Otobüste
en öne oturdum yolun uzunluğundan ötürü, otobüse binen her yurttaşı göreyim
diye, ne kadar sevinçli, ne kadar memnun, ne kadar hüzünlü, ne kadar düşünceli,
ne kadar kızgın, ne kadar kederli, ne kadar nefret ile bakıyor, ne kadar aydın,
ne kadar gerici, ne kadar yobaz, vs. vs… Hülasa canım yurdum insanının
ortalamasını görmek adına…
Yolculara
bakayım derken, asıl bakılacak tam da günümüzün insanı bir şoför var, evlere
şenlik, ne kadar az bildiği ne kadar çok bildiğini gösterme çabasından
anlaşılıyor… Tam da “cahilleri çok seviyorum çünkü onlar her şeyi çok iyi
biliyorlar” sözünün tecrübe edilerek imbiklendiği bir muhterem görüntüsünde,
cahil ama mağrur… Cehalet paçalarından sökün etmiş, tam günümüzün ruhuna uygun
yurttaşımız… Taksim tarafından geldiğini ve geç kalmasının nedeni olarak
oradaki bir gösteriyi söyleyerek başlıyor söze, “hayırdır birader, ne gösterisi
varmış dediğimde de, “kadınlar özgürlük
istiyorlarmış” dedi ve “daha nasıl özgür olacaklar anlamıyorum, bundan daha
nasıl özgür olunurmuş, ne istiyorlar da yapamıyorlarmış” gibisinden işkembe-i
kübradan sallamaya başladı… Belli ki, akşamları full izlediği televizyon
dizilerinden, müzik-show programlarından aklınca çıkardığı özet gereği,
rolmodeli Tatlıses gibilerin ağız artığı kelamı papağanlamakta idi… Ancak
özgüven patlaması muhteşem idi… Görmüştü kurs, almıştı ders… Neymiş kadınlar
daha ne özgürlüğü istiyormuş, daha ne kadar özgürlük olurmuş… Kendisine Taksim’deki
gösterinin özgürlük talebinden ziyade, “25
Kasım kadına şiddete karşı dayanışma günü” nedeni ile şiddet aleyhtarı bir
gösteri olduğu ve çok haklı ve meşru bir şey olduğunu lisanı-ı münasip ile
ifade edince, kapadı çenesini ve şoförlüğe devam etti. Tabii nereden bilecek
beyefendi (aslında zavallı), canım yurdumda nerede ise her gün bir kadının
katledildiğini ve kendisi gibi bir kalabalık güruhun da cinayet ikliminin
hazırlayıcısı olduğunu… Bu ebleh ortalama yurdum insanı için bunlar vukuatı
adiyeden idi besbelli… Aslında bakmayın, özgüven gösterisinin bir milyon
olduğuna, birazdan yaptığı uzun telefon konuşmasından anladığım, kendisinin
İlgisiz, bilgisiz ve sorumsuz ilaveten saygısız, sevgisiz ve kin sahibi biri
olduğunu ve ne yazık ki canım yurdumun vasati insan tiplemesini oluşturduğunu…
Varacağımız
yere olan sürenin yaklaşık 2 saat olduğunu söylersem, geçilen durak sayısının,
binen insan sayısının akılda tutulmasının bile imkânsız olduğu da aşikârdır. Birkaç
durak sonra, şoför durak harici ama durağa yakın sayılacak bir yerde durdu,
kapıyı açtı dışarıdaki büfeye gitti ve bir hışımla otobüse döndü, döner dönmez
de; “200 Tl veren yolcu kimdi” diyerek çift katlı özel halk otobüsünün içini koltuk
koltuk dolaştı, kendisine 200 Tl yi vereni bulamayınca, bir taraftan uzaktan
belli belirsiz delikli zımba ile delinmiş 200 Tl yi sallarken, diğer taraftan
hemen cep telefonuna sarıldı ve merkezi arayıp kamera kayıtlarından 200 Tl yi
veren şahsın tespitini istiyordu. Bu arada da otobüs kapıları kapalı biçimde
hareket etmeden duruyordu… Nihayet tüm gün çalışmış ve bir an önce evine dönmek
isteyen insanların, neden hareket edilmediğini yüksek sesle sormaya başlaması
neticesinde, kamera görüntülerini beklediğini yüksek sesle tüm yolculara
duyurdu… Hemen kendisine, görüntülerin gelmesini beklerken bir polis karakolu
önüne çekmesini en önde oturan yolcu olmam sorumluluğu ile önerdim, çünkü
gelecek görüntülerden sahte para verdiği söylenen kişi tespit edilse bile
kendisinin bir hukuk adamı, bir kolluk kuvveti olmaması nedeni ile yaşanacak
kargaşanın önüne geçilemeyeceğini söyledim. Yurdumun vasati insanı hiç
duymamazlığa geldi, söylediklerimi… Neyse otobüste polis olduğunu söyleyen ve
polis kimliklerini gösteren 3 kişi geldi yanına, 155 polis imdat arandı ve uzun
süren tartışmalardan sonra bir polis karakolu karşısına gidildi, otobüsten
karakoldan yardım istemeğe bir polisin gidişi dışında kimsenin inmesine müsaade
edilmeksizin beklendi, bu arada görüntüler geldi, artık 200 Tl yi veren
biliniyordu. Arandı tarandı mavi kazaklı kişi ama öyle biri otobüste yoktu, bu
arada yaklaşık 1 saatlik süre de geride kalmış idi, derken yolculardan 3 tane
delikanlı geldi, şoföre kapıyı açmasını istedi, o açmadı direndi derken, iş
nerede ise kavgaya dönüşecek iken, artık 155 polis imdat ve polis karakolundan
bir yardım gelmeyeceği de anlaşılmış idi delikanlılar da çok sert bastırınca
kapı açıldı, gençler gittiler… Şoförün de artık sabrı ve ümidi tükendi ve
teslim oldu, bu arada şişkin ego ve karizma da çizilmiş oldu ve nihayetinde
yola koyulduk… Artık, özgüven patlaması yaşayan şoföre, özgürlükler ülkesinde
yeterince gözünü açmaması, canını uyandırmaması halinde böyle özgürce 200 Tl
sahte paranın iteleneceğini hatırlatmak gerekiyordu… Yani bu kadar da özgürlük
olmazdı canımmmm, durumu…
Asıl
hikâye bundan sonra başladı, kulaklığını çıkardı, telefona taktı ve annesi
olduğunu anladığımız kişi ile başladı konuşmaya… Başlardaki her şeyin güllük
gülistanlık olduğu memleket ahvali dama demişti abinin gözünde… Kaç günlük
çalışmasının karşılığını kendisine sahte para vererek almışlardı daha doğrusu
çalmışlardı elinden, zaten bu parayı da kazanabilmek için sabahtan akşama kadar
direksiyon sallıyormuş, canı çıkıyormuş, memlekette para kazanmanın ne kadar
zor olduğunu birilerine anlatılmasının zamanı gelmiş, sabahtan akşama kadar
yolcu diye ne kadar kötü insanlarla muhatap oluyormuş, iyi insanın dürbün ile
arandığı devir yaşanıyormuş, hayatın ne kadar zor olduğunu kimleri kast ederek
söylüyordu, vs vs… Son olarak ta annesine karının da kendisini terk ettiğini
söyledi, muhtemelen annenin karısından yana savunma yapması üzerine, karısından
şikâyetlerini sıraladı durdu… Nerdeyse 1,5 saat telefonda her şeyden ama her
şeyden yakındı durdu, artık sanki başta savunduğu güllük gülistanlık ülke
gitmiş, rezalet bir ortam gelmiş idi son 2,5 saatte… Zaten polis bile sahte
para ile ilgilenmiyormuş, ne olacakmış bu memleketin hali diye diye giderken,
benim ineceğim durağa geldik… Allah diğer yolculara sabır ihsan eylesin dedim
ve indim… Canım yurdumun halleri…
Büyük
şair Nazım Hikmet ile nokta…
Akrep
gibisin kardeşim,
korkak
bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder