Cuma, Mayıs 11, 2012

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI: BÖLÜM 6 3 e 3

Soğuk savaşın saha uygulamasının 1. etabını uygulayan ama ne yaptıysa da bir türlü Zulüm İmparatorluğu ABD ye yaranamayan ve mezkûr imparatorluk tarafından askeri cunta marifetiyle iktidardan uzaklaştırılan DP iktidarından sonra, Canım Yurdumdaki 2. etabı yönetme görevi alan muhterem ve muhteşem zat, tarihe “iti ite kırdırma” politikası diye geçen, özgürlük ve adalet arayışları karşısında, ABD başkanı ile çektirdiği fotoğrafın kazandırdığı seçimin sarhoşluğuyla öncülünün başına gelenleri de aklının bir kenarında tutarak ama asla misyonuna aykırı düşmeyerek, devletin koruması altında palazlanan, destelenen ve hatta örgütlenen paramiliter güçlerin ortalığı kasıp kavurduğu karanlık sürecin baş mimarıdır. Siyasi çizgisinde hiçbir zaman bir değişiklik olmamasına rağmen, günün gerektirdiği popüler lafları etmekten geri kalmamış ve imtina etmemiş ama asla bu kapsamdaki herhangi bir sözünün arkasında da durmamış, sıkışınca da “dün dündür bugün ise bugün” gibi ucuz, hiçbir siyasetçiye yakışmayacak ve çok sıradan bir 3. dünya ülkesi TV lerinde gösterilen dizilerden fırlamış gibi duran sığ felsefe yapmış ancak asla kendisini ne pahasına olursa olsun desteklemiş ABD’ye sırt dön(e)memiştir, o kadar ki Irak işgalini gerçekleştiren ABD’ye işgal öncesi “büyük güçlerin geri vitesi yoktur” diyerek büyük destek vermiş, barışçı yollar arayanların çabalarını eleştirmiş ve boşa çıkması için her yolu denemiştir.

12 Mart 1971 Askeri faşist darbesi neticesinde, Başbakanlığa getirilen Nihat Erim’in kulağına fısıldanan talimatları yüksek sesle ve herkese ders olması bakımından, herkesin her an başına gelebileceğini hissettirdiği “balyoz harekâtı” canım yurdumun üstüne bir karabasan olarak çöküyor ve hedefi düşünen ve yurdunu seven insan olan sürek avı başlatılıyor, özgürlük ve bağımsızlık talebiyle yola çıkan herkese yönelik susturma ve kan kusturma layık görülüyor, bu çerçevede ülkemizin onurlu geleceği için mücadele eden yüzlerce insan kurşunlanıyor, işkencelerde yok ediliyor ama Canım Yurduma ders olması bakımından da, bakın ayağınızı denk almazsanız her zaman sizin de başınıza gelir kabilinden olmak üzere ilave bir ders verilmesi ABD Emperyalizminin ulvi çıkarları açısından da kaçınılmazdır. Kendileri için bir şey istememiş, sadece ve sadece ülkelerinin bağımsızlığını isteyen ve sömürüye karşı mücadele ettiklerini haykıran 3 fidanın idam sehpasına gönderilmesini, hem ders hem de 1960’ın intikamı çerçevesinde değerlendiren, içimizdeki Amerikalıların en meşhuru, muhteşem ve muhterem baba önderliğindeki “Türkiye Sağı”, bazı yalakaların yok şu katılmadı yok bu hayır oyu kullandı gibi kafa bulandırmaya yönelik söylemlerine rağmen blok halinde, büyük bir sevinçle evetlemişlerdir/onaylamışlardır. O günün meclis görüşmelerinin basına yansıyan fotoğraflarında; Canım Yudumun sömürgeleştirilme sürecindeki katmerleşmede hiçbir beis görmeyen hatta bunu nemaya dönüştürme mahareti gösteren bu zat, oyunu açıklama sırası kendisine geldiğinde, inanılmaz bir keyifle, müsamere çocuğu edasıyla büyük bir heyecanla ayağa fırlayıp, 2 elini de birden havaya kaldırarak, daha önce defalarca tekrarladığı “Üçe üç, bizden üç gitti, sizden de üç gidecek” edasıyla evet demiştir.

Tabii ki bu ülkede; sadece Süleyman Bey gibiler yoktu, TBMM ye yansımasa da önemli bir miktarda insan bu idamlara karşı olduklarını, yapılan tüm baskılara rağmen düzenlenen imza kampanyaları ile göstermişlerdir, ne yazık ki bütün bu çabalara rağmen, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 6 Mayıs 1972 sabaha karşı, mevzuat ve yasalara uygun ama hukuka aykırı bir şekilde idam edilerek katledilmişlerdir. “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın halk, yaşasın işçiler, köylüler. Yaşasın halkların kardeşliği. Kahrolsun emperyalizm” diyerek, gözlerini kırpmadan idam sehpasına çıkan, bu yurtseverlerin geçen zaman içinde, bu hukuksuz idamları toplum vicdanında rahatsızlık uyandırmış ve dün büyük bir sevinçle idamlarına evet diyenlerin başındaki bu zat; “O devir içerisinde benim siyasi sorumluluğum yok. Benim gücüm yok. Çünkü benim elimden de hükümet alınmış. O gün ülkeye hâkim olan güç benim elimden de hükümeti almış” diyerek, ne kadar masum olduğunu göstermeye çalışmış ancak yine zekâmızla adeta alay ederek ve çok iyi bildiği balık hafızamıza da güvenerek; “Bu hadise devletin tasarrufudur, yani mahkemeden geçmiştir, Meclis tasdiklemiştir. İcra edilmiştir. Durup durduğu yerde de olmuş değildir. Onun içindir ki o tasarruf seçilmiş Meclisindir. Zaman içerisinde meclislerin birtakım kararları yadırganabilir. Ama karar meşrudur, meşruiyet tartışması yapılamaz. Bundan kötüleme tartışması çıkartamazsınız, o zaman devlet işlemez.” diyerekte fikri kıvırmanın üstadı azamı olduğunu kanıtlamıştır.

Oysa, bu takipçileri ve taraftarları tarafından bize çok önemli bir devlet adamıdır diye yutturulmaya çalışılan zat, bir taraftan “Askeri idareydi, biz ne yapabilirdik ki, hâkimler bu cezayı vermek zorundaydı, biz de onaylamak zorundaydık” diyerek toplum vicdanında aklanma beklentisi içinde, diğer taraftan da nasıl kinci ve intikamcı bir ruh hali içinde “Evet siyasi kararlar verdim, Deniz Gezmiş'leri astırdım” diyen mahkeme başkanı Ali Elverdi’yi kaptan köşkünde bulunduğu Adalet Partisinden milletvekili yaparak aslına rucü ettiğini, taraftar ve tarafgirlerine göstermiştir. Peki, yaşanan bu hukuksuz idam süreçlerinin hemen ertesinde böylesine duygusal kararlar alınmıştır deyip kendisini sürekli aklamaya çalışanlara; “mahkemede iyi davransalardı, idam edilmezler, cezaları müebbete çevrilirdi” diyen bir başka tescilliyi, Baki Tuğ’u 1990 larda kaptan köşküne geçtiği Doğru Yol Partisinden milletvekili yaparak konuya nasıl sahip çıktığını göstermiştir, tüm görebilenlere.

Günümüzde artık Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam kararlarının hukuki değil ama “siyasi” olduğu konusunda idam kararlarına imza atanlar bile dâhil olmak üzere hemen hemen herkes hemfikir durumdadır. Üç Fidan’ın avukatı Halit Çelenk de 12 Mart Faşist darbesinin askeri mahkemelerinde verilen kararının siyasi olduğunu ve hukuka aykırı olduğunu, “Bu karar asla hukuki değildi. Mahkeme de tarafsız değil, yanlıydı. Talimat ve intikam duygularıyla verilen bir karardı. Anayasayı savunan gençler, anayasayı değiştirmek suçundan asıldılar. Oysa sivil mahkemelerde en fazla 15 yıl ceza alırlardı” diyerek durumun vahametine hep vurgu yapmıştır.

Artık Dünya, cezalandırmalarda idam taleplerini, yaşama hakkına saygı ve telafisinin olmaması başta olmak üzere bir dolu nedenden ötürü, kamu gücünü elinde bulunduranların intikam hırsının yarattığı ve yol açtığı acılara son vermek adına, yasalarından çıkarmıştırlar ve çıkarmaktadırlar. Ancak ne yazık ki ülkemizde hala idam gibi çağdışı bir cezanın tekrar yasalarımızda yer almasını isteyen bir grup insan bulunmaktadır maalesef ve tüm bu yaşananların kendilerine ders oluşturamamış olması da kendilerini iflah olmazlar sınıfına sokmaktadır.  Ama ne yazık ki, tecavüzcülerin, dolandırıcıların, kravatlı banka soyguncularının, karşılıksız çek vererek insanların paralarını ya da emeklerini çalanların, kamuyu soyanların, her türlü mafiozi ilişkiler içindekilerin serbest dolaşabildiği, sanki paralı eğitim istemeleri gerekirken parasız ve eşit eğitim hakkı istiyorlarmış gibi gösterilerek hapislerde gençlerimiz çürüten ve muhalif siyasi görüş sahiplerini idam etme geleneğinden geliyoruz ya, her türlü kelamın bittiği noktadayız işte.

1 yorum:

Mesut ÖZÇELİK dedi ki...

Kalemine ve yüreğine sağlık. Bu Amerikancı işbirlikçileri halkımız hala anlayamamış olup bizim çoban sülü diye bağrına bassa da ısrarla anlatmaya devam edeceğiz elbet. Agemen kültür medyasının pompasının etkisiyle aziz milletimiz idam sehpasında can verenlerin ''YAŞASIN İŞÇİLER VE KÖYLÜLER, YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ KARDEŞLİĞİ, KAHROLSUN EMPERYALİZM VE ONUN YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ'' Sloganlarını bugün duymazdan gelse de yarın sarılmak zorunda kalacak.