Çarşamba, Eylül 11, 2013

12 EYLÜL HUKUKU

(DÜN İYİ İDİ DİYENLERE)
Zulüm İmparatorluğu Amerika Birleşik Devletleri; genelde Dünyaya özelde de Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Orta Asya’ya yönelik tek hükümranlık politikaları çerçevesinde oluşturduğu “yeşil kuşak” projesi çerçevesinde kuşağın coğrafyasına denk gelen ülkelerinden Türkiye’de 12.Eylül 1980 de; “içimizdeki Amerikan çocukları” ve tarihe eli kanlı 5’li çete olarak geçen ve tüm dünyada bir avuç destekçileri hariç nefretle kınanan faşist cunta tarafından bir darbe gerçekleştirilmiş ve Amerikan çıkarlarına hizmet etmede kusur yapmayacağı taahhüdünü yenilenerek, içine düşülen ekonomik krizden çıkmanın anahtarı gibi sunulan 24 Ocak kararlarının katıksız uygulanabilmesi için mıntıka temizliği yapalacağı sözü verilerek islamist politikaların ve politikacıların önü açılmıştır. Kemalizm bile hedef tutularak başlanan ve esasen de solun tüm renklerine kadar geniş bir yelpazede, inanılmaz bir intikam saldırısı olarak bilinen ve bugün ülkemizde yaşanan tüm sorunların temelini oluşturan bu faşist darbe, bugün temsilcileri konumundaki iktidar sahiplerine dikensiz gül bahçesi bırakan bu cunta ve başındaki faşistler bu ülkenin insanları tarafından asla ve kata unutulmamalıdır, unutulmamalıdır ki, ülkemizin son yüzyılda yaşadığı bu en büyük siyasi ahlaksızlık ve travma iyice anlaşılabilsin ve gelecek kuşaklara da anlatılabilsin. Yarattıkları tenkil, tedhiş ve tedip ortamı ile emperyalist talan, soygun ve yağmaya daha uygun alan açan “içimizdeki ABD’nin çocuklarından”, darbecilerinden, kontrgerillacılarından, gladiocularından hesap sorulmalıdır ve bugünkü ardılları olanlara da gerekli cevap verilip muhtemel gelişmeler için cesaretleri kırılmalıdır.

Bu baptan özetle anlaşılacağı üzere; bugün ülkemizde ne varsa 12 Eylül de kurgulanmış ve planlanmış olup, sendikal ve işçi hakkı daralmasından, özgürlük daralmasına kadar akla ne musibet geliyorsa mesnet ve gerekçe oluşturmuştur. Kısaca 12 Eylül halen devam etmektedir, günün gerekleri ve uluslar arası beklentiler bu yönde olduğu sürece de uzunca bir süre devam edeceği de anlaşılmaktadır.

Şimdi bakıyorum da bir kesim, bugün yaşananların canım Yurdumun geçmişinde hiç görülmediğinden dem vurarak sanki örtülü ve zımni bir 12 Eylül unutturmacasına çanak tutmaya çalışıyor, oysa dün de kötü idi bugün de kötü ve korkarım ki ahir ömrümüzde sosyal politikasını öne alan bir iktidar görmeyeceğiz herhalde. Ancak özellikle 12 Eylül döneminin, kelle avına çıkılmış paranoyasının bu kadar çabuk unutulması gelecek adına hepimizi açıktan korkutmalıdır, o günlerde yaşanan ve maalesef mecelleden bu yana hukuk nasibinin toplum adına hiç yaşanmamışları sahnelendi.

O dönem bir konuşmasında kendilerine muhtemel bir istihbarat ya da plan tatbikatı diktesi mucibince, eğer “5 Lİ ÇETE” yani MGK üyelerinden birine herhangi bir suikast yapılması halinde suikastı yaptığına karar verilen örgüt üyelerinin cezaevlerindeki tüm üyelerinin öldürüleceğinin kararını aldıklarını televizyondan tüm dünyaya açıklamıştı. Sonraları, dizginlerin uluslararası tertibin sözcüleri tarafından, taleplerine binaen görece serbest kalması ortamında da, ilk önce MHP milletvekillerinden Rıza Müftüoğlu’nun gündeme yeniden taşıması ve bilahare de sözde gazeteci Ali Kırca ile bir röportajında da hiç korkmadan tekrarlamıştır aynı görüşleri, “evet, Genelkurmayda böyle bir karar aldık ve bunu açıkladım ki, korksunlar, netekim bu yüzden de böyle bir şey de olmamıştır” diyerekten, ancak bir insanın cinnet halinde alabileceği bir kararı heyet olarak aldıklarının altını çizerek nasıl bir katliamı göze aldıklarını tekrarlamıştır. Peki, bunlar diğer tüm faşist diktatörler gibi böyle bir katliama hazır oldular diyelim, bunların gözünü kan bürümüş diyelim, çetenin başı Kenan Evren’e, hem de canım yurdumda hukuk adına ne varsa ayaklar altına almasına rağmen, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Fakülte Kurulu 2 Aralık 1982 tarih ve 4943 sayılı kararınca “Fahri Hukuk Doktoru” unvanının verilmesini hem de ittifakla alınan bir kararla verilmiş olmasını ve aynı gün her fakültenin dekanın, birer öğretim üyesinin, yüksekokul müdürlerinin ve rektör yardımcılarının katıldığı İstanbul Üniversitesi Senatosunca da hukuk doktorluğu yetmezmişçesine oy birliğiyle “Fahri Hukuk Profesörlüğü ve Hukuk Doktorluğu (Honoris Causa)” verilmesini nasıl izah edeceğiz. Hani bugün adalet ne hale geldi diye hayıflanan, dövünen ve bağıranlara göre bu durum nasıl izah edilebilir acaba? Aman kimse bana o dönem başkaydı demesin lütfen, dün ile bugün arasındaki fark sadece şekildir… Hem de şimdilerde hukukçu diye ortalıklarda vızır vızır dolaşanların önemli bir bölümü bu rezalet paye taltifini öneren ve hazırlayanların rahle-i tedrisatından geçmişken, nasıl olurda bu görmezden gelinir, anlamak mümkün değil… Hele bir de kararın gerekçesine bir bakım, “Haiz olduğu ahlaki faziletler ve meziyetler yanında vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler ifasıyla temayüz etmiş olan Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren'e ilmi kıymet ve meziyetlerinin tebcili için "fahri profesörlük" payesinin tevcihine karar verilmiştir.” Tam bir rezalet…

Peki, hiç hukuk öğrenciliği yapmamış olanların bile kolayca bilebileceği üzere, örneklerinin yüzlerce yıl gerilerde kaldığı, hukukun en önemli düsturu suçun kişiselliğinin ayaklar altına alındığı bu davranışı bir üniversite hocası olarak, deve dişi kabilinden olan koca koca Prof lar, Doçentler bilmez mi idi? Bilmemeleri mümkün mü, bilirler hem de domuz gibi bilirler, ama yağcılık ve yalakalık unvanı kazanılma karşılığında düzenlenen bu kâğıt parçasının ne önemi vardır bu zevat için. Nasıl olsa kimse onlardan bu rezaletin hesabını soramazdı hatta sormayacaktı. Yaklaşık 5 yıldan beri, o dönemdeki İstanbul Üniversite’si Hukuk Fakültesi Fakülte kurulu üyeleri ile İstanbul Üniversitesi Senatosunu oluşturan bu zevatın kimler olduğunu öğrenme konusundaki tüm girişimlerim maalesef olumlu sonuçlanmamıştır. Çok merak ediyorum acaba bu heriflerden arta kalanlar kimler ve bunlardan hangileri nerelerde hangi paye ve unvanlarla görev yapıyorlar ya da akıldanelik ediyorlar, acaba geçmişte katkı verdikleri bu subuk karar için pişmanlık duyuyorlar mı vs. vs. görüşüme göre bunların her birinin adı unutulmamalı ve unutturulmamalı… Eğer yaşamıyorlarsa da mirasçılarından özür dileyerek tüm bu kelamları ediyorum, aralarında aklı başında insanların varolma ihtimalini göz önünde tutarak tabii ki. Tarihin her döneminde İstanbul Üniversitesi bu kabil gerici ve faşizan görüşlerin etkisi altında kalmıştır, ama bu seferki bu kadar da kolay açıklanacak cinsten değil Vallahi. İstanbul Üniversitesi alnındaki bu kara lekeden kurtulmak için behemehal, bu unvanı geri alma kararı almalıdır, aksi takdirde bu kamburla anılacaktır hep…

Neymiş demek ki, suç ile hiçbir ilişkisi olma ihtimali olan binlerce insanın katli için karar almış, diktatörlerin başı için örnek hukukçu anlamı da taşıyabilecek paye taltif kararı veren hukukçular da varmış geçmişte, şimdi de bol miktarda örneği olduğu üzere… Aslolan, demokratik, ahlakı yüksek ve hiçbir zaman utanç ve pişmanlık duyulmayacak kararlar üretebilmek, namusu asla tartışılamayacak karar üretecekleri yetiştirebilmek, aksi sadece ve sadece utanç müzelerinde resim olarak kalacaktır geleceğe… Üstelikte artık faşist askeri darbenin üstünden yaklaşık 1,5 yıl geçmiş artık, işkence de ölenler, sokakta sürek avı neticesinde öldürülenler, tutuklu sayılarının milyonu aşmış olması, idamların durmadan gerçekleşmesi gibi gayri hukuki keyfi uygulamaların ayyuka çıkmasına ve yok ben duymadım, yok ben görmedim demenin mümkün olmadığı bir ortamda olmasına rağmen bu rezalet yaşanmıştır.

Hiç yorum yok: