(DÜN İYİ İDİ DİYENLERE)
Zulüm İmparatorluğu Amerika Birleşik Devletleri; genelde
Dünyaya özelde de Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Orta Asya’ya yönelik tek
hükümranlık politikaları çerçevesinde oluşturduğu “yeşil kuşak” projesi çerçevesinde kuşağın coğrafyasına denk gelen
ülkelerinden Türkiye’de 12.Eylül 1980 de; “içimizdeki
Amerikan çocukları” ve tarihe eli kanlı 5’li çete olarak geçen ve tüm
dünyada bir avuç destekçileri hariç nefretle kınanan faşist cunta tarafından
bir darbe gerçekleştirilmiş ve Amerikan çıkarlarına hizmet etmede kusur
yapmayacağı taahhüdünü yenilenerek, içine düşülen ekonomik krizden çıkmanın
anahtarı gibi sunulan 24 Ocak kararlarının katıksız uygulanabilmesi için
mıntıka temizliği yapalacağı sözü verilerek islamist politikaların ve
politikacıların önü açılmıştır. Kemalizm bile hedef tutularak başlanan ve
esasen de solun tüm renklerine kadar geniş bir yelpazede, inanılmaz bir intikam
saldırısı olarak bilinen ve bugün ülkemizde yaşanan tüm sorunların temelini
oluşturan bu faşist darbe, bugün temsilcileri konumundaki iktidar sahiplerine
dikensiz gül bahçesi bırakan bu cunta ve başındaki faşistler bu ülkenin
insanları tarafından asla ve kata unutulmamalıdır, unutulmamalıdır ki,
ülkemizin son yüzyılda yaşadığı bu en büyük siyasi ahlaksızlık ve travma iyice
anlaşılabilsin ve gelecek kuşaklara da anlatılabilsin. Yarattıkları tenkil,
tedhiş ve tedip ortamı ile emperyalist talan, soygun ve yağmaya daha uygun alan
açan “içimizdeki ABD’nin çocuklarından”,
darbecilerinden, kontrgerillacılarından, gladiocularından hesap sorulmalıdır ve
bugünkü ardılları olanlara da gerekli cevap verilip muhtemel gelişmeler için
cesaretleri kırılmalıdır.
Bu baptan özetle anlaşılacağı üzere; bugün ülkemizde ne
varsa 12 Eylül de kurgulanmış ve planlanmış olup, sendikal ve işçi hakkı
daralmasından, özgürlük daralmasına kadar akla ne musibet geliyorsa mesnet ve
gerekçe oluşturmuştur. Kısaca 12 Eylül halen devam etmektedir, günün gerekleri
ve uluslar arası beklentiler bu yönde olduğu sürece de uzunca bir süre devam
edeceği de anlaşılmaktadır.
Şimdi bakıyorum da bir kesim, bugün yaşananların canım
Yurdumun geçmişinde hiç görülmediğinden dem vurarak sanki örtülü ve zımni bir
12 Eylül unutturmacasına çanak tutmaya çalışıyor, oysa dün de kötü idi bugün de
kötü ve korkarım ki ahir ömrümüzde sosyal politikasını öne alan bir iktidar
görmeyeceğiz herhalde. Ancak özellikle 12 Eylül döneminin, kelle avına çıkılmış
paranoyasının bu kadar çabuk unutulması gelecek adına hepimizi açıktan
korkutmalıdır, o günlerde yaşanan ve maalesef mecelleden bu yana hukuk
nasibinin toplum adına hiç yaşanmamışları sahnelendi.
O dönem bir konuşmasında kendilerine muhtemel bir istihbarat
ya da plan tatbikatı diktesi mucibince, eğer “5 Lİ ÇETE” yani MGK üyelerinden birine herhangi bir suikast yapılması
halinde suikastı yaptığına karar verilen örgüt üyelerinin cezaevlerindeki tüm
üyelerinin öldürüleceğinin kararını aldıklarını televizyondan tüm dünyaya
açıklamıştı. Sonraları, dizginlerin uluslararası tertibin sözcüleri tarafından,
taleplerine binaen görece serbest kalması ortamında da, ilk önce MHP
milletvekillerinden Rıza Müftüoğlu’nun gündeme yeniden taşıması ve bilahare de sözde
gazeteci Ali Kırca ile bir röportajında da hiç korkmadan tekrarlamıştır aynı
görüşleri, “evet, Genelkurmayda böyle bir
karar aldık ve bunu açıkladım ki, korksunlar, netekim bu yüzden de böyle bir
şey de olmamıştır” diyerekten, ancak bir insanın cinnet halinde alabileceği
bir kararı heyet olarak aldıklarının altını çizerek nasıl bir katliamı göze
aldıklarını tekrarlamıştır. Peki, bunlar diğer tüm faşist diktatörler gibi
böyle bir katliama hazır oldular diyelim, bunların gözünü kan bürümüş diyelim,
çetenin başı Kenan Evren’e, hem de canım yurdumda hukuk adına ne varsa ayaklar
altına almasına rağmen, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Fakülte Kurulu 2
Aralık 1982 tarih ve 4943 sayılı kararınca “Fahri
Hukuk Doktoru” unvanının verilmesini hem de ittifakla alınan bir kararla
verilmiş olmasını ve aynı gün her fakültenin dekanın, birer öğretim üyesinin, yüksekokul
müdürlerinin ve rektör yardımcılarının katıldığı İstanbul Üniversitesi
Senatosunca da hukuk doktorluğu yetmezmişçesine oy birliğiyle “Fahri Hukuk Profesörlüğü ve Hukuk
Doktorluğu (Honoris Causa)” verilmesini nasıl izah edeceğiz. Hani bugün
adalet ne hale geldi diye hayıflanan, dövünen ve bağıranlara göre bu durum
nasıl izah edilebilir acaba? Aman kimse bana o dönem başkaydı demesin lütfen,
dün ile bugün arasındaki fark sadece şekildir… Hem de şimdilerde hukukçu diye ortalıklarda
vızır vızır dolaşanların önemli bir bölümü bu rezalet paye taltifini öneren ve
hazırlayanların rahle-i tedrisatından geçmişken, nasıl olurda bu görmezden
gelinir, anlamak mümkün değil… Hele bir de kararın gerekçesine bir bakım, “Haiz olduğu ahlaki faziletler ve
meziyetler yanında vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler
ifasıyla temayüz etmiş olan Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren'e ilmi kıymet ve
meziyetlerinin tebcili için "fahri profesörlük" payesinin tevcihine
karar verilmiştir.” Tam bir rezalet…
Peki, hiç hukuk öğrenciliği yapmamış olanların bile kolayca
bilebileceği üzere, örneklerinin yüzlerce yıl gerilerde kaldığı, hukukun en
önemli düsturu suçun kişiselliğinin ayaklar altına alındığı bu davranışı bir
üniversite hocası olarak, deve dişi kabilinden olan koca koca Prof lar,
Doçentler bilmez mi idi? Bilmemeleri mümkün mü, bilirler hem de domuz gibi
bilirler, ama yağcılık ve yalakalık unvanı kazanılma karşılığında düzenlenen bu
kâğıt parçasının ne önemi vardır bu zevat için. Nasıl olsa kimse onlardan bu rezaletin
hesabını soramazdı hatta sormayacaktı. Yaklaşık 5 yıldan beri, o dönemdeki
İstanbul Üniversite’si Hukuk Fakültesi Fakülte kurulu üyeleri ile İstanbul
Üniversitesi Senatosunu oluşturan bu zevatın kimler olduğunu öğrenme
konusundaki tüm girişimlerim maalesef olumlu sonuçlanmamıştır. Çok merak
ediyorum acaba bu heriflerden arta kalanlar kimler ve bunlardan hangileri
nerelerde hangi paye ve unvanlarla görev yapıyorlar ya da akıldanelik
ediyorlar, acaba geçmişte katkı verdikleri bu subuk karar için pişmanlık
duyuyorlar mı vs. vs. görüşüme göre bunların her birinin adı unutulmamalı ve
unutturulmamalı… Eğer yaşamıyorlarsa da mirasçılarından özür dileyerek tüm bu
kelamları ediyorum, aralarında aklı başında insanların varolma ihtimalini göz
önünde tutarak tabii ki. Tarihin her döneminde İstanbul Üniversitesi bu kabil
gerici ve faşizan görüşlerin etkisi altında kalmıştır, ama bu seferki bu kadar
da kolay açıklanacak cinsten değil Vallahi. İstanbul Üniversitesi alnındaki bu
kara lekeden kurtulmak için behemehal, bu unvanı geri alma kararı almalıdır,
aksi takdirde bu kamburla anılacaktır hep…
Neymiş demek ki, suç ile hiçbir ilişkisi olma ihtimali olan
binlerce insanın katli için karar almış, diktatörlerin başı için örnek hukukçu
anlamı da taşıyabilecek paye taltif kararı veren hukukçular da varmış geçmişte,
şimdi de bol miktarda örneği olduğu üzere… Aslolan, demokratik, ahlakı yüksek
ve hiçbir zaman utanç ve pişmanlık duyulmayacak kararlar üretebilmek, namusu
asla tartışılamayacak karar üretecekleri yetiştirebilmek, aksi sadece ve sadece
utanç müzelerinde resim olarak kalacaktır geleceğe… Üstelikte artık faşist
askeri darbenin üstünden yaklaşık 1,5 yıl geçmiş artık, işkence de ölenler,
sokakta sürek avı neticesinde öldürülenler, tutuklu sayılarının milyonu aşmış olması,
idamların durmadan gerçekleşmesi gibi gayri hukuki keyfi uygulamaların ayyuka
çıkmasına ve yok ben duymadım, yok ben görmedim demenin mümkün olmadığı bir
ortamda olmasına rağmen bu rezalet yaşanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder