eski çeşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eski çeşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Ekim 19, 2012

BAĞLARARASI ARKEOLOJİK ALANI ve SİT ALANI UYGULAMALARI-2

23 Nisan 2012 tarihinde “BAĞLARARASI ARKEOLOJİK ALANI ve SİT ALANI UYGULAMALARI” başlıklı yazım üzerine mezkûr alanda mağdur olmuş okuyucularımızdan Mehmet Yerli bir mail gönderip derdini ve konu ile ilgili yaşadıklarını ve sonuçta oluşan mağduriyetini uzun uzun anlatmış ve olduğu gibi yayınlıyorum. Ben kendimi konu ile ilgili taraf addetmiyorum ama özellikle Çeşme genelinde gerek doğal gerekse de arkeolojik SİT konusunda zarar görmüş birisi olarak ta yaşananların facia boyutunda olduğunu da biliyorum. “Bizden” olanların konuyu sonuçlandırmaktaki hızını ve maharetini, “Ötekilerin” ise işinin görülme sırasının bir türlü gelmemesini hayretle izlerken, bu haksızlıkların önüne bir türlü geçilemiyor olmasını da iyi niyetle izah edilecek olmaktan çok uzak olarak değerlendiriyorum.
Sayın Mehmet Ruhi Çelik bey. yazılarınızı okudum tebrik ediyorum. Merhum Tümer Tütüncüoğluna ait 5247 ada 1 parsel 2005 yılında 1 nci derece sit çeveresi 3 ncü derece korumaya alınmıştır. 5238 ada 4 parsel 2001 yılında 1 derece sit çevresi 3 ncü derece korumaya alınmıştır. Doğru karar fakat 3 ncü derece sit kapsamında kalan 5236 ada 2.bize ait 3 ve 4 numaralı parsellere bina yapmak üzere 2004 yılında karar aldık.Çeşme müze müdürlüğü denetiminde kazıldı. olumlu rapor yazıldı.bu raporu beyenmeyen Prof.Dr.Hayat Erkanal ve Çeşme nin Arkedoloğu Hüseyin Vural.ın sit kuruluna 05/08/2004 tarihinde müracat ederek kazının yenilenmesi sağlanmış. 1645 sayılı kurul kararı ile çevresi 3 ncü derece korumasız 1 nci derece sit ilan edilmiştir.
 İlgililere soruyorum. Şaraphaneye sözüm yok bu yerlerin çevresi 3 ncü derece korumaya alınmadığı için yapılaşmaya gidilmiştir. 01/07/2005 ve 31/07/2005 tarihleri arasında yerlerimiz kazılıyor Prof Dr Hayat Erkanal hoca 10 ay sonra raporunu kurula veriyor 1 yıl sınra 3 ncü derece korumasız 1 derece sit uygulamasına geçiliyor ama çevresi yapılaşmaya devam eder ve etmiştir.
 Çeşme tarihi Kervansarayın yanında olan ,1993 ve 1998 yıllarında alınan ilke kararı gereği aralarından yol geçse dahi kurumdan izin alınmadan bina yapılamaz kararına karşılık bir adet 3 katlı bina 2 adet te 2 katlı bina yapılmıştır.Arkeoloğ Hüseyin Vural’ın yeri ise kimse müdahale edemez istediği gibi binalarını yapar biz ve merhum Tümer Tütüncüoğlu binalarımızı yapamayız.Çeşme Liman höyügünü 317 metre karelık alan temsil etmektedir.İlgililere duyurulur.Şikayetlerim üzerine Hüseyin Vural Bergama Müze Müdürlüğüne atanır ataması 9 ay sonra gerçekleşir fakat ne hikmetse bu vatandaş bakanlar kurulu kararı ile Çeşme Bağlar arası kazı komserliği görevine getirilir..Yetkililere duyurulur.bunun sırrı nedir.
Teşekkürler M.RUHİ ÇELİK bey.
Mehmet Yerli
Kendisi ile ayaküstü yaptığımız kısa bir konuşmadan sonra gönderdiği mailde de aynı şeyleri tekrar etmiş okuyucumuz.
Bilmeyenler olabileceği nedeniyle; daha önceki yazımda mezkûr bölgenin adreslemesi için şöyle yazmıştım. “Çeşme Bağarası (Bağlararası) arkeolojik kazı alanı; Çeşme limanının dün 50 mt. bugün 100 mt. uzağında yer almakta ve denizle başlayan Çeşme ovasının tam merkezini oluşturmaktadır.”
Ayrıca; “2000 li yılların başında Bağarasında (Bağlararası) konumuzu oluşturacak arsa üzerinde mahalle ve çocukluk arkadaşlarımızdan Tümer Tütüncüoğlu nihayet artık benim de bir evim olacak sevinciyle planladığı konut inşaatı için temel kazılarını yaptırmaya başlayınca bazı duvar ve arkeolojik buluntuları bulunuyor, hemen haber verilen Çeşme Müze Müdürlüğü yetkilileri kazı çalışmalarını durduruyor ve duvar kalıntılarının ve arkeolojik buluntuların Tunç çağına ait olduğu anlaşılıyor, İzmir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından mezkûr arsa ile etrafındakiler SİT alanı ilan ediliyor ve inşaat yasağı konuluyor.” ve “Çeşme’nin şimdilerde prestijli konut alanı durumundaki Bağarasında (Bağlararası) bir evim olacak hayalini kuran ancak malum nedenlerle gerçekleştiremeyen, çocukluk ve mahalle arkadaşımız Tümer Tütüncüoğlu uzunca bir süre burayı ilgili bakanlığa devretmek ya da başka bir arsa ile değiştirmek gibi girişimlerde bulunuyor ancak sonuç yok, ne yazık ki hayalini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılıyor Tümer, şimdilerde yıldızlardan bakarak hala bir gelişme olmadığı için de orada da rahat olamıyordur.” diye yazarak oradaki arsa sahiplerinin dramına kısaca değinmiştim.
İlaveten; “Neden bu ülkede benzer durumlarda ki benim de katıldığım hızlı ve doğru şekilde davranan mevzuat efendiler, her şeye para bulan deve dişi gibi kocaman yetkililer, bulunan ya da ilan edilen doğal SİT, Arkeolojik SİT vs. gibi alanlardaki özel mülkiyet hakkı konusunda duyarsız olurlar, sorunu aslında yurttaşın sorununu, çözümü duyuna havale ederek çözmezler, anlamak kesinlikle mümkün değildir. Deve dişi gibi yetkililer; siyasi otoritenin çıkardığı yasalara rağmen ki bu yasalar trampa, kamulaştırma gibi çözümleri öngörür ama bir türlü sonuç alınmaz, ya müracaatınız kabul edilmez, müracaatınız kabul edilir talebiniz bir yerde dondurulur, talebiniz dondurulmasa sonuçlandırılsa bile, kamulaştırma için ödenek bulunamadı ya da ödenek beklenmekte, trampa için uygun arsa bulunamadı ama aranmaya devam edilmektedir hatta sizin bildiğiniz yerler varsa bize bildirin gibi trajikomik bir dolu hendek oluşturulur, atlat atlatabilirsen deveye durumu anlayacağınız.” diye yazmıştım.
Bizden önceki kavimler ve kültürleri, kökenlerimiz hakkında merak ettiğimiz detayları, uygarlıkları, insanoğlunun kayıtlı tarih öncesinden günümüze kadar ulaşabilen kent kalıntıları sayesinde mimari gelişimini, bulunan eşyalar ile de yaşam kültürlerini, gelişmeler ile insanoğlunun geliştirdiklerini anlamamıza yarayan buluntulardan en önemlisi sayılan arkeolojik kazılar neticesinde elde ettiklerimiz olup, bu tespit edilen alanın kamulaştırılması ya da trampası konusunda neredeyse toplumun çok önemli bir kısmı hem fikirdir, geri kalan göz ardı edilebilecek azınlık ise zaten ne yapılırsa değişmeyecektir. Canım yurdumun neresinde toprağı kazarsak kazalım tarih fışkırıyor ve yukarıdaki gerekçelerle de bunlara behemehâl sahip çıkılmalı, etrafı çevrilerek koruma altına alınmalı, bu sahiplenmeyi çok doğru buluyor ve sonuna kadar da destekliyorum ancak bu alanların ve buluntuların sahibinin durumuna göre tarih ya da değersiz taş parçası gibi bilimsellikten uzak nitelenmesine ve buram buram kayırma ve nemalanma kokan şekilde toplum tarafından yakıştırılmasına mahal vermemek için de bilimsel bir ölçü olmalı ve bazı odaklarının taleplerine prim verilmemeli ve kolayca da anlaşılacağı üzere; Arkeolojik SİT alanlarına inşaat yapılabilen insanlarımız ile hiçbir endemik değeri olmayan ve yalnızca kültür bitkisi yetiştiriliyor olmasına rağmen arazilerinin doğal SİT alanı yapılmış insanlarımızın birbirlerin durumunu nasıl algıladıklarını uzun uzun anlatmamıza gerek yok, “zengin arabayı dağdan aşırır fakir ise düz ovada yolunu şaşırır” hikâyesi, tabii ki bu film çok tutulunca sınırsız sayıda devamı çekilmektedir.
Ne diyelim;

Devlet-i Osmanî ahalide terfi-i temayüz ilim irfan ile olmaz,
TERFİ ya olacak kuvvetli iltimas,
ya olacak madeni haz,
ya da olacak ten ile temas…
Konu ile ilgili yetkililer, konuya gereken özeni ve önemi sadece değerinden ötürü göstermeli, bizdendir ya da bizden değildir değerlendirmesinden azade olarak görev yapmalılar, ayrıca nasıl olacağını da pek bilememekle beraber kanunlar da bu kadar geniş yorum ve kanaat oluşumuna açık bırakılmamalıdır ki; tıpkı çocukken büyüklerimiz birkaç çocuğun bulunduğu ortamda birine diğerini işaret ederek “tut şunun burnunu” der ve tutarken biz çocuklar da tutarsın tutamazsın diye kavgaya tutuşurduk ya zinhar böyle olmasın; ne gereği var bir arkeolog ile vatandaş arasında bu kadar olumsuz ve gergin ortam oluşmasına.
Diyelim ki; yasalar şöyle böyle ve bol miktarda yoruma açık; eeee  yılda bilmem kaç yüz yasa çıkarmak ile öğünen muhteremler yapın yeni düzenlemeleri geçin bu mağduriyetlerin önüne.

Pazartesi, Kasım 14, 2011

BÖYLE BİR ÇEŞME HAYAL EDİYORUM Bölüm -1

Şu anda Çeşme meydanında Belediyenin tam karşısında bulunan Ertan’lara ait tek katlı taş binanın; mezkûr ailenin mülkiyetine geçmeden önce, karşılıklı ve sağlı sollu kasaplara ve balıkçılara mekân olarak hizmet vermiş olduğunu ve tam ortasında da denizden geliri olan bir kanalcık bulunduğunu büyüklerimden öğrenmiş idim. Mülkiyet değişikliğini bir başka yazının konusu yaparak detaylarını sizlerle paylaşmayı planlamaktayım. Ancak bu yazının konusu o eski Çeşme’yi hayal etme kapsamında olup, yazının mihverini de bu binanın oluşturacağı görünmektedir.

Şimdi gözlerinizi kapatın ve bu binanın ortasında deniz suyu ile beslenen bir kanalın olduğunu, derenin üstünden karşıya geçmek üzere konuşlanmış ahşap küçük yaya köprülerinin olduğunu, dere etrafında ise balıkçıların, manavların ve kasapların bulunduğunu hayal edin bakalım. Çeşme’nin muhteşem balıklarının balıkçı tezgâhlarını doldurduğunu düşünün, mevsimine göre de Çeşme’nin tadına doyulamayan kavunu, bazılarının fazla acı bulduğu muhteşem tadı olan soğanı, enginarı, mandalini, kalın kabuklu diye bazılarının burun büktüğü güzelim limonu, bamyayı, enginarı, hurma denilen yöreye has zeytini, çeşit çeşit salamura zeytini, yöreye has yemyeşil otları düşünün ve bu cümbüşün haftada 1 kez de Pazar yerinin Çeşme meydanında kurulmasının bir cüzü olduğunu gözlerinizi kapatarak bir kez daha düşünün bakalım, nasıl duygulara kapılacağınızı görün. Pazar yerinin haftada bir gün; mezkur binanın hayalimdeki düzenlemesi olmazsa bile neden Çeşme’nin meydanında yapılmadığının bilemediğim bir cevabı olmalı şüphesiz ama bence acilen bu yönde bir karar alınmalı, bununla da yetinmeyerek mutlaka Pazar içeriğinin genişlemesi ve deyim yerindeyse haftalık festival haline gelmesi temin edilmelidir. Doğu Avrupa ülkeleri hariç hemen hemen her batılı ülkede pazarlar şehrin meydanlarında kurulmaktadır, Çeşme’de bu kabil bir kararın çarşı içindeki yerleşik esnafa da bir katkısı olacağını düşünmekteyim ama diyelim ki hissedilir bir katkı yok o taktirde bu yönde gelişme temin edecek çalışmalar yapılmalıdır.

Çocukluğumda bugünkü “Methan dondurmacısı”nın yerinde olduğunu hatırladığım çeşmenin gerçek anlamda bu şirin İlçemizi temsil edebileceğinden ve Çeşme Belediyesinin bir hayli de beğendiğim “Çeşme restorasyon” projesi kapsamında yapıldığını bir hayal edin bakalım, hemen arkasında bugün sayısı bire inmiş yüksek selvi ağaçlarının eski haliyle birlikte size sevimli gelmeyecek mi acaba? Hemen çeşmenin dibinde küçük ama son derece bulunduğu alanla uyumlu olan “Ali Ağa”nın çay ocağının olduğu yerde; “Ali Ağa 3 çay” gibi siparişlere “gelor beyim gelor” cevaplarını hala kulaklarımda hissediyor gibiyim. Çay ocağının tam karşısında kale dibinde Çeşme-İzmir arası çalışan otobüslerin hareket noktasının varlığının yarattığı canlılığın çay ocağına da katkısı önemliydi o dönemde. Hele yaz sonları kuzenlerimin Çeşme’den ayrılırken anne ve babaları ile otobüse binmiş iken tam otobüsün hareket edeceği sırada otobüsten aşağıya inip kalenin burcunun altındaki küçük kapıdan içeriye dalıp, bulmaktan ümit kesen ailesinin mecburen otobüse binip kuzeni yanımızda bırakmış olmalarının mekânı ya buralar, onları kandırıp birlikte olma zamanlarımızı arttırmış olmamıza vesile olmuştu ya, daha bir farklı şekilde anıyorum bu alanı…

Bu çeşmenin tam arkasına denk gelen geniş alanda; bugün kafeterya olarak hizmet veren bölümde 3 adet tek katlı, su basman yüksekliği yaklaşık 1 mt olan, muhtemelen de Osmanlıdan bu yana hizmet veren, Sahil Sıhhiye, PTT ve Gümrük binaları ki ben ne yazık ki sadece 2 sini hatırlayabiliyorum, 3 bina olduğunu hem büyüklerimden hem de Çeşmenin eski fotoğraflarından biliyorum. Bu binalar Çeşme Meydanı anılarımın ayrılmaz ve en önemli ayrıntılarıdır, binaların yerinde olmaları da, hayal ettiğim Çeşme’nin nostaljik bir parçasıdır.

Bugün bile ayakta duran ve Çeşmenin mimarisini yansıtan ancak ne yazık ki bilemediğim nedenlerle de kullanılmayan ama bir dönem otel olarak önemli hizmetler vermiş olan “Akdeniz Otel” i; mülkiyet ya da miras hukuku ya da bir başka nedenle metruk hale getirilmiş olabilir, sahipleri bu karışık hukuki düzen içinde çözüm bulamıyor olabilirler ancak Çeşme meydanının çok önemli bir figürü olduğu unutulmadan, ama açıkçası nasıl çözüleceğini de pek bilemeden sadece özlediğim biçimiyle bu bitap halinden kurtarılması gerektiğini düşünmekteyim. Konuyla ilgili; en son çare kamulaştırma olmak kaydıyla, kredi verilerek yine cıvıl cıvıl eski haline dönebilecek sonuç alıcı girişimleri yapmalıdırlar yetkililer, belki de yapıyorlardır da sonuç alamıyorlardır bilmiyorum ancak bu hali ile de Çeşmelileri üzdüğü muhakkaktır.

Çeşmenin meydanını geçen yüzyılın başından bu yana şenlendiren; sonradan neden olduğunu pek anlayamadığımız şekilde kaldırılan saat kulesinin tekrar yerinde olduğunu ve bir harika siluet olarak de durmaya devam ettiğini de hayallerimizin içine katmalıyız bence… Tarihi geçmişi ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmamama, insanlarımızın ne kadar işine yaradığını pek ölçemememe rağmen, çok sevmiştim, daire kesitli, yaklaşık 5 ya da 6 mt yüksekliğindeki metal sütun üstünde kare kesitli ve her yönden görülmeyi sağlayan 4 ekranlı ve simsiyah saat kulemizi, şimdi de Çeşme meydanındaki yerini alıyor olması hayalini kurmaktayım. Kaldırma kararı verip uygulayanların da eminim ki çok özel anıları vardır mezkûr saat kulemizle ilgili olarak, çocukluğumuzda saat sahibi olma hissimizi arttırdığını ve zamanı bilme merakımızı pekiştirdiğini hatırladığım, muhtemelen de büyüklerimizin zamanı bilme gereksinimini karşıladığını düşündüğüm, meydanımızın da en önemli ayrıntılarından biri olduğu için mutlaka kaldırıldığı yerden çıkarılmasını eğer bir şekilde yok olduysa da tıpkı yapımının acilen yerine yerleştirilmesi önemli bir eksikliği giderecektir, hayallerim açısından.

Hangi gereksinimi karşılayamadı da kaldırıldı pek bilemediğim “Atatürk heykeli”, hadi diyelim ki gerçek “Atatürk” ü yansıtmıyordu da kaldırıldı peki yeri neden değiştirildi acaba yakınlarındaki birilerinin mi talebi oldu, bilemiyorum. Eski haliyle bana daha sevimli gelmekteydi “Atatürk” büstü, hatta yeri de çok uygundu, efendim sırtı oraya, buraya dönüktü de değiştirdik de denilebilir, peki şimdiki konumunda sırtı nereye dönük, ya da büst yerine yapılan yeni hali daha mı güzel vs. vs. diyerek konuyu uzatmak mümkün, ama şimdilik bu kadarla yetiniyorum. Bu heykel ile ilgili hatırladığım ve bizim kuşak ve daha büyüklerinin bildiği ve pek te sevimli karşıladığı, “Ahmet Sinan” büyüğümüzün mutat her akşam gelip “Atam kalk ta gör memleketi ne hallere getirdiler” şikâyetname törenleridir. Bu konu ile ilgili detayları ve nedenleri konusundaki iddiaları bir başka yazımın konusu yapmayı planlamaktayım. Hayalimdeki Çeşme meydanında “Atatürk heykeli” aynı boyut ve şekliyle aynı yerde olmaya da devam edecektir.

Neden insanlarımız sahip olduğumuz ve salt bu yüzden de manevi değerinin sınırsız olması gereken nesneleri, daha iyisini yapacağız iddiasıyla yıkarlar ya da kaldırırlar bunu anlamak olanaksızdır, bu biçimde davranarak öykündüğümüz muasır medeniyete de ters düştüğümüzü bir anlasalar, işte o zaman hayat bayram olacaktır galiba…