Pazartesi, Eylül 28, 2015

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ – 5 KIRŞEHİR’İN İLÇE YAPILMASI

Yere göğe “Demokrasi şehidi” hasebiyle sığdırılamayan, neredeyse demokrasinin ulu ve ulvi yıldızı diye tapınılan, ama “dindar ve kindar” nesil yetiştirme uzmanı ve öncülü olduğu bilahare ortalığa saçılan, her türlü hile, hurda ve desise dolu işler işleyip sonradan pişman olan ya da çark eden, seçim kazanıp iktidarını koruma adına, insan olanın asla ve kat’a aklına gelemeyecek, malum meleği bile hasetinden çatlatacak düzeyde kararlar alınan bir dönemin lideridir malum zat...

Malum hareket, “yeter söz milletindir” diyerek, ABD den aldığı sınırsız ve katıksız destek ve gaz ile ortaya çıkıp, ve de, ne yazık ki öngörüsüz ve çapsız bazı aydın çevrelerin de, tıpkı şimdiki zamanlardaki “yetmez ama evetçi” benzerleri gibi, çoşku ile desteklediği, Demokrat Parti (DP), 1950 seçimlerinde, o günkü seçim kanunun da, el ve yol vermesiyle, %53 oyla TBMM’de % 85 oranında bir temsiliyet yakalar ve canım yurdumun artık kaderinin, tarihe kara bir leke gibi düşmesine, neden olur... Esasen de; TBMM deki bu adaletsiz ve hukuki ama ahlaksız temsil, iktidar sahiplerinin başını döndürür, artık kendilerini deyim yerindeyse ali kıran, baş kesen gbi hissetmektedirler... Nasıl olsa TBMM’de çoğunluk kendilerinde, artık hilafeti bile getirmek isterlerse getirebilirlerdi, gücün hoyratlaştığı, hoyratlığın saldırganlaştığı, saldırganlığın yok etmeye kadar vardığı sürecin, vitesi bir arttırılmıştı... Akıl ve izan ihsan eylesin yaklaşımlarına kapılar kapatılmış, Allah ta verdikçe veriyordu bunlara gücü.... Çağdaş ve uygar dünya için birer angutluk sayılabilecek, günlük kar ve yaklaşımların siyasetin merkezini oluşturması devri başlamıştı, artık... Reis ne istiyorsa o oluyordu, hukuk ayaklar altına alınmış, ne gam ne keder... Aslolan paşazadelerin iktidarı devam ede...

1954 yılında milletvekili genel seçimleri yapılır; oyların % 58 ini DP, %35 ini CHP, % 5 ini CMP ve % 3 ünü Bağımsızlar alır ve TBMM’de temsil ise DP 502, CHP 31, CMP 5 ve Bağımsızlar 3 milletvekili şeklinde olur... Görüleceği üzere, tablo seçim sistemi tercihinden ötürü çok anlamsız ve temsil hakkaniyetine hiçte uygun düşmemektedir. Liderliğini Osman Bölükbaşı’nın yaptığı CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi), sadece Kırşehir İlinde 5 milletvekilliğini alır, alır da, gerek seçim çalışmaları süresince DP muhalifliğinin yoğunluğu, gerekse de eleştirilerin şahsiliği ve ağırlığı karşısında, DP iktidarı Kırşehir’e mim koymuştur artık...

Uzun çalışmalar neticesinde, kendilerine oy vermeyen Kırşehir İlini ilçe yapma kararı alınır ve derhal uygulama için kanun hazırlanır, talimatla komisyonda hazırlanan Kanun tasarısını inceleme görevini üstlenen komisyonun Başkanı DP’li olmasına rağmen o bile dayanamaz ve kanun tasarısının hiçbir hal ve şartta adalet düşüncesi ile bağdaşmadığını öne sürerek istifasını verir. Artık kinini ve öfkesini esirgemeyen bir ekip iş başındadır ve her kim ki muhaliftir, bir anlamda katli vaciptir, hatta o kadar ileri gidilmiştir ki söylemde; CHP nin aldığı %35 oy bile sindirilememiş ve Başvekil Adnan Menderes’in tarihe bir ibret konuşması olarak geçen sözü etmesine sebep olmuştur, “Demek ki, bu memlekette demokratlaştıramadığımız yüzde 35’lik bir halk var”... Bu ne hırs, bu ne doymazlık, bu ne kin, Allah gözünüzü doyursun... Nerdeyse fırınlara talimat edip, muhaliflere ekmek verdirmeyecekler...

Neyse, tekrar Kırşehir’in ilçe yapılması olayına gelelim; zaman itibariyle, Kırşehir ilçe yapılınca bir kısım ilçeleri ayrılarak Nevşehir ili oluşturulur, bir kısım ilçeler ise, Ankara ve Yozgat’a bağlanarak, konu, tam da Demokrat Parti ve yönetiminin şanına uygun ve son derece demokratik(!!!!) bir biçimde derdest edilir. Gerçi, Kırşehir 1957 yılında, artık hangi akla hizmet ya da hangi anlaşma mucibince tekrar il yapılır bilinmez ama daha önce kendisine bağlı ilçelerin önemli bir bölümü artık başka illere bağlanmıştır. Geçmiş olsun...

Dedik ya, kindar ve dindar bir yönetimin son derece demokratik(!!!!) yönetimi altında inim inim inler canım Yurdum, bu dönemde sadece CMP liderinin seçildiği ille mi sınırlı kalır, nerdeeee, CHP liderini de tercih eden Malatya, bu demokratlaştırılma operasyonundan nasibini alacaktır, hemen buradan bölünme suretiyle Adıyaman diye yeni bir il ihdas edilecektir. Şimdi diyorlarki; bugünlerde yaşananlar ilk olup daha önce yaşanmamışlardır... Hadi bakın bakalım ilkmiymiş... Beklenen oy verilmeyince ne yapılıyormuş, hemen cezası kesiliyormuş, nasıl kesiliyormuş, kanun marifetiyle, buldun mu beleş el kaldırıcıları hemen kanunlar çıkarılıveriyor ve oluyor sana kanun nizam hakimiyeti, sevsinler... Gerçi malum hikaye; Kırşehir’den gelen adam Kadıköy’ü görünce, “buraya Köy, bizim oraya da şehir diyenin boynu altında kalsın” demiş ya, bizim açımızdan da, Kırşehir il olsa ne olur, olmazsa ne olur, ama konu, nasıl bir kin ve öfke fışkırmasıdır, görülsün diye... Bu olay, basında ve tarihteki yerini “Kırşehir faciası” diye alınca, hemen Başvekil Adnan Menderes, hani Demokrasi havarisi ilan edilir ya, “Kırşehir faciası diyorlar... Eğer memlekette ilçe olmak facia ise, hemen söyleyeyim ki, memleketimizde halen yaklaşık 500 ilçe daha vardır. onlar da bu hale göre facia içindedirler” diyerek, kendisi gibi düşünmeyenleri ne kadar ciddiye aldığını gösterir, gücün sarhoşluğunun yarattığı ahlak ve terbiye kaybıyla, tıpkı diğer tüm ardılları gibi...

Şimdi yeniden seçimlere gidilirken, malum zatın ardıllarından beklenen, benzer davranışlardır, hatta daha da sofistike olanını uygulayabilirler, mesela, Çeşme ilçesini, Yozgat’a ilçe yapıp, Yozgat’ın Yerköy ilçesini de İzmir’e ilçe yapabilirler, vs. vs...

 

Cumartesi, Eylül 19, 2015

KENTLERİN YAYALAŞTIRILMASI


Ülkemizin içinde bulunduğu kentleşme süreci; hayatın diğer alanlarındaki gibi, ne yazık ki, insanı öne al(a)mayan, arabesk bir gelişim gösteren ve kentlerin artan nüfusunun kentsel mekanlar olan yayalaştırılmış alan arayışlarının arttırmasına rağmen, taşıt ulaşım ve trafiğini düzenlemeye yönelik şekillenmektedir. Kent ölçek ve dokusunu ihmal eden bu anlayış, taşıt araçları ve ulaşımı öncelikli bir ulaşım ve ulaştırma mühendisliğine evrilmiş durumdadır. Kentler açısından, bir yenilenme ve yeniden yapılanma süreci sayılabilecek “kentlerin yayalaştırılması” öngörülü projelerin artması, bu anlamdaki bilinç artışı ile birlikte doğru orantılı ilerlemektedir ve ilerleyecektir. Hayatın total olarak ticarileştirilmesi sürecinde, cazibe alanlarının doğru ve isabetli tayin edil(e)memesi, ticaret yapılıyor olmasının tapınılır duruma gelmesi, kent yaşamında insanı geri plana itmektedir, varsa yoksa daha çok, daha çok nasıl para kazanılır... Yaya ağırlıklı ulaşımın zorunlu ve gerekli olduğu kentlerde, maalesef mevcut durum içinde, halkın toplu kullanımına tahsis edilecek yeni yerler ihdas edilmesinin, imar ve mülkiyet mevzuatı açısından zorluğu ortada olup, bu kabil kullanımlara yönelik alternatif alanlar içerisinde hemen öne çıkan, konut alanlarında çocuk oyun yerleri teminine ve ticari alanlar içerisinde daha dinamik ama daha güvenli bir ticaret ve temaşaya yönelik, taşıt trafiğinin süreli durdurulması kaçınılmaz olup, daha estetik, daha ekolojik bir kent oluşumuna katkı sunar, aynı zamanda daha katılımcı ve daha paylaşımcı bir toplum yaratmanın en önemli öğesini de oluşturur...


Yayalaştırmanın; kent açısından, yeniden yapılanma, kentsel yenileme ve yenilenme programı olarak geliştirilmesi noktasında, kent içi yollarda mezkur amaca yönelik planlama, yolların yayalaştırılması, yaşanabilir ve dinamik yollar yaratmanın yanı sıra daha estetik bir kent yaratma adına, perakende ticaretinin arttırılması, kent merkezindeki insan hareketliliğinin arttırılması, kent merkezindeki erişimin kolaylaştırılması, kirlilik ile mücadele, kent merkezi imaj arttırılması, yaya faaliyetlerinin ve güvenliğinin geliştirilmesi, kentin sosyal imajının arttırılması, sokakların etkinliklere açılması ve insanın etkinliğe erişiminin kolaylaştırılması, kentin saygınlığının artırılması, insan-çocuk-sokak ilişkisinin geliştirilmesi, çevresel eğitimin yükseltilmesi vs. vs. açılarından kaçınılmazlığı ortadadır.



Çeşme’nin bir vadedir, kısım kısım da olsa etkili ve kararlı bir biçimde sokaklarında yayalaştırılması projeleri, hayata geçirilmekte ve halkın olumlu yaklaşımı ile karar alıcıları da devamı konusunda cesaretlendirmektedir. Alaçatı’nın taşıt trafiğine süreli olarak uzun yıllardır kapalı olması, ticaret, temaşa, eğlence ve sosyal yaşama nasıl katkı sunmuştur, uzun uzun anlatmaya gerek, bilenler bilir... Çeşme’nin “Old Bazaar”ı, Hurmalı Caddesi (İnkilap Caddesi) aynı şekilde, süreli taşıt trafiğine kapatılarak, canlanmış bir sosyal ve kültürel yaşama, ticaretin daha güvenli yapılıyor olmasına, gürültü kirliliğinden kurtulmaya, kentsel erişimin kolaylaşmasına, vs. vs. evrilmiştir...


En son yayalaştırma projesi olarak gerçekleştirilen; Çiftlik Mahallesi (Çiftlikköy) merkezi uygulaması, geç kalınmakla birlikte, nihayet bu sezonun son ayında, başlamıştır. Çiftlik Merkezde; yaşanabilirliğin arttığı, yayanın rahat dolaşabildiği, yaya güvenliğinin arttığı, taşıt gürültüsünün bitirildiği, eksoz gazının etkisinin kırıldığı, sosyal canlılığın arttığı ve bu nedenle de yaşam kalitesinin artmasına katkı sağlayan bu uygulamanın, genellikle vatandaşlar arasında memnuniyet yarattığı söylenebilir. Yukarıda bayağı detaylı verilen gerekçelerden ötürü, taşıt trafiğinin süreli durdurulması ve sokakların yayalaştırılması projelerinin artması çalışmaları yaptığını bildiğimiz Çeşme Belediye’sine  şimdiden bu çalışmalarında kolaylıklar diliyoruz.


Ancak, Çiftlik Merkez’deki yayalaştırma girişiminin, bir tarafı ile “Çiftlik Plajına” kattığı değer ve hareketlilik, diğer tarafı ile de, taşıt trafiğinin mütekamilen yönlendirilmemesi ve diğer rahatlatıcı önlemlerin ve bölümlerinin planlanmamış olması nedeniyle, ciddi sıkıntılara hatta yer yer taşıt sahiplerinin kızgınlıklarına ve kavgalarına neden olmuştur. Genellikle tüm toplumuzda varolan davranış biçimi burada da, kendini göstermiş, “yasak” tespit ve tayin edilmiş, ama alternatifi ya da yerine ikame olunacak davranış, usul ya da yöntem tespit ve tayin edilmemiş, taşıt trafik yönlendirilmesi için yeterince trafik işareti yerleştirilmemiş hatta yer yer eski yönlendirme levhalarının kaldırılmaması nedeniyle de, özellikle de tatil günlerinde tam bir curcuna yaşanmıştır.
Çiftlik Merkezde; gerek sürekli yaşayanlar ve işletme sahipleri gerekse de yaz süresince yaşayanların önemli bir bölümünün, merkez plaja erişim güvenliğinin artması, görsel kalitenin artması, yürünebilirliğin artması, caddenin genel görüntüsünün daha estetik ve ekolojik hale gelmesi, işletmelerin konuklarına daha gürültüsüz bir ortamda hizmet verebiliyor olmaları açısından memnun olduklarını ancak bu tür kararların hayata daha kolay geçebilmesi, daha çabuk uygulanabilir ve memnuniyetin daha yüksek hale gelmeleri açısından, karar süreçlerine mezkur kesimlerin etkin bir biçimde muhakkak katılması gerektiğini belirtmekte olup, düşüncemize göre de, bu katılımın temini için Çeşme Belediyesi’nin anketler ya da mini referandumlar uygulaması ile daha etkin, daha yaygın, daha adil ve demokratik hale geleceği kesindir.

Pazar, Eylül 13, 2015

ATATÜRK; “MENEMENİ YAKIN” DEDİ Mİ?


Geçenlerde; İlçemizin önde gelen siyasilerinden birisi “sosyal medya” da, “bir subay şehit oldu diye, “Menemen’i yakın” diyen Mustafa Kemal’i özledim” diye buyuruyordu... İnanılır gibi değil, o ki sosyal demokrat olduğu iddiasıyla ve temsil ettiği siyasetin gereği, suhuletle konuşması ve davranması gerekirken, tam tersine savaş tamtamları çalıyor olması, akıllara ziyan... Birkaç nedenle akıllara ziyan diyorum, öncelikle bulunduğu makam suhulet gerektiren bir makam, ilaveten asıl hedef unutularak sarf edilmiş kelam, ayrıca ve en önemlisi Mustafa Kemal Atatürk’ü bir “devlet adamı” olmaktan azade gösterme çabası gibi durmakta, be kardeşim zaten karşınızdaki blok koro halinde zaten “onu”, deli, sarhoş, başınabuyruk, ali kıran baş kesen olarak göstermeye çalışıyor, ne biniyorsun sen de bu trene... Bi sus bilmediğin (belki de iyi bildiğin) konulara fazla karışma, değil mi... Bu zat’a sadece Maria Magdelena hakkında şu küçük hikayeyi iyi okumasını salık veririm... Malumunuz; İsrail'de fahişelik yaptığı gerekçesiyle taşlanan Maria Magdelena’yı (Meryem) Hz. İsa korumaya çalışır ve kadını taşlayarak linç etmek için toplanan kalabalığa “Hiç günahım yok” diyen taş atmaya devam etsin der ve bunun üzerine öfkeli kalabalık dağılır...

Şimdi gelelim, mezkur konunun benim tarafımdan nasıl göründüğünü anlatmaya...

23 Aralık 1930 günü İzmir'in Menemen ilçesinde gerçekleşen, asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki'nin, nihayetinde rejimi ve inkılapları hedef tutan, şeriat ve tarikat bayraklarının açılarak, başta Giritli Derviş Mehmet, Manifaturacı Osman, Hafız Cemal, Tabur İmamı İlyas Hoca, Alipaşazade Ragıp Bey, Şeyh Hafız Ahmet, Giritli İbrahimoğlu İsmail vb. gibi isimlerin bulunduğu, neredeyse tamamı Manisa ilinden gelen yaklaşık 150 civarında kişilerce katledilmesi üzerine, siyasi ve hukuki bir hayli fazla sonucu olan, olaylar zinciridir, mezkur başlığın konusu... Mustafa Kemal Atatürk, olayın kendisine bildirilmesi üzerine, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak,  Kâzım Paşa (TBMM Başkanı Kâzım Özalp) ve 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay Paşa’yı Çankaya Köşkü’nde bir toplantıya çağırır, olayların seyri ve vahameti üstüne durum değerlendirmesi ve alınacak tedbirler konusunda görüşmüştür. Olayların sadece Menemen’de olmasına rağmen, tüm Manisa ve Balıkesir illerinde sıkıyönetim ilan edilir... Sıkıyönetim komutanı da; 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay Paşa tayin edilir. 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur.

General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divan Harp’te, 24 Ocak 1931 günü iddianame okunur ve 29 Ocak 1931 günü mahkeme 37 (kişinin idama mahkûmiyetine, 41 kişinin çeşitli hapis cezaları ile cezalandırılmalarına, yaklaşık 70 kişinin de beraat ve suçsuzluğuna karar verir. infazlar gerçekleştirilir... Ancak, iddia edildiği gibi küçük bir olay ise, neden hem Manisa hem Balıkesir illerinde topyekün bir sıkıyönetim ilan edilir ve “isyanı bastırmak” ve “suçluları cezalandırmak” adına olağanüstü önlemler alınır ve bu olağanüstü önlemlere uygun, yoğun(!!!!) çalışmalar yürütülür, bugün bile pek anlaşılır görünmemektedir. Ya olay söylendiği gibi küçük ve yerel bir durum değildir, ya da niyet biraz da başlıktakine uygun düşmektedir...

Peki; Mustafa Kemal Atatürk, böyle bir laf etmişmidir? Bu lafı söylediğini iddia edenlerin neredeyse tamamı, Atatürk karşıtları, hilafet yanlıları ve Osmanlı hayranları olduğuna göre buna şüphe ile bakılması kaçınılmazdır... Anıların sahiplerine de bakınca, her birinin de içlerinde sanki saklı kalmış bir canavara yol veriyormuşçasına, konuya dört elle sarılmış durumdalar... Özellikle, bu lafı Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediğini iddia eden şahsın, itham edileceği konuların katmerleşmesine yol açacağını bilmesi gerekir diye düşünüyorum ama bir özür bile dilemediğine de bakılırsa, Atatürk’ü ilzam ettiğinden, hatta hukuktan, kanundan anladığının da bu kadar olduğu kanısına vardım, ne yazık ki... Yahu be adam; “Atatürkçüyüm”, “Mustafa Kemal’in askeriyim” diye içi ne yazık ki yeterince dolu olmayan kelam ettiğinde, inandırıcı olmayı bir kenara bırak, muhalefet eden insanların da çıkıp; mazallah, akşam toplanıp yemekte kararlar üretilip uygulanıyordu, hükümete danışan yoktu, Büyük Millet Meclis’ine danışan yoktu, 2-3 kişi her türlü kararı alıp uyguluyordu der çıkar ve ne yazık ki senin de cevabın olmayacağını bilmen gerekir... Sonra mazallah, bu sinirli adam, bu “sarhoş” adam canının istediği gibi yönetmiştir bu ülkeyi denildiğinde, savunma için  söylenecek söz bırakmazsınız kimseye... Diğer taraftan; böyle bir laf edilmiş ise, o lafı emir olarak uygulayacak kişinin General Mustafa Muğlalı olduğunu da unutmuşa benziyorsun... O general ki, 3. Ordu Komutanlığına atandığı zaman, hem de korkmadan yazılı (arşivlerde kolayca bulunabilecek) emirlerle neler yaptığını hepimiz iyi biliyoruz, dolayısıyla söylenecek fazlaca kelam yok...

Ama anlaşılıyor ki, bu zat ve benzerleri için hukuk önemli değil, anlaşılan o ki, gizliden gizliye benzemeye çalıştığı; Kenan Evren de, benzer bir talimat verdiğini anılarında anlatır, yani suçlu ya da değil önemli değil... Hepsini yok edin... Günümüze, bu şaibeli sözün taşınmış olmasının en önemli sebebi; “intikam değil, katliam istiyoruz katliammmmmm” diye haykıranlara hak vermek gibi akıllara ziyan bir iklim oluşturulur...

Bu lafı böyle söylenmiş diye kabul ederseniz, “velev ki” söylenmiş olsun, 21. Yüzyılda hala bir geçerliliği vardır gibilerden yaklaşım gösterenlerin, hukuktan ne anladıklarını sorgulamaya bile gerek yok... Allah bu kabil insanlara iktidar yüzü göstermesin, muhtemelen bu günleri bile bize aratır hale gelebilirler...

M. Armağan ve M. Çelik gibi sözde tarihçilerimiz olduğu sürece, canım yurdum insanının öğrenebileceği şeyler, mezkur zatın öğrendiklerinden fazlası olmaz...Allah selamet versin, demekten başka birşey de, bize düşmüyor... Bir de yıldık artık, bu  muktedirlerin işine gelmeyince, olayın içinde İngiliz ajanları vardı, provokatörler vardı gibi kabak tadı veren açıklamalarından, be adamlar devletin tüm gücü elinizde, yakaladınız da, ifşa ettinizde ve bizde gördükte, inanmadık mı? Ama lütfen insanoğlunun aklı ile dalga geçmeyin, herkeste, en az sizde olduğu kadar, akıl ve zeka vardır...

Pazar, Eylül 06, 2015

SAVAŞI ZENGİNLER ÇIKARIR FAKİRLER ÖLÜR


Bugün köşemi Kübalı şair Nicolás Guillén’in savaş karşıtı güzel bir şiirine ayırıyorum.

BOLİVYALI KÜÇÜK ASKER

Bolivyalı küçük asker, 
Bolivyalı küçük asker, 
sırtında tüfeğin, gidiyorsun 
tüfeğin Amerikan malı 
tüfeğin Amerikan malı 
Bolivyalı küçük asker 
tüfeğin Amerikan malı.

Sinyor Barrientos verdi onu sana 
Bolivyalı küçük asker  
Mister Johnson' un armağanı 
kardeşini vurman için  
kardeşini vurman için 
Bolivyalı küçük asker  
kardeşini vurman için. 

Kim bu ölü, bilmiyor musun 
Bolivyalı küçük asker? 
Bu ölü Che Guevara, 
Arjantinliydi Kübalıydı 
Arjantinliydi Kübalıydı  
Bolivyalı küçük asker, 
Arjantinliydi Kübalıydı.

En iyi dostundu senin, 
Bolivyalı küçük asker, 
yoksulların dostuydu 
doğudan dağlara kadar 
doğudan dağlara kadar 
Bolivyalı küçük asker  
doğudan dağlara kadar. 

Gitarım tepeden tırnağa 
Bolivyalı küçük asker
yas tutuyor, ağlamıyor 
ağlamak insan işi 
ağlamak insan işi 
Bolivyalı küçük asker  
ağlamak insan işi.

Sırası değil ağlamanın  
Bolivyalı küçük asker  
ele mendil yakışmaz şimdi 
ele tırpan yaraşır 
ele tırpan yaraşır 
Bolivyalı küçük asker 
ele tırpan yaraşır. 

Para veriyorlar sana  
Bolivyalı küçük asker  
alıp satıyorlar seni  
bu iş zalimin işi 
bu iş zalimin işi 
Bolivyalı küçük asker 
bu iş zalimin işi. 
 
Vakti geldi uyanmanın 
Bolivyalı küçük asker  
dünya ayağa kalktı 
erkenden doğdu güneş 
erkenden doğdu güneş 
Bolivyalı küçük asker
erkenden doğdu güneş.

Doğru yolu tutmaya bak
Bolivyalı küçük asker
kolay bir yol değil bu
kolay değil, düzgün değil
kolay değil, düzgün değil
Bolivyalı küçük asker
kolay değil, düzgün değil.

Şunu öğrenmen gerek
Bolivyalı küçük asker
kardeş dediğin vurulmaz
kardeşini vurmaz insan
kardeşini vurmaz insan
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurmaz insan.