Cumartesi, Aralık 16, 2017

MECBURİYETİMİZE KUŞ KONDURMAK


Geçtiğimiz yıl CHP Çeşme İlçenin düzenlediği sabah kahvaltısına katıldım. Büyük dayanışma ile hazırlanan yiyecekler, gayet münasip bir düzen içinde davetlilere sunulmak üzere masalara dağıtılmış idi. Gerek geç kalmamdan kaynaklanan kısa süreli katılımım, gerekse de gündemdeki başka konuların diğer misafirler ile paylaşılması nedeniyle yapılan konuşmalara çok fazlaca muttali olamadım, ancak CHP’nin Çeşme ve İzmirli ağır toplarının, CHP’li hemşerilerimi ve katılımcıları nasıl damardan etkiledikleri, ben fazla anlamasam da varolan coşkudan ötürü çok açıktı… Zaman artık ayrılma zamanı idi, tam ayrılır iken, çok sevdiğim ve saygıdeğer bulduğum bir büyüğümüz sandalyesinden ayağa kalkarak koluma girip, beni İzmir CHP milletvekili, haydi adını vermeyeyim, ama basından Çeşme ile çok ilgili olduğunu bildiğim muhterem ile tanıştırdı. Beni tanıtır iken de, beni honore edeceğini düşündüğünü düşündüğüm bir şekilde, “Çeşme’nin iyi bir CHP’lisi ve gazetecisidir” biçimi ile takdim etti. Karşılıklı memnun oldum muhabbeti arasında, “Sn. Vekilim, abimiz sağ olsun, var olsun, beni yüceltmek istediğinden olsa gerek, hem CHP’li hem de gazeteci olarak takdim etti ama her ikisi de doğru değildir, ne CHP’liyim ne de iyi bir gazeteciyim. Ben sadece düşündüğü gibi yazan birisiyim, ama daha da önemlisi torpil ile de bir gazetede bir köşe buldum, idare ediyorum” dedim ve devamla “eğer CHP İlçenin kahvaltısına neden katıldınız diye düşünecek olursanız da, mecburiyetimize kuş konduruyorsunuz” dedim. Bu lafın hangi anlamda kullanıldığını anlamamış gibi bakınca, bakın manasını ben size söyleyeyim diyerek, “Cumhurbaşkanı adayı olarak kitlelerin önüne getirdiğiniz kişiye, kitleler istemeye istemeye, çaresizlikten ya da mecburiyetten oy verdiler, ama siz aday olarak gösterilen kişiye hiç itiraz etmediniz, HDP’lilere yönelik “dokunulmazlıkların kaldırılması” konusunda bu kadar düşünmeden verdikleri desteğin, aldıkları kararın kendilerini de vuracağını söylediğimde, vekil hemen sözümü keserek, ateşli bir şekilde, “o konu başka” demiş idi, “hep beraber yaşayarak göreceğiz bakalım” dedim “Sn. vekilim göreceğiz bakalım başka mı, başka değil mi? Sarı öküzü verince artık yapacağınız bir şey kalmayacaktır, göreceksiniz” diyerek veda ederek ayrıldım oradan…

Bir başka gün, yine dönemin kifayetsiz muktedirlerinden birinin gündemi germek ama nihayetinde fikrini dökmek adına ve açıktan bir Atatürk saldırısı için, başta CHP İlçe başkanı ve yukarıda tanıştığımı beyan ettiğim muhterem vekil birlikte, yanlarında birkaç muhterem daha, Çeşme Adliyesine suç duyurusunda bulunmak için giderler iken karşılaştık, Başkan beni mezkûr vekil ile tanıştırmak için durdurunca, baktım ve de karşılıklı bakıştık. Başkanın tanıştırayım söz üstüne ben tanıdığımı beyan edince, baktım vekil de ben tanıyorum, “bu mecburiyetine kuş kondurduğumuz arkadaş” dedi. Derin manasına karşılıklı vakıf oluş hasebi ile gülüştük… Ben hemen tutuklanan milletvekilleri konusunda rahat olup olmadığını kendisine sorduğumda, ne yazık ki ve muhtemelen söyleyeceği bir şey olmamasından ötürü, yorum yapmadan, nasılsın iyi misin faslına devam etti. Belli ki o da, tutulan yoldan olmasa bile gelinen noktadan son derece rahatsız ama çare yok…

Yalnız bu kabil fikriyata yatkın olanlara hiçbir şey ders olmuyor, sadece karşıtların aldanmaları ile eğlenirken kendi aldanmaları da diz boyu… Bir de hatırlamada bulunalım bu muhteremlere, artık mecburiyetine kuş kondurduklarınız sizinle birlikte daha fazla olmak istemeyebilirler aman dikkat… Artık çaresiz olmadıklarının farkına varırlar maazallah… Dikkat… Kuş kondurmanın da bir sınırı olmalı, kendilerine gelmeliler ve kuş kondurma yerine daha münasip olanı ikame etmeliler.

Hani meşhur hikâyedir ya. Muhtemelen herkes biliyordur ama bir kez daha tekrarlamanın zararı yoktur umalım.

Bir öküz sürüsü varmış, çevredeki birkaç aslanın ağızlarının suyu akarak ama asla erişemediği bir durumda otlamaktadırlar, sonra bir gün, aslanlardan biri, açlığa çare bir hinlik düşünür ve sürünün yanına gelerek, “biz aslında size ilişmek istemiyoruz ama içinizdeki şu sarı öküz çok sinirimize dokunuyor, onu bize verirseniz siz de kurtulursunuz, biz de rahatlar ve size ilişmeyiz” demiş. Sürünün önde gelenleri toplanıp “sürünün âli menfaatleri adına” sarı öküzü vermeye razı olurlar ve saldırıdan kurtulacaklarını sanırlar ama aslan kısa bir süre sonra benzer bir bahaneyle kapılarına dayanıp başka bir kurban isteyene kadar… “âli menfaatler adına” kurban vere vere öyle bir noktaya gelinmiş ki, sürü küçülmüş ve sonunda aslanlara tamamen yem olmuş. O son anda, aslanlara sürekli kurban vererek kurtulacağını zanneden sürü liderleri, “biz bu savaşı ne zaman kaybettik?” sorusuna cevap aramış. Ve bu savaşı “sarı öküzü verdikleri gün” kaybettiklerini anlamışlar. Nokta… Üç nokta hatta…
 
Ah ki ah, hani yaşananlardan yeterince ders alınabilse idi, hiç bunlar böyle bir daha, bir daha yaşanır mı idi? “Benim oğlum bina okur döner döner yine okur” durumu devam anlayacağımız…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Öküzlerimizin kıymetini iyi bilelim