Cuma, Mayıs 16, 2025

GALİNA’NIN NAZIM’I


Araştırmacı yazar, belgeselci Dursun Özden’in “Galina’nın Nazım’ı” adlı kitabını büyük bir merakla okudum üstelik temini de hiç de kolay olmadı, sahaflardan edindim. Bu kadar uğraşıya değdi mi diye soracak olursanız, hani bilinmeyen ne vardı da öğrendiniz diye, vallahi yeni bir şey yok şüphesiz… Ancak mezkûr kitap Yıldız Sertel’in önsözü ile başlıyor ve oradan niyet anlaşılıyor hemen, sanki hızlı ve kısa bir değerlendirme ile Galina ne kadar şefkatli, dikkatli ve itinalı birisi idi lakin Vera ise bir o kadar savruk, hoyrat ve egoist birisidir şartlandırması niyeti var… Daha önce okuduğum benzer değerlendirmeler de vardı şüphesiz… Lakin farklı kaynaklardan okununca da değerlendirmelerin kasıtlı ya da kasıtsız eksik yapıldığı ya da eksik yapılmasının tercih edildiği gibi bir kanı oluşuyor bende ve eksik olduğu için de yanlış anlaşılmalara sebep olması hasebiyle çok dikkatli olunması gerektiğinin iyi bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Çok da öne çıkmak istemediği her halinden anlaşılan Sovyetler Birliği’ne gittiğinde ilk eşi ve doktoru Galina ile sonradan 2. evliliğini yaptığı ve ziyadesiyle bilinen, öne çıkan Vera kıyaslaması yapılmış gibi hem de çok haksız bir biçimde bana göre… Hatırı sayılır miktarda Nazım Hikmet anıları, kitapları okudum… Çok azında Dursun Özden değerlendirmelerine benzer değerlendirmeler gördüm…

Bir şiirinden hareketle “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” şeklinde granit taş üzerine yontulmuş halde işlenen kabrinin bir parçasını da “Vera”nın oluşturduğu düzenleme bile ittifakla gerçekleştiğinden adeta aksi iddiaların bir tekzibidir. Rüzgâra karşı yürüyen adam, dünyada kültürümüzün ve dilimizin çok değerli ve tavizsiz temsilcisi büyük ustanın mezarını ziyaret ettiğinizde göreceksiniz ki aynı mezarı bile paylaşmaktalar, bu bile bir tekzip mahiyetindedir bana göre… Lakin söylenir de durur, yok aslında Vera’nın gönlü ve gözü başkasındadır, ayıptır vallahi… Ayıptır diyorum çünkü bir defa bu kadar özele girmekte nasıl bir beklenti var diğeri ise Vera hür düşünceye haiz biri isterse hemen ayrılır gider, Sovyetler Birliğinde boşanmak öyle bizdeki gibi zor bir şey mi tek celsede her şey bitiriliyor, en mühimi ise çok rahatsız ise neden orada dursun bırakır gider. Sovyetler Birliğinde kadınlar diğer ülkelerdeki gibi boşanmayı bir zenginleşme aracı görmezler… Şimdi duyar gibiyim Nazım’ın ününden, şanından, parasından ve imkânlarından yararlanıyor diye, gülüyorum. Vera’nın böyle bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum, çok çeşitli gerekçelerim var bunu söylerken lakin en mühimi Sovyetler Birliği öyle bizim ülkelerdeki gibi büyük paralar gerektirecek hayatların sürdürüldüğü bir coğrafya değildir. İyi bir semtte olmakla birlikte evleri sıradan insanların evlerinden farklı değil ki… Vs vs. Bu lafları söylerken ziyadesiyle dikkat edilmesi gerekir… Örneğin Nazım Galina’dan ayrılırken neredeyse her şeyini ona bırakır, öyle bazılarının söylediği gibi Galina hiç bir şey vermedi iddiası doğru değil… Fazla sevmediğim bir lafı artık söyleme mecburiyeti hâsıl oldu, bilen de, bilmeyen de hülasa ağzı olan konuşuyor… Ayrıca mezkûr kitabın ilerleyen sayfalarında Galina’nın ağzından önsözü biraz önyargılı kaleme aldığı anlaşılan Yıldız Sertel’i teyit eder kelamlar çıkmıyor. O tamamen yaşanılanların mahremiyetine ziyadesiyle inanıyor ve saygılı davranıyor görüntüsü var baştan sona kadar… Tam Sovyetler Birliği sıradan vatandaşına münasip biçimde… Belki de gözden kaçan ya da kaçırılmak istenen Nazım’ın bilinenden fazla ilişkisinin olduğu mudur acaba? Esasen Nazım çılgınlık düzeyinde duygusaldır, tam da bu sebeple aşkları gibi, hüzünleri de, sevinçleri de, umutları da, hasretleri de, hayretleri de, hedefleri de, beklentileri de başkalarınkilerden fazladır, tam da bu yüzden ziyadesiyle coşkulu şiirler üretebilmiştir.

Ayrılıklar Nazım için adeta vukuatı adiyedendir, esasen ayrılmayı pek sevmez gibi görünür, her ayrılık sonrası az ya da çok pişmanlıklar ifade eder bunu sezdirir, lakin ayrılır. Bunu “otobiyografi” şiirinde müthiş anlatır,

1902’de doğdum

doğduğum şehre dönmedim bir daha

geriye dönmeyi sevmem.

üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim

on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği

kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-parti konukluğu ve

on dördümden beri şairlik ederim.

 

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

                                                                           ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

                                                    ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de

açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

 

otuzumda asılmamı istediler,

kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini

                                                                                  verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu

elli  dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prağ’dan Havana’ya.

 

Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’te

961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni

                                                           sökmedi

yıkılan putların altında ezilmedim

 

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün

52’de çatlak bir yürekle dört ay sırt üstü bekledim ölümü

 

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım

şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile

aldattım kadınlarımı

konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım

 

hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı, ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim

yalan söyledim başkasını üzmemek için

               ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene, uçağa, otomobile,

çoğunluk binemiyor.

operaya gittim,

çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın

çoğunluğun gittiği kimi yerlere ben de gitmedim 21’den beri

                    camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye,

                    ama kahve falına baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır

                Türkiyem’de Türkçemle yasak

 

kansere yakalanmadım daha

yakalanmam da şart değil

başbakan filân olacağım yok

meraklısı da değilim bu işin

 

bir de harbe girmedim

sığınaklara da inmedim gece yarıları

yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında

ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar

bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da

                                              insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım,

                              başımdan neler geçer daha

                                                                  kim bilir.

Şiirden alıntı yapacaktım tefrik etmeyi beceremedim lakin yolundan ve kararından geriye dönmeme, vatan ve aşk hasreti çekme başta olmak üzere her tarif mükemmel… İşte ne diyor büyük usta “altmışıma yakın sevdalandım” siz hala başka hikâyeler anlatın… Sonuç itibariyle başta Galina’nın olmak üzere Dursun Özden’in seyahat notlarını ve anılarını okumak son derece zevkli oldu, kendisine teşekkürler…

 


Hiç yorum yok: