım. Bahçede ise bulunan keson kuyudan kova ile çekilen su ise nebatın yegâne hayat kaynağıdır…
Feyzi Abi, böyle bir hayatın çelikleştirdiği bir babanın oğludur işte, o da babadan geçme adeta “atom karınca” çalışkanlığı ve hareketliliği ile, önceleri Namık Kemal İlkokulunda, bilahare de ihdas olunan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde olan vazifesini bihakkın yaparak tekaüte ayrılmıştır… Arada, özellikle akşamları yaptığı farklı kalem işler vardı şüphesiz, hiç durmadı, hep çalıştı misali…
Evet,
Çeşme’mizin ziyadesiyle sevilen abisi hayli ilerlemiş yaşına rağmen
dolaşmaktan, kendi işini yapmaktan son katreye kadar vazgeçmedi, bu sürecin
canlı şahidi oldum… Her görüşmemizde bazen 3 dakika, bazen 10 dakika günün
meşrep ve ehemine matuf samimi muhabbetlerimizi her daim hatırladığım abimiz
artık maalesef aramızda değil… Bu vesileyle de bir kez daha kendisini derin bir
saygıyla yâd ediyorum…