Pazar, Şubat 19, 2017

İSMET İNÖNÜ' YE ÇATMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

İsmet İnönü için son yıllarda inanılmaz çamur atma kampanyaları yürütülmektedir, bazı münkir, münafık, zındık ve gafiller bunları eleştiri diye yorumlamaktalar, lakin bu kabil kelamların neredeyse tamamı belden aşağı, kural dışı vurmalardır. Yani, her türlü siyasi tutum ve tercih üzerinden eleştiri, katıksız milliyetçilikleri ve bu uğurdaki acımasızlıkları üstünden eleştiri mümkün iken, neden "2 ayyaş" ve "veled-i zina" düzeyinde ahlaksız ve olsa olsa paparazzi düzeyinde konuşmalar ile hedef alınırlar, gerçi benim ve benzerlerim açısından sarih ve barizdir hedef, lakin ciddi bir oranda insan tarafından itirazsız kabul edilir ve papağan gibi de tekrarlanır, bu mezkur grup neden bu düzeyden salvo atış yapılır diye düşünmez, inanılır değil.

Şahsen benim de, siyasi tercihleri ve tutumları, muhaliflerine karşı hışımları, milliyetçilik ve asimilasyon üstünden yürüttükleri mücadele vs. vs. gibi birçok konuda çok ciddi eleştirilerim var ancak dönem, padişahlık ve sultanlık düzeninin tarafgirleri, şakşakçıları ve muhiplerinin saldırıları, emperyalizmin buhranları neticesi yaşanılan 2 önemli paylaşım savaşı (1. ve 2. dünya savaşları) hep göz önünde bulundurulmadan değerlendirmelerin yapılması doğrusu ve olsa olsa başka muradın tezahüründen başka bir şey değildir.

Burada birkaç başlık ile önemsediğim 2 farklı dönemde, hem de iktidarda iken, aldığı olabildiğince liberal tutum kendisinin, hiç te sonrakiler gibi, bitimsiz, katıksız düşmanlık gütmediğinin ifadesi sayılabilir. Mesela, kendisinin uzun yıllar asker olarak yaşamasına rağmen, bazı münafıklar tarafından, "askerlik görevinden imtina etmiştir" gibi subuk suçlamalar, Muhalefet Partisinin Genel Başkanı olmasına rağmen TBMM'de duruşma yasaklısı yapılması, seçim çalışmaları için gittiği, Kayseri ve Uşak'ta kendisine ciddi fiili saldırılar yapılmasına rağmen soğukkanlılığını kaybetmemiş, şekeri yükselmemiş, tansiyonu düşmemiş, fenalaşarak hastaneye kaldırılmamış, bayılmamış vs vs. Tüm Avrupa'yı kaplayan 2. savaşa rağmen, öyle ya da böyle, diplomasi ile asla ve kat'a fırsattan istifade diyerek, Osmanlı'nın yitirdiği topraklardan nasipleniriz diye düşünmeden, gaza gelip, hülyalara kanmayıp, bu ülkenin çocuklarının savaşa sürülmesini engellemiş olmasını bile içine sindiremeyen savaş lobisinin düşmanları fink atmakta ortada, inanılır ve anlaşılır değil...

Eleştiri yerine  düşmanlık ikame ederek, saldırıya geçen gafillerin, Cumhuriyet'in sırmalı, kademli ve kıdemli düşmanlarından biri olan, dönemin "vatan haini" ilan edilmiş sakıt bakanı, gazeteci ve mütefekkiri Ali Kemal'in (İngiliz ya da Artin Kemal) oğlu, sonradan diplomat olarak bulunduğu İspanya'da bir suikasta uğrayarak, eşini ve akrabasını kaybeden Zeki Konuralp'in Dışişlerindeki görev için sınava alınırken ve sonrasında da ataması için, babasının büyük husumetine şahsi ve siyasi olarak hedef olmasına rağmen, atama için kendisinden onay isteyenlere, herhangi bir engel göstermemiş olması ise asla unutulmaz ve unutulmamalıdır. Canım yurdumda sonradan yaşananlara bakınca konunun önemi daha da anlaşılacaktır sanırım, sadece, ilgi, bilgi ve feraset ve de araştırma gerekir, yoksa bildiği yanıldığına yetmeyen Aynaroz Kadısı kılıklı zevatın anlattıkları ile iktifa edilirse, canım yurdumun gençleri, emperyalizmin jandarmasının gazı ile, taaaa Kore'den Afganistan'a, oradan da Somali'ye kadar da asker olarak gönderilir... Eyyy gafiller tarih sizin bildiğiniz gibi değildir ve de zannettiğiniz kadar da "hay Allah yanıldım" diyerek sıyrılacak kadar basit sorumluluklar yüklemez omuzlara... Eeeeee tarih hocası diye, kerameti kafasındaki fes ile püskülünden menkul insanlar tayin ederseniz ve bunları muteber tarihçi diye düşünerek, anlatımlarını müfredatlara koyarsanız, vay geldi canım Yurdumun başına...

Bilindiği üzere CHP'nin 3. Genel Başkanı Bülent Ecevit olmuştur, partinin değişmez Genel Başkanı görüntüsündeki İsmet İnönü'nün, parti organlarının yenilenmesi seçimlerinde, Bülent Ecevit'in hazırladığı listenin kazanması sonucu, sadece Genel Başkanlıktan ve CHP den istifa ederek, milletvekili olarak çalışmalara devam etmiştir. Seçim kaybetmeyi sindirmiş birisi olarak ta, serinkanlılığını korumuş ve elini, kolunu partinin içinden çekmiştir. Asla, seçilen organları istifaya zorlamak gibi, ya da organ seçimlerini Genel Başkanlık yetkisini kullanarak, sonraları benzer durumlarda sıkça rastladığımız üzere, şeytana bile pabucunu ters giydirecek ayak oyunlarına tevessül etmeden, tabanın teveccühüne itibar göstermiştir. Sıradan milletvekili olarak görev süresi içinde vazifesini yerine getirmek gibi bir onurlu davranışın sahibi olmuştur.

Aslında, yapılan tüm saygısız çamur atmaların, asıl hedefinin rejimin ve laikliğin baş mimarı Mustafa Kemal'dir, ayan beyan görünen budur. Ancak, belden aşağıya vurma uzmanı bu muhteremler, benzerlerine diğer ülkelerde de rast edildiği üzere, 2. adam üstünden asıl hedefe salvo atışlara devam etmektedirler.

Son sözler yerine; Neyzen Tevfik'ten 2 beyit,

Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.

İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk’e dil uzatma şerefsiz
Sen anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.

Pazar, Şubat 12, 2017

YETMEZ AMA EVETÇİLER; ALLAH SİZİ AFFETSİN-2


Geçen haftalardaki bir yazısını "geçmişi bırak, geleceğe bakalım. Bilmem anlatabildim mi?" diye bitirmiş yüksek profilli gazetenin patronu Aydın Korkmaz. Tabii ki, Korkmaz olunca başka sıfata gereksinim duymadan da, kendisini bir adım geçmiş, eski bildiklerinden, hani "ne yetmez ama evet"i "harbiden evet dedim" diye böbürlenerek yazılar yazan, adaşı Aydın Engin'in bir yazısını aynen yayınlamış. Tabii ki destek önemli bir adamdan gelince zannediyor ki, muhteremin önemine binaen konuya yönelik eleştirilerimizden vazgeçeceğiz, asıl gelinen nokta itibariyle, azıcık mahcubiyetleri oluşmuş ise derhal "bizi kandırdılar" diye özeleştiri yapsınlar. Ne diyor muhterem mezkur yazısında; "Ben ne “Yetmez ama evet” dedim; ne EDP’li arkadaşlarım gibi evet’i “AKP’ye hayır” parantezine aldım; harbiden evet dedim.". Bravo, hatta kocaman bravo. Kerameti kendinden bu muhterem yazısında devamla, bir sınıfsal temelli analiz yapıyor ki, zannedersin harbi bir "Marksolog", breh breh... Hele birde, "Duran bir saatin bile günde iki kez doğru zamanı gösterdiğini nasıl gözardı ederiz?" demez mi, valla feylosofiye bile takla attırtan bir eda ile, ama ne yazık ki bozuk saate endeksli bir tutum içinde olduğu ikrarı ile, pozisyonunun ne rezil olduğu mevhumu muhalifinin istikrasından ibarettir. Mezkur abinin fikr-i harabiyetine ciharen bu yazıyı kendi ağraz-ı dünyeviyyesine mesnet-i muazzama diye yayınlayan bizim abiye de kocaman bir bravo demek gerekir, en azından.
Gelelim, "bilmem anlatabildim mi" sorusunun cevabına, el cevap, "anlatamadın". ama dur bir, ben sana konuyu sosyolojik, ideolojik ve psikolojik hatta pedagojik açıdan tane tane ve senin anlayacağın biçimde bir kez daha anlatayım... Geçen haftaki yazıma kaldığım yerden devam ediyor ve gazetemiz patronu, "öyle demediydim böyle dediydim" uzmanı Aydın Korkmaz'a; malum duruma nasıl da zımni destek verdiklerini anlata anlata dilimde tüy bitti ama sonuç hala yok, korkarım da olmayacak... Ne diyor muhterem sınırlı da olsa bir anayasa değişikliği güzeldir diyerek son güne kadar devam edip son anda, kafamıza saksı düştü, "yetmez ama evetçilik", iyi olmadı fazla eleştiri aldık, hemen ray değiştirdik, türbanlı yetmez ama evet olan, boykot saflarına geçtik... Sonuç parmaklar sıcak sobaya dokununca bağırıyorlar, sıcak soba parmak yakar ikazları yapılmamışçasına şimdi o durumu aklayabilmek için yeni manevralar, devammmm... Ne diyor muhterem masa kurulmuştu, sonra masayı devirdiler, eee sürpriz mi ki bu, zinhar, masa kurulmuş ve başına meşhur falcı gelmiş size fal bakıyor ama sizde ne gam, ne keder... Korkarım ki bu kadar manevra var ise, aldatılanlar aldatıldıklarının da farkında değiller, yok masa, yok ittifak, yok barış, yok Avrupa Birliği, yok analar ağlamasın, yok şu, yok bu, yok nurlu ufuklar, yok statüko gidecek, yanılmanın bu kadarı da saflıktır herhalde...
"yetmez ama evetçiler" öncelikle neden ve niçin evet dediler yada boykotçular nötr kaldılar, bu tutum nasıl bir sonuca yol açtı... Bunu anlamanın yolu sadece bu tavır kime yaradı kriterinden bile bakacak olursak, kahve diliyle kabak gibi ortadadır. Kahvehane felsefesi, "Oynamaktan maksat ütmektir" sözünden bile konuya bakılsa, ütüldüğünüz kabak gibi ortadadır, ve hala aksini savunuyorsunuz, haydi yolunuz açık ola... Bu yeterli olmadı ise, bir de sokak felsefesi "söyle dostunu söyleyeyim kim olduğunu" siz değerli muhteremlere... Ama siz hala; mezkur muhteremin yazısını bitirdiği, "Sorun sanırım merdiven çıkarken ıslık çalabilmek, yürürken ciklet çiğneyebilmek  gibi iki işi bir arada “yapmak ya da yapmamak”ta düğümleniyor..." gibi düşünmeye devam edebilirsiniz, taktir zat-ı alilerinize aittir. Siz 2 işi birarada yapıyorsunuz da ne oluyor, Allahaşkına, sonuç hüsran... Ancak, dün; uzaklardaki radyolardan gelen nağmelerin tılsımına kulak verenlerin, bugünde uzaklardaki yaylalardan gelen uzun havalara göre halay tutturuyor olmaları kolay anlaşılır mevzulardır... Bir önceki referandumda, “Demek 12 Eylül Anayasası’nın değişmesini istemiyorsunuz! Demek demokratikleşme, sivilleşme istemiyorsunuz.” fikriyle yedeklenen muhteremler şimdi de, "hayır diyenler, anarşisttir, bölücüdür, katildir, komünisttir" fikriyle yedeklenecekler, gayri durumumuz budur... Hayırlara vesile olsun...

Sevgili Aydın, hani sana anlattığım "deli oğlan" fıkrası var ya, hani deli oğlan köyün ortasında koşarak "her şey güzel olacak" diye bağırıyordu ya, taze ve sınırsız umuduna istinaden, sonra yaşadıklarına istinaden de "her şey çok kötü oldu" deyişindeki acıyı ve sıkıntıyı, işte durum o... Bilesin...

Yazımı Büyük Usta Nazım Hikmet'ten yalan ve inananları üstüne muhteşem bir şiirle bitiriyorum.

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
 

Salı, Şubat 07, 2017

ŞEYTAN

Futbolculuğunda oynadığı değil ama oynamadığı futbolun fazlaca ön planda olduğu, balık hafızalılar haricinde, kolay unutulacak cinsten değildir, bu pırpır futbolcu eskisini zamanında parlatmaya çalışanlar tarafından “yıldızları koruma kanunu” çıkarılsın diyerek gerek hakemlerin gerekse de rakiplerinin baskı altına alınması neticesinde top kendisine gelince kimsenin dokun(a)madığı alanda oynayan, hatta bu şartlar altında bile canım yurdumun en fazla sakatlanan sözde futbolcusuydu. Emin olun "banyoda sakatlandı" deyimi bile işte bu beyefendi yüzünden futbol edebiyatına dahil olmuştur, yani kolayca anlaşılacağı üzere adam, yolda yürürken, at yarışı izlerken hatta yatakta uyurken bile sakatlanma becerisi gösterebilmiş yegane beyefendidir. Mezkur yasanın çıkarılamaması yüzünden de, beyefendiyi parlatanlar yazdıkları/konuştukları köşelerinden rakip futbolcuları hedef göstermek ya da hedef tutmaktan asla ve kat'a geri durmamışlardır. Örnek mi; Trabzonspor futbolcusu Yesiç’in bir pozisyonda kendisine dokunmamasına rağmen sakatlanmış olmasıdır ki, Fenerbahçe’den akredite olarak basının köşelerini ele geçirmiş gazetecilerden kimse bu pırpırın futbol kişiliğine (kişiliksizliğine) ve dayanıksızlılığına bağlamamıştı ama mezkûr futbolcunun sanki vatandaşmış gibi, vatan haini nidaları arasında ülkeden kovalanmasına neden olmuşlardı. Kerameti kendinden ve nemalandırılan bir gazeteci grubundan ya da futbol dünyasında etkili ama aslında beygir mühendisi (at yarışçısı) elit kesimin korosundan kaynaklanan bu muhterem, yakınlarının anlattığının aksine "şeytan" lakabını futbol zekasından ötürü kazanmamıştır tam tersine bir durum oluşmuş olup, belki bir kısım futbolsever hatırlamayabilir diye bir kez daha hatırlatalım, bir milli maç oynanırken, tıpkı kendisine benzeyen bir spiker tarafından "ne zekice bir davranış" mealinde başlatılan, hani bir faul pozisyonunda, rakibin yerde yatarken ve de hakemin bu sakatlığı fark etmediği anda topu hemen kullanarak bir gol attırmıştı ya, hani meslektaşlarını faka bastırarak gol attırmıştı ya, hani ahlak, etik, fairplay, saygı, dürüstlük, hoşgörü vs vs. hak getire ya. Peki, merak ettiniz mi; şeytan derken ilaveten nasıl sıfatlar yüklendi bu beyefendiye…
Vallahi ben demiyorum TDK sözlüğü bu kelime için ne diyor; bakalım;
şeytan; 1. (din). Hz. Âdem'e secde etmediği için cennetten kovulan, insanları Allah'ın emirlerine karşı kışkırtan, kötülüğe yönelten cin, iblis. 2. (mec). Kötü düşünceli, kötü niyetli kimse. 3. (sf). (mec.) Çok kurnaz, uyanık (kimse).
Halk efsanelerinde ve sonraki büyük dinlerde kötülüğün simgesi. Tiyatroda bu rolü oynayanlar, bütün yanlarında korkunç yüzler bulunan deriden özel giysiler giyerlerdi. Türk kukla tiyatrosunda kötü ruh simgesi olan tip. Halk efsanelerinde ve Goethe'nin "Faust" adlı yapıtında "meplins topheles". Orta Çağ oyunlarında kötülüğün simgesi. Bu rolü oynayanlar, her yanında çirkin yüzler bulunan deriden giysiler giyerlerdi.
Etimoloji sözlüğünün babası Nişanyan Etimoloji sözlüğünde ise, [ Codex Cumanicus, 1303] saytani erksis etkän [Şeytanı güçsüz kılan][ Hoca Sa'deddin Ef., Tacü't-Tevârih, 1574]
ol şeyṭānet-āyīn olan lāˁīn [o şeytanlık-düzen lanetli][ Ahmed Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani, 1876] şeytan tırnağı: Tırnak piçi.
Ar şayṭān شيطان  [#şyṭ faˁlān msd.] a.a. İbr şāṭān שָׁטָן  [#şṭn]düşman, iftiracı, şeytan İbr şāṭan שָׁטַן iftira etmek, kandırmak
Not: Batı dillerine Yunanca vasıtasıyla Tevrat İbranicesinden geçmiştir. Karş. EYun satánas, Lat satan "şeytan".
Var mı; iyi bir şey. İşte ben demesem bile, sözlüklerin dediği, işte bu.
Peki; yahu be adam, bu fakir ülkenin kaynaklarını; transfer, prim, kamp harcamaları ve tedavi harcamaları adı altında yıllarca, bedellerini ödeyenlerle dalga geçerek kullandınız, şimdi de eski durumunuzu TV'lere kurularak yeni para kazanma durumuna tahvil etmişken ve sizleri bir şey zannedip dinleyen hatırı sayılır bir de kitle bulmuşken, adam gibi kimseyi tahrik etmeden yap işini değil mi? Hayır ne gezer… Diğer taraftan, anlaşılır gibi değil canım yurdumda bir milletvekilinin maaşı hatta Cumhurbaşkanının maaşın tartışılır, ama bu ve benzerleri zevatın maaşları tartışılmaz, oysa ülkede bir Cumhurbaşkanı var bu şeytan benzerlerinden binlerce var, ama ne gam, ne keder …

Şeytan efendi, kurulduğu TV köşesinde, muhtemel ki önüne gelen herkes ile, sahip olduğu alay ruhsatını elinde bulundurarak, bir yandan alay ederken, diğer yandan pasa ahlaktan söz etmesi gerçekten anlaşılır gibi değil, hatta ettiği lafları hiç ağzına almaması gereken kişilerin başında gelirken, futbolculuğunun en önemli döneminde, Fenerbahçe’ye gitmeyi kafasına koymuş olmasına rağmen Galatasaray’dan (Ergun Gürsoy) aldığı 500 milyonluk çekin üstüne yatar, sonra da Fenerbahçe’ye gider. Tabii ki en doğal hakkıdır Fenerbahçe’ye gitmek, ama ayak oyunları yapıp rakipten çek alarak değil, gidersin adam gibi o takıma imza atarsın, olur biter, kim ne diyebilir… Ama ahlak seviyesini göstermesi açısından önemli olduğunu düşündüğüm bu davranış sana pekte güzel yakışmıştı. Ama anlaşılan bunları unuttuğumuzu düşünüyor, unutmadık şeytan efendi unutmadık. Şimdi bir grup karşı çıkacaktır bu dediklerime ama onlara son bir şey daha hatırlatayım, Teknik Direktörlük döneminde adamın nasıl bir başarısı var Allahaşkına ben bilmiyorsam da biri bana hatırlatsın. Fenerbahçe gibi önemli bir takım ile Vanspor ve Karşıyaka gibi döneminde 2. lig de şampiyonluk için her şeyi yapan yönetimlerin bulunduğu kulüplerde nasıl bir başarısı var, ister alınan puanlar açısından olsun, isterse de oynadıkları futbol kalitesinden olsun kim ne hatırlıyorsa yazsın söylesin de biz de bilelim. Şimdi de güçlüden yana olma tavrını, siyasete bulaşarak devam ettirmektedir, ne yazık ki futbolculuğunda da, yorumculuğunda da kendisine inanan ve güvenen bir hayli insan(!!!) bulunmaktadır. Allah selamet versin bu gruba... Bak daha kumara, at yarışına, maç tahmin ve bahislerine giremeden, bana ayrılan yerin sonuna geldim. 

Cumartesi, Şubat 04, 2017

RIDVAN DİLMEN

KİM BU RIDVAN DİLMEN DERSİNİZ?

Rıdvan Dilmen'in bu kadar önemli bir futbol adamı olmadığının farkedilmeyeceği kesinleşti artık umudumu yitirdim . Yahu bu adamın futbolculuğundaki ayrıcalıklı uygulamalar neticesinde sürekli gündemde kaldığı neden unutuluyor ki. Hatırlayalım; Rıdvan Dilmen ( nam-ı diğer şeytan) yüzünden kaç futbolcu vatan haini ilan edildi kaç yabancı futbolcunun ülkeden kovalandı ve yine kaç futbolcu 2. lige futbol oynamaya gönderildiği hala arşiv kayıtlarının önemli bir bölümünü teşkil etmektedir.

Adam pır pır sürekli kendi etrafında dönen hatta büyük ölçüde gücünü kendine çalım atmakta harcayan birisi iken geçen gün bir TV kanalında ben bir zamanlar "önemli bir futbolcu idim" demesine onun futbol oynadığı dönemden kalan karga olmadığı için kargaların yerine başkaları gülüyor. Futbol hayatının 5 te 4 ü sakatlık ile ( büyük çoğunluğu da yolda yürürken sahada tek başına koşarken yada oyun esnasında kendisine kimse dokunmadığı anlarda gerçekleşmiştir) geçmiş, bozuk saatinde günde 2 defa doğruyu gösterdiği biçimi ile bu beyefendi kendisine kimsenin sarj bile yapamadığı bir kaç maçta büyümüştür ve Fenerbahçe medyasının gazı, sürüklemesi ile de şişirilmiştir, o kadar.

Bazı TV lere de yorumcu olarak katıldığı bazı programlarda futbol ve sosyal ahlak konusunda da fetvalar veriyor. Türkiye de bu konuda en son konuşacak kişi Rıdvan Dilmen dir. Kendisinin transfer olacağım diye söz verip aldığı avansları unuturak konuştuğunu zannediyorum yoksa bizler hangi klüplerin bu anlamdaki paralarının üstüne yattığını unutmadık. Diğer taraftan yine hatırlayalım ki futbolculuğu dönemindede gece klüplerinde geçirdiği zamanlar ve at yarışçılığı futbolculuğunun hep önünde yer almıştır.

Gelelim teknik yöneticilik dönemine adamın nasıl bir başarısı var allahaşkına ben bilmiyorsam da biri bana hatırlatsın. Vanspor ve Karşıyaka gibi döneminde 2. lig de şampiyonluk için herşeyi yapan yönetimlerin bulunduğu klüplerde nasıl bir başarısı var, ister alınan puanlar açısından olsun istersede oynadıkları futbol kalitesinden olsun kim ne hatırlıyorsa yazsın söylesinde biz de bilelim .

Ayrıca şimdi de TV ler peşinden koşuyor yorumcu olması için; adamın konuştuğu anlaşılmıyor futbolculuğu gibi konuşması da pır pır, söylediği ve kimin kendisine öğrettiğini bilmediğimiz laf 3 yada 5 cilalı laf var hepsi bu.

Yoksa kendisi de derin futbolun temsilcisimidir.