Pazar, Kasım 27, 2016

12 EYLÜLÜN KUDRETLİ GENERALİ NEVZAT BÖLÜGİRAY

12 Eylül askeri cuntasının güçlü generallerinden, Nevzat Bölügiray, "Geçmişten Geleceğe" isimli bir kitap yazıyor ve bizde okuyoruz, tamamen günah çıkarmaya yönelik, yaşadıklarının ya da yaptıklarının ya da verdiği emirlerin ruhunda yarattığı fırtınayı dindirmeye yönelik "suç-ceza" psikolojisi ile döktürüyor. Sanki yaşadığı süreçte, en kritik görevlerde bulunmamış ilgisiz biri gibi, sanki kenarda durarak sadece izlemiş olma masumiyeti içerisinde yazıyor ama aynı kitaptan anlıyoruz ki, istihbarat yönergelerinden tutun da eğitim yönergelerinin hazırlanmasına, istihbaratçılıktan MİT müsteşarlığına oradan sıkıyönetim komutanlığına hatta sıkıyönetim koordinasyon başkanlığına kadar operasyonel görevlerde bulunmuş olup, hepsinde de taktir ve taltif görmüştür. Lakin başta benim gibi az bilgililer olmak üzere dünya alem biliyor ki, bulunduğu görevler itibari ile mezkur anlatımdaki olayın binlercesini biliyor, izliyor ve direk ya da endirek karar sahibi.
Gelelim; büyük yankı ve tartışma yaratan kitabının yazımıza konu olan bölümüne; ne diyor general, "polislerin bir sivili getirdiğini ve kendilerine teslim etmek istediklerini", teslim edilen kişi ile birlikte MAH'tan (şimdiki MİT'in öncülü) bir zarf içinde "top secret" bir mektup bulunduğunu ve mektupta "yazı ile gönderilen (...) Üniversitesi hocalarından (...), Stalin'e gönderdiği dilekçe ile Sovyet vatandaşlığına kabul edilmesini istemiştir. Kendisi, Bulgaristan sınırından, "usulü dairesinde ve kimseye gösterilmeden" sınır dışı edilecektir" diye yazmaktadır. Bir başka yerde ise; Komutanın, "Bu namussuz gibi üç kişiyi postaladık sınır dışına; ama canlı olarak değil tabii. MAH'ın yazısındaki "kimseye gösterilmeden sınır dışı edilsin" sözlerinin anlamı, "adamı yok edin" demek oluyor. Anladın mı şimdi ha?" diyerek, övendire ile dürtüyor anlamayanları (aslında anlamadım oynayanları)... Bilahare de, "öteki sınır dışı olaylarında bize yardım eden arkadaşla, Üstğm. Rıza (T) ile adamı sınıra götürdük. Tam sınıra gelince, elleri arkadan bağlı olan adama, önümüzden yürümesini söyledik. Adam, öldürüleceğini anlamıştı galiba, çok zor yürüyor, ayaklarını sürüyordu. Sınırdan Bulgar topraklarına üç, dört adım atar atmaz, hazırlayıp yanımızda getirdiğimiz ilmikli ipi hızla arkadan adamın boynuna geçirdik ve iki taraftan Üsteğmen Rıza ile var gücümüzle ipe asıldık. Ben, o arada dizimi adamın beline dayayıp güç alıyordum ve "küt" diye bir ses duyuldu; boynu kırılmıştı. Tabii "kimse görmeden sınır dışı edilmesi" için ateşli silah kullanamazdık. En sessiz ve temiz yöntem boğmaktı; biz de öyle yaptık. Sonra sınırın üç dört adım ötesinde bir çukur açtık, adamı içine atıp toprakla örttük" diyerek finali yapmakta...

Peki sonradan MİT gibi gücü sınırsız bir kurumun başına geçmesine rağmen bu yaşadığı karşısında uzun yıllar, haydi yumuşatarak "susmayı tercih eden" 12 Eylülün kudretli generali, neden şimdi bu açıklamayı yapma ihtiyacı duymuştur acaba? Peki diğer subayların bir hayli alkollü olduğu sohbet toplantısında kenarda bekleyip, içmeden ve dikkatli izleyici rolü olduğunu beyan eden muhterem, gözlüğünden, boyuna, elbiselerine hatta teninin rengine kadar pür dikkat izlediği kişiyi yani fiziğini ezberlediğini söylediği kişiyi, ki bu Sabahattin Ali ise eğer, katlinden sonra kopan fırtınaya rağmen yani gazetelerde yayınlanan boy boy fotoğraflarına rağmen hatırlayamamışsa bu saflığından mı yoksa niyetinden mi, artık sütüne kalmış bir şeydir diye konuşulmaktadır kamuoyunda. Anlaşıldığı kadarı ile, bunun Sabahattin Ali olup olmadığını bilmemesi mümkün değil... Aslında adamın böyle bir sonu hakkettiğini de sanki mefhumu muhalifinden der gibi duruyor anlatımlarında da. Diğer taraftan öldürülenin Sabahattin Ali olup olmamasının hiç bir önemi yoktur aslında... Bir insan katlediliyor, fikirlerine karşı olsan da ve sen sonra "ben ne kadar karşıydım bir bilseniz, bunlar cinayettir" açıklamalarıyla kimi kandıracağını zannediyorsun derler, ama aslında net anlaşılıyor hedef, evet, beni kandırdı, Allah beni affetsin.

Kudretli General Bölügiray'ın aleni ifşası ile "kerim devletin" "iç düşman" tarif ve tahayyülünün zirvesi olarak sırıtmakta "mezkur cinayet" ve devletin Emniyet ve Asayiş tesisi ile vazifeli kurumlarında ne kadar vazifeşinas muhteremlerin görev aldığını göstermesi bakımından da insanın kanını donduran hukuksuzluk ve yargısız infaz örneklerinden birisidir. Ayrıca dikkate değer bir başka ayrıntı da, katledilen öğretim görevlisinin, "Stalin'e bir dilekçe" ile başvurduğundan bahisle, ya bir öğretim görevlisinin böyle bir mektubun ele geçeceğini düşünemeyecek kadar düşüncesiz ya da biz okuyucuların bunu fark etmeyecek kadar andövül olduğunu ya da benzeri sudan ve uydurma sebeplerle ya da kanıtlarla insan boğazlayacak canilerin memlekette kol gezdiğini zımnen beyan etmektedir. Bu doğru ise durum vahim eğer doğru değil de kitabın yayınlandığından bu yana 2 yıl geçmesine rağmen hala konu araştırılmamış ise de daha da vahimdir, ya da töhmetim çoktur hangisine yanayım mı diyor kerim devletin yetkilileri... Diğer taraftan, MİT dönemi yöneticiliğinden ve o döneme ait uygulamalardan ve duyumlardan hatta gözlemlerinden bahsedilmiyor ise, ne düşünmemiz gerek... Soru çok bu konuda ve bu uğurda... Neyse biz yine de; Kudretli Generalin kitap çok ses getirsin, çok satsın diye böyle bir girişle kitabını yazdığı düşüncesine kapılıp 100 numara saflığımıza gömülelim.. Yoksa maazallah daha da sorgularsak, ya yalan söylüyor ya da şu anda bilemediğimiz bir nedenle subliminal mesaj veriyor diyeceğiz o da ayıp olacak... Neyse, anlatılanlar olur şeyler mi, olabilir şeyler mi, katledilen Sabahattin Ali mi, bir başkası mı, sorularını bir kenara bırakarak, kudretli generalin, kaldı ki adı da yaptığı görevler nedeniyle çok çeşitli olaylara karışmış olduğunu gösteriyor olmasını konunun uzmanlarının didiklemesine çok ciddi anlamda ihtiyaç vardır, diyelim geçelim... Çünkü tarihimiz boyunca, sınırlarda çatışma çıktı, dur dedik durmadı ketenperesine getirilerek öldürülmüş çok insan olduğu bilinmektedir, aksi taktirde vakanüvislerin tarih diye iteleme bombardımanlarına maruz kalmaya devam... 

Hiç yorum yok: