İçimizdeki Amerikalılar tarafından 12 Eylül 1980 de; “halkın sosyal ve siyasal gelişmesinin
işbirlikçi burjuvazinin ekonomik gelişmesinin önüne geçmesi” gerekçesi ile yapılan
faşist darbe neticesi halktan yana kim varsa, gözaltına alınmış, Pentagon ve
Panama’daki özel harp enstitülerinde rahle-i tedrisattan geçmiş işkenceciler
tarafından şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle yok edilmeye
çalışılmıştır. Bu alçak işkencecilerin görevlendirildiği tüm cezaevlerinde icraatlarını
rahat rahat icra ederlerken, kendilerine bu alçak faaliyetleri esnasında bir
grup alçak doktor da lojistik destek vererek, sözde insanların işkencede
ölmeden, sağ kalarak olabildiğince uzun yaşayıp sorgulanabilmesi için sahipleri
adına hizmet vermişler, doktor gözetiminde, işkence görenlerin maksimum ne
kadar tuzlu maya yiyebileceği, elektrik akımına ne kadar dayanabileceği,
falakaya ne kadar dayanabileceği, Filistin askısında ne kadar süre
kalabileceği, ne kadar jop darbesine direnç gösterebileceği konusunda fiziki
dayanım, işkence görenlerin iradelerinin ne zaman kırılabileceği, ne zaman
bülbül kesilecekleri konusunda ise psikolojik “derin çalışmalardan”
geçirilmişlerdir.
Ahlaklarının ve akıllarının, ceplerinin doldurulması
iştahına ve isteğine yenilmesi neticesinde, ruhunu satmış bu doktor müsveddeleri
işkencehanelerde verdikleri hizmetler yetmezmişçesine, tutsakları yıldıramayacaklarını,
yok edemeyeceklerini anlayınca, tutsakların rızaları hilafına ya da habersiz
olarak sistematik şekil ve yöntemlerle “kobay”
olarak kullanma projelerini gerçekleştirmenin çok önemli bir parçası
sayılabilecek hafıza derinliğine sızma amacıyla “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” başlıklı bir kimyasal müdahaleler
ve mücadeleler zincirine girişmişlerdir. Tüm bunların yanı sıra, utanmadan,
arlanmadan daha henüz patenti alınmamış ilaçların ve radyoaktif elementlerin devrimci
tutsaklar üzerinde denenmesi konusunda herhangi bir tereddüt göstermeden sözde
bilimsel deneyler yapma konusunda yoğun çalışmalar götürmüşlerdir. Bunlara
tanıkmısınız diye bir soru olursa da, maazallah, sonra adama siz daha neler var
neler, tanıklık gerektirmesine rağmen inandığınız diye sorarlar… Bu konuda çok
ciddi yayınlar vardır, ne yazık ki hiçbir şekilde de itiraz ve temyiz edilmemişlerdir.
İçimizdeki Amerikalıların başı Kenan Evren ve 5li çeteyi
oluşturan generaller, bir tarafıyla aldıkları eğitimler ve telkinler ya da
başkaca da olabilecek gerekçelerle yaratılan kanlı diktatörlüğün 2000li yılara
kadar varlığını sürdürebildiği ehven ve vasatta, muhtemelen ve ilaveten de
hiyerarşideki şefleri sayılabilecek gizli misyon şefleri tarafından yönlendirme
neticesinde, bir taraftan yeni yöntemler ihdas edilirken diğer taraftan da
öncülleri olan faşistlerin eskimiş yöntemlerine de başvurmuşlarıdır. Kimyasal
uygulamaların babası sayılan ve Nazi –Faşist Almanya’sının başta Yahudiler
olmak üzere komünistleri, sosyalistleri, sendikacıları hülasa kendilerine biat
etmeyen her kim varsa topladıkları toplama kamplarında cansiperane çalışan ve
normal bir insanın aklına asla ve kata gelemeyecek, insan vicdanının ve aklının
asla kabul edemeyeceği, isyan edeceği yöntemleri uygulayan ve tarihe “ölüm
meleği” diye geçen Nazi doktoru Joseph Mengele şahsında tüm işkenceci
doktorları da örnek almaktan geri kalmamışlardır.
Bilindiği üzere; Nazi-Faşistlerin organize ettiği en önemli
toplama kampı Auschwitz’te görevlendirilen Doktor Joseph Mengele, gaz
odalarında ölen insanın davranışının nasıl olduğu, narkoz kullanmadan
insanların bazı organlarını keserken nasıl davrandığı, böbreksiz insanın, kalbi
çıkarılan bir insanın, karaciğeri alınan bir insanın davranışının, suyun
içerisinde nefes almadan bir insanın ne kadar yaşayabileceğinin tespiti ile tüm
bunların nasıl olacağı gibi alçakça yapılan ölümcül deneylerin baş sorumlusu
olarak tarihe geçmiştir. Tüm bu insanın kanını donduranlar yapılırken de
utanmadan arlanmadan bu olanların adına “bilimsel çalışma ve araştırma” diyen,
bunları kabul eden, bu ahlaksız ve namussuzca elde edilen verilere bilimsel
veri diyen, tüm bu alçaklıklara ses çıkarmayan bir grup ta, sözde bilim adamı
endamı ile ortalıkta gerdan kırıyorlardı, tarihi kayıtlara göre… Sözde bilimsel
çalışmaların en önemli finansal destekçileri de dev ilaç tekelleri olup, en
başında da “Bayer” gelmekteydi, en azından kayıtlar böyle diyordu…
İçimizdeki Amerikalıların başı Kenan Evren ve 5li çeteyi
oluşturan generaller tarafından, CIA’nın Türkiye kuruluşu olduğu büyük ölçüde
ispatlanmış HZİ (Hafize Zehra İtil) vakfı ve başındaki Prof. Dr. Turan İtil ve
Prof. Dr. Ayhan Songar görevlendirilmiş olup, kendilerine salt bu nedenlerle “12 EYLÜL TÜRKİYE’SİNİN MENGELELERİ” adı
verilmiştir, İlerici, Demokrat ve Devrimci çevrelerde… CIA marifeti olan bu
kuruluş eliyle cezaevlerindeki tutsaklar üzerinde, Nazi –Faşist Alman doktoru
Mengele’yi aratmayacak, bir dolu yöntemi denemişlerdir. 5Lİ çete tarafından
mezkur bilim adamlarının yetkilendirilmesini müteakip, HZİ Vakfına getirilen
tutsaklara, başta da kullanıma çıkmamış ilaçların testlerinin yapıldığı,
elektroşok uygulamalarına dayalı testler yapıldığı uzun süre iddia edilmiş ve bilahare
de gerek Sağlık Bakanlığı gerekse de TBMM ilgili komisyonlarınca yapılan
incelemeler sonucunda mezkur suçun işlendiği tespit edilmiş ve, bunu
engelleyecek bir yasa yoktur denilerek konunun üstü örtülmüştür.
2005–2012 tarihleri arasında Amerikan Hava Kuvvetleri
Araştırma Merkezi'nde, Nörofizyoloji ve Psikofarmakoloji araştırmaları İkinci
Başkanı olarak görev yapmış Prof. Dr. Turan İtil; “Bunların elinde olmayan bir şey var,
içgüdüleri var, bunu anlayabilmek için iki tanesini görmeniz kafi, üç taneye
gerek yok. Öyle bir şey ki bunlar, buluttan nem kapan insanlar, kontrol
edilemeyen bir kızgınlıkları var. Terörist olmasalardı da katil olurlardı. Bir
araştırma yaptık, Türkiye’nin çeşitli hapishanelerindeki teröristlerle
görüştük, üstelik bu araştırmanın güvenilir yanı kim terörist kim değil diye
bir kuşkunun olmayışı. Bu teröristler için kesinlikle en iyi ilaç yaştır. Kimse
40 yaşından sonra terörist olmaz. O halde kırka kadar beklemek gerek. 40 yaşına
kadar içeride hapishanelerde tutulmaları gerekir. Pahalı bir yöntem ama idamdan
daha iyi.” benzeri
bir rapor hazırlarken, bir “terör
semineri”nde ise, “Hapishane düzeni değiştirilmeli. Koğuş sistemi
yerine teröristlerin küçük topluluklar halinde 5-6 kişilik hücrelerde tutulması
uygundur.” diyerek
bilahare oluşacak ve tarihe büyük bir ayıp diye geçecek F tipi cezaevlerinin
fikir babası olmak gibi bir şerefe haizdir. Bir başka şeref te; “solcuların
genetik olarak suçlu olduğunu” gibi garabet saptamalar yapan Prof. Dr. Ayhan Songar’a
aittir. Tüm bu subuklukları aklı başında olan herkes tereddütsüz reddetmelidir.
Ama Kapitalist düzene satılmış bu kabil anlı şanlı sözde
“bilim adamlarının” gerçek yüzleri, neye hizmet ettikleri ortadadır ve 12 Eylül
faşist darbesinin bir karabasan gibi tüm halkın üzerine çöktüğü mezkûr süreçte,
tutsaklara cuntacıların işkencehane ve zindanlarında insanlık onurunun ayaklar
altına alındığı testleri uygulayanları tarih unutmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder