Salı, Eylül 17, 2013

3F ( FADO – FİESTA – FUTBOL)

Canım Yurdumda, 2013–2014 futbol sezonu her türlü şaibeyi barındırarak ve bir türlü de bu durumdan kurtulmayı beceremeden sürüp gideceği haliyle başlamıştır. Canım yurdumda durum bu da sanki diğer ülkelerde durum farklı mı, kesinlikle hayır, çünkü futbolun bu kadar öne çıkarılması sistem zaaflarının kapatılması, yaşanan her türlü hayâsızlıkların gözlerden uzak tutulması çabası olup “cambaza bak yönteminin” en güzel ve etkili aracıdır. Kavli beladan beridir, büyük büyük stadyumlar yapılıp içine doldurulan yüz binlerce insana grup terapisi kabilinden afyondan geçirilme seansları düzenlenmekte olup, en büyük sıçramayı ise, bu formülün babaları İspanya’daki Faşist Franco ve Portekiz’deki faşist Salazar gerçekleştirmiştir.

Futbol; spor olmaktan ne yazık ki çıkarılmış ve işin içine milyonlarca doların girdiği bu kabil her müsabakada olabileceği üzere toplumları afyon terapisine tutulmuşçasına etkisi altına almaktadır, çünkü işin içinde artık büyük bahisler vardır büyük paralar vardır, aaa gerçi biri de çıkar, yahu amaç milleti uyutmak ise futbolla uyumazlarsa bu sefer basketbolu öne çıkarırlar, tıpkı ABD de olduğu üzere derse de buna itirazımız olmaz, maksat hâsıl olsun yeter muktedirler açısından diyerek… Bir diğeri de kardeşim biraz da bu toplum uyanık olsun hemen uyutulmaya hazır beklemesin der ise, bakın buna da itiraz edemem Vallahi… Ama nihayetinde bazı düşünürlerin söylediği üzere futbol kitleler üzerinde adeta bir din etkisi yaratmakta ve her geçen gün dini ritüel sayısı ile maç oynama sayısı neredeyse eşitlenmektedir…

Aslında yedekleri ile birlikte bakıldığında en fazla elemanı barındıran spor dalı olarak çok büyük kitleler tarafından izlenen ve ihtiyaç duyulan araçların ise harcıâlem olması nedeni ile de yapılması kolay ve izlemesi çok zevklidir futbol, bu yüzden büyük kitleler tarafından izlenir. Belki de bu yüzden para ve şovenizm bu kadar oturmuştur merkezine bu sporun…

Faşizmin ve Diktatörlerinin toplumları yönetirken, toplumun hayatın gerçeklerinden olabildiğince uzakta durmaları, toplumların gerçekleri görmesini değil rüyalar görmesini istedikleri için sıkça başvurdukları yöntem; Faşist diktatör Salazar Portekiz’inde Fado Fiesta Futbol, faşist diktatör Franco İspanya’sında Fiesta, Festival, Futbol formülü olmuş ve hayat bu bakış açısıyla şekillendirilmeye başlanmış ve bu formülde ilk 2 F si Fado müziği, fiesta eğlenceyi ifade etmektedir. Başkaları da çıkar ve 3F yi Fuhuş, Faşing ve Futbol diye de ifade ederse fazlaca itiraz etmem açıkçası. Hatta biri çıkar artık 3 F değil 4F vardır, hadi bakalım ekleyin Facebook’u da derse bu da makul bir önerme olarak kabul görür bence… Gerçek olduğu söylenen bir hikâyeden bahsedilir hep, faşist diktatör Salazar avenesine bir gün, “Bana onbinlerce insani uyutabileceğim bir beşik yapın” demiş ve bu talimat üzerine, derhal başkent Lizbon’da büyük bir stadyum yapılmış ve kendisine ülkeyi nasıl yönettiğini soranlara da bu büyük stadyumu göstererek “Futbol olmasaydı ben Portekiz’i yönetemezdim” dermiş… Bugünlerde ülkemizde de hiç te gereği yokken bu kadar çok ve büyük stadyum yapma girişimleri de bu fasıldan değerlendirmeli mi acaba? Kesinlikle ve tartışmasız doğru olan bir şey var, bir insanin, aylık ücretinin yarısını yakınını hafta sonları izleyeceği maç için bilet ve seyahat bedeli olarak harcamasının kolay kolay izah edilemeyeceğidir. Ne yazık ki, zaman zaman kendim de dâhil, insanlar futbol ile yatıp kalkmaktadır adeta, mezkûr insanlar arasındaki tek fark ise, bazıları uyanmayı becerebilmektedir…

Ancak muktedirler açısından bu sporun izleyicilerine yönelik, büyük bir hoş görü ile karşılanan her türlü saldırgan tavırlarının afyon terapisi konusunda aşama kaydettikleri aşikâr olup, normal hayatta olsa kesinlikle hapis cezaları ile sonuçlanacak her türlü hakaret, saldırı ve yaralama hatta öldürme fiilleri bile cezasız kalmaktadır. Buradan cesaretle maçlardan sonra mikrofon uzatılan küfürbaz ve saldırgan seyirciler “ne yapalım bu şekilde dejarj oluyoruz” deme cesareti gösterebiliyorlar, üzerine de TV lerin en önemli saatlerini işgal eden egoları gazlanmış ve şişirilmiş aslında kocaman birer hiç olan malum zevat tarafından da “seyirci haklı kardeşim” gibi subuk yaklaşımlarla topluma şirin gösterilmeye çalışılmakta, her bir gereksiz detaya müdahale etme gereği gören RTÜK denen sansür kuruluşundan ise ses çıkmamaktadır. Adeta 50 TL verip bilet alan herkes, karşısında olan herkese, beğenmediği hakem, yönetici, futbolcu, seyirci ayırımı yapmaksızın her istediğine küfür edebilme, saldırabilme ruhsatı/yetkisi almıştır. Tüm bu rezalete göz yumanlar işi o kadar uçuk noktalara getirmişlerdir ki, bir ambulans geçişi konusunda haddinden fazla geniş ve rahat davranan yetkililer, herhangi bir maç kutlaması için oluşan konvoylara adeta eskortluk yapılmasına prim vermektedirler. Bakıyorsun inanılmaz bütçelerle kurulan güvenlik ve izleme tesisleri neticesinde bu her türlü herzeyi yemiş zevat yakalanıyor, zannedersiniz ki ceza hukuku çalışacak nerde adeta dağ fare doğuruyor, “2 hafta maçlara girememe cezası”, komedi… Bu kutsanmışlık içinde bu kabil insanların bu kadar saldırganlıkla yetinmesini de bir kar olarak görmekten başka bir şansımız kalmamaktadır. Maçların yaratılan atmosferlerde oynanması esnasında normal hayatta son derece sakin, sessiz ve akıllı görünümlü deve dişi gibi insanların adeta kendilerini kaybedercesine illizyona kapılmaları ve örneğin 2 samimi arkadaşın karşıt takımların taraftarı olması halinde birbirlerine karşı takındıkları tavır mide bulandıracak noktaya tırmanmaktadır. Futbolun kendisinin afyon etkisi yaratmasının yanında asıl etkisi diğer olaylara türban geçirilmesine yol açabilmesi, muktedirler tarafından en fazla desteklenen ve köpürtülen yanıdır. Milli maç dönemlerinde, bu milli görevdir yorumu yapıp alkış bekleyen aktörlerin işin paraya döküldüğü prim tartışmaları tarafında milli görev yorumunu bir kenara bırakıp, şundan aşağı olmaz, bundan yukarı olmalı pazarlıklarına kolaylıkla girebilmeleri bile konunun ne türden bir milli görev algısına tekabül ettiğini göstermektedir. Futbolcuların çok büyük paralar ile transfer edilebildiği, Canım Yurdumda bile naklen yayın ihalesinin 2 milyar dolar civarında bir bilançoya ulaşabildiği, Rıdvan Dilmen gibi spor yorumcularına yıllık 5 milyon dolar ödenebildiği, kaldı ki bu zat gibi bu ülkede en az 25 milyon insan vardır, ortamlarda sporun toplumsallığı illizyon yaratmanın dışına asla ve kata çıkamayacaktır. Hiç unutmuyorum, Sovyetler Birliği döneminde katıldıkları 1982 dünya kupası finallerinde turnuva gol kralı olan futbolcusuna tebrik ve takdir için gönderilen 100 doları duyan bizim önemli zevatımızın hor görmeleri gazetelerin spor sayfalarını günlerce işgal etmişti, bu ekip etik, ahlak ve sporun erdemi üzerine koca koca laflar ettiklerini hemen unutabilmişlerdi… Şimdilerde bakıyorum da aynı zevat ortaya saçılan şike kayıtlarına, iddialarına ve mahkeme kararlarına karşın hala ve utanmadan “aman dikkat futbol çöker” gibi abuk subuk laflar etmekte, adeta aman futbol çökmesin de isterse toplumun tüm ahlaki değerleri çöksün demektedirler, ahlaksızlığın bu kadarı da ancak futbol yorumculuğu ile gerçekleşebilmektedir adeta… Ama bu işin de cılkı çıktı artık, eskiden bir maç izlemek için hafta sonu beklenirdi, şimdilerde her gün, her saat herhangi bir TV kanalında maç seyredilmek mümkün, buna paralel olarak ta afyon alma seansları uzamaktadır.

Artık dünya tek kutuplu dünya da oldu ya, sömürünün ve baskının artışına doğru orantılı bir biçimde daha da öne çıkarılıyor futbol haliyle, peki bu şişirilmiş ve abartılmış bütçelere dayanması mümkün mü, peki bu gidişle futbol çöker mi, bilemiyorum ama gelen sinyaller hiç te olumlu değil…

Son olarak; yıllar önce Devekuşu Kabare’de geceler oyununda duyduğum müthiş, “insanların rüya görmesini engellemeyin yoksa gerçekleri görürler” ile yakınlarda kaybettiğimiz futbol emekçisi Metin Kurt’un “Futbol borsada değil arsada oynanır” sözleri ile konuyu bağlayalım. Anlayana…


1 yorum:

Tahsin Usluoğlu dedi ki...

Anlayana...! Güzel bağlama hocam ama kim bunlar ? Kimler anlayacak ? Futbolun çamurundan kafasını kimler kaldırabilecek ? Seyirciyi (taraftarı değil) ayırdedelim ama bu işten beslenen her kim varsa bu çamurun içindedir. AY'nin "Şike İşleri Müdürü" Rıdvan tabii başlarda gelir...