Cumartesi, Şubat 15, 2014

12 EYLÜL TÜRKİYE’SİNİN MENGELELERİ

İçimizdeki Amerikalılar tarafından 12 Eylül 1980 de; “halkın sosyal ve siyasal gelişmesinin işbirlikçi burjuvazinin ekonomik gelişmesinin önüne geçmesi” gerekçesi ile yapılan faşist darbe neticesi halktan yana kim varsa, gözaltına alınmış, Pentagon ve Panama’daki özel harp enstitülerinde rahle-i tedrisattan geçmiş işkenceciler tarafından şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle yok edilmeye çalışılmıştır. Bu alçak işkencecilerin görevlendirildiği tüm cezaevlerinde icraatlarını rahat rahat icra ederlerken, kendilerine bu alçak faaliyetleri esnasında bir grup alçak doktor da lojistik destek vererek, sözde insanların işkencede ölmeden, sağ kalarak olabildiğince uzun yaşayıp sorgulanabilmesi için sahipleri adına hizmet vermişler, doktor gözetiminde, işkence görenlerin maksimum ne kadar tuzlu maya yiyebileceği, elektrik akımına ne kadar dayanabileceği, falakaya ne kadar dayanabileceği, Filistin askısında ne kadar süre kalabileceği, ne kadar jop darbesine direnç gösterebileceği konusunda fiziki dayanım, işkence görenlerin iradelerinin ne zaman kırılabileceği, ne zaman bülbül kesilecekleri konusunda ise psikolojik “derin çalışmalardan” geçirilmişlerdir.

Ahlaklarının ve akıllarının, ceplerinin doldurulması iştahına ve isteğine yenilmesi neticesinde, ruhunu satmış bu doktor müsveddeleri işkencehanelerde verdikleri hizmetler yetmezmişçesine, tutsakları yıldıramayacaklarını, yok edemeyeceklerini anlayınca, tutsakların rızaları hilafına ya da habersiz olarak sistematik şekil ve yöntemlerle “kobay” olarak kullanma projelerini gerçekleştirmenin çok önemli bir parçası sayılabilecek hafıza derinliğine sızma amacıyla “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” başlıklı bir kimyasal müdahaleler ve mücadeleler zincirine girişmişlerdir. Tüm bunların yanı sıra, utanmadan, arlanmadan daha henüz patenti alınmamış ilaçların ve radyoaktif elementlerin devrimci tutsaklar üzerinde denenmesi konusunda herhangi bir tereddüt göstermeden sözde bilimsel deneyler yapma konusunda yoğun çalışmalar götürmüşlerdir. Bunlara tanıkmısınız diye bir soru olursa da, maazallah, sonra adama siz daha neler var neler, tanıklık gerektirmesine rağmen inandığınız diye sorarlar… Bu konuda çok ciddi yayınlar vardır, ne yazık ki hiçbir şekilde de itiraz ve temyiz edilmemişlerdir.

İçimizdeki Amerikalıların başı Kenan Evren ve 5li çeteyi oluşturan generaller, bir tarafıyla aldıkları eğitimler ve telkinler ya da başkaca da olabilecek gerekçelerle yaratılan kanlı diktatörlüğün 2000li yılara kadar varlığını sürdürebildiği ehven ve vasatta, muhtemelen ve ilaveten de hiyerarşideki şefleri sayılabilecek gizli misyon şefleri tarafından yönlendirme neticesinde, bir taraftan yeni yöntemler ihdas edilirken diğer taraftan da öncülleri olan faşistlerin eskimiş yöntemlerine de başvurmuşlarıdır. Kimyasal uygulamaların babası sayılan ve Nazi –Faşist Almanya’sının başta Yahudiler olmak üzere komünistleri, sosyalistleri, sendikacıları hülasa kendilerine biat etmeyen her kim varsa topladıkları toplama kamplarında cansiperane çalışan ve normal bir insanın aklına asla ve kata gelemeyecek, insan vicdanının ve aklının asla kabul edemeyeceği, isyan edeceği yöntemleri uygulayan ve tarihe “ölüm meleği” diye geçen Nazi doktoru Joseph Mengele şahsında tüm işkenceci doktorları da örnek almaktan geri kalmamışlardır.

Bilindiği üzere; Nazi-Faşistlerin organize ettiği en önemli toplama kampı Auschwitz’te görevlendirilen Doktor Joseph Mengele, gaz odalarında ölen insanın davranışının nasıl olduğu, narkoz kullanmadan insanların bazı organlarını keserken nasıl davrandığı, böbreksiz insanın, kalbi çıkarılan bir insanın, karaciğeri alınan bir insanın davranışının, suyun içerisinde nefes almadan bir insanın ne kadar yaşayabileceğinin tespiti ile tüm bunların nasıl olacağı gibi alçakça yapılan ölümcül deneylerin baş sorumlusu olarak tarihe geçmiştir. Tüm bu insanın kanını donduranlar yapılırken de utanmadan arlanmadan bu olanların adına “bilimsel çalışma ve araştırma” diyen, bunları kabul eden, bu ahlaksız ve namussuzca elde edilen verilere bilimsel veri diyen, tüm bu alçaklıklara ses çıkarmayan bir grup ta, sözde bilim adamı endamı ile ortalıkta gerdan kırıyorlardı, tarihi kayıtlara göre… Sözde bilimsel çalışmaların en önemli finansal destekçileri de dev ilaç tekelleri olup, en başında da “Bayer” gelmekteydi, en azından kayıtlar böyle diyordu…

İçimizdeki Amerikalıların başı Kenan Evren ve 5li çeteyi oluşturan generaller tarafından, CIA’nın Türkiye kuruluşu olduğu büyük ölçüde ispatlanmış HZİ (Hafize Zehra İtil) vakfı ve başındaki Prof. Dr. Turan İtil ve Prof. Dr. Ayhan Songar görevlendirilmiş olup, kendilerine salt bu nedenlerle “12 EYLÜL TÜRKİYE’SİNİN MENGELELERİ” adı verilmiştir, İlerici, Demokrat ve Devrimci çevrelerde… CIA marifeti olan bu kuruluş eliyle cezaevlerindeki tutsaklar üzerinde, Nazi –Faşist Alman doktoru Mengele’yi aratmayacak, bir dolu yöntemi denemişlerdir. 5Lİ çete tarafından mezkur bilim adamlarının yetkilendirilmesini müteakip, HZİ Vakfına getirilen tutsaklara, başta da kullanıma çıkmamış ilaçların testlerinin yapıldığı, elektroşok uygulamalarına dayalı testler yapıldığı uzun süre iddia edilmiş ve bilahare de gerek Sağlık Bakanlığı gerekse de TBMM ilgili komisyonlarınca yapılan incelemeler sonucunda mezkur suçun işlendiği tespit edilmiş ve, bunu engelleyecek bir yasa yoktur denilerek konunun üstü örtülmüştür.

2005–2012 tarihleri arasında Amerikan Hava Kuvvetleri Araştırma Merkezi'nde, Nörofizyoloji ve Psikofarmakoloji araştırmaları İkinci Başkanı olarak görev yapmış Prof. Dr. Turan İtil; “Bunların elinde olmayan bir şey var, içgüdüleri var, bunu anlayabilmek için iki tanesini görmeniz kafi, üç taneye gerek yok. Öyle bir şey ki bunlar, buluttan nem kapan insanlar, kontrol edilemeyen bir kızgınlıkları var. Terörist olmasalardı da katil olurlardı. Bir araştırma yaptık, Türkiye’nin çeşitli hapishanelerindeki teröristlerle görüştük, üstelik bu araştırmanın güvenilir yanı kim terörist kim değil diye bir kuşkunun olmayışı. Bu teröristler için kesinlikle en iyi ilaç yaştır. Kimse 40 yaşından sonra terörist olmaz. O halde kırka kadar beklemek gerek. 40 yaşına kadar içeride hapishanelerde tutulmaları gerekir. Pahalı bir yöntem ama idamdan daha iyi.” benzeri bir rapor hazırlarken, bir “terör semineri”nde ise, “Hapishane düzeni değiştirilmeli. Koğuş sistemi yerine teröristlerin küçük topluluklar halinde 5-6 kişilik hücrelerde tutulması uygundur.” diyerek bilahare oluşacak ve tarihe büyük bir ayıp diye geçecek F tipi cezaevlerinin fikir babası olmak gibi bir şerefe haizdir. Bir başka şeref te; “solcuların genetik olarak suçlu olduğunu” gibi garabet saptamalar yapan Prof. Dr. Ayhan Songar’a aittir. Tüm bu subuklukları aklı başında olan herkes tereddütsüz reddetmelidir.

Ama Kapitalist düzene satılmış bu kabil anlı şanlı sözde “bilim adamlarının” gerçek yüzleri, neye hizmet ettikleri ortadadır ve 12 Eylül faşist darbesinin bir karabasan gibi tüm halkın üzerine çöktüğü mezkûr süreçte, tutsaklara cuntacıların işkencehane ve zindanlarında insanlık onurunun ayaklar altına alındığı testleri uygulayanları tarih unutmayacaktır. 

 

Hiç yorum yok: